Devrimci sanatın nesi eksik?

12 Eylül filmlerini bilirsiniz. Üzerine kesif bir yorgunluk, yılgınlık, yenilgi kokusu sinen o umutsuz filmleri... Bizim kuşak solcu, toplumcu film denince hep bunları izledi o karanlık 80'li, 90'lı yıllar boyunca... Sinemamızda 12 Eylül filmleri diye bir alt tür ortaya çıktı. Bu alt türün klişelerini kırmaya yeltenen ilk film İnan Temelkuran'ın Bornova Bornova'sı olmuştu. Temelkuran, 12 Eylül'ü baskı, işkence, zulüm perspektifinden değil sonuçları itibariyle ele almış, karşı devrimin, insan malzemesinde yol açtığı tahribatı perdeye aktarmıştı. 

Eksik, bir yönüyle Bornova Bornova'nın izinden gidiyor. Barış Atay bu ilk sinema filminde baş karakteri Türker üzerinden darbe döneminin 'insan'da yarattığı yıkımı anlatmaya soyunmuş. Ancak bununla sınırlı kalmamış, eksik, aciz, zavallı Devrim'in Eylül kuşağının tek kurtuluşu olduğunu da alegorik bir anlatımla vurgulamayı başarmış. Sonuçta ortaya çıkan, tüm karanlığına, acımasızlığına rağmen umutsuz bir film değil. İzleyenin bu kahrolası düzene karşı kinini bilemesine vesile olacak kadar keskin, boğazınızda bir yumrukla salondan ayrılmanıza yol açacak kadar duygulu bir yapıt...

Atay, yönetmenliğe bu ilk adımında inandırıcı bir atmosfer kurmak, sahici karakterler yaratmak, etkili bir öykü anlatmak gibi görevlerin üstesinden hakkıyla gelmiş. Kuşkusuz filmin dramaturjisindeki kimi aksaklıklardan, bazı tempo sorunlarından, görüntü yönetimindeki kimi yetersizliklerden söz edilebilir. Haziran kuşağının artık Eylül kuşağının yerini aldığı 2015 Türkiyesi'nde Eksik, bir yönüyle modası geçmiş ve 'eski'ye ait de bulunabilir. Her şey bir yana Eksik, bütün erdemleri ve zayıflıklarıyla kapsamlı bir sinema yazısının, hatta ayrıntılı bir film analizinin konusu olmayı hak ediyor. 

Ne var ki, bu yazı o yazı değil. Başka bir derdimiz var. Bu haber portalının arkasındaki siyasal irade, bir iddianın sonucu ortaya çıktı. O iddia Büyük Haziran Direnişi'nin ülkemizde bir dönemi (12 Eylül) kapatıp yeni bir dönemi (Haziran sonrası Türkiye) açtığı iddiasıydı. Geçen yıl bu sıralarda TKP'nin MK Tezleri şeklinde ortaya atılan bu iddia, o tezleri kavrayamayanların mücadeleden düşmesine, TKP'nin yeni bir isim ve tüzük altında Halkın TKP'si olarak yoluna devam etmesine ve bu haber portalının doğmasına da yol açmıştı. 

Bu iddianın sahipleri olarak bir yıldır, iddiamızın her yeni siyasal gelişmede doğrulandığına, toplumsal yaşamın pek çok alanından iddiamızı destekleyen verilerin gelmekte olduğuna tanık olurken bir soru hep kafamızı kurcaladı: Bu yeni devrimci dönemin sanatı nerede? Öyle ya, önümüzde devrimci bir dönem ya da en azından devrimci müdahalelere açık, devrimcilerin yenilgi ruh halinden çıkarak kendilerini bir devrimci özne olarak var edebilecekleri bir dönem açılıyorsa bunun sanat alanında da mutlaka karşılıkları olmalıydı. Siyasal iddialarının sanattaki karşılıklarının eş zamanlı olarak gelmeyeceğini biliyorduk elbette... Ayrıca haksızlık da etmeyelim, diyelim Fazıl Say'ın olağanüstü müziğinde, mesela Irmak Zileli'nin romanlarında bu yeni devrimci dönemin devrimci sanatına dair işaretleri yakalamak da mümkün oluyordu. Yine de bunlar bize yetmiyordu, sokaktaki coşkunun, sosyalist hareketteki yeniden harmanlanmanın, toplumsal alandaki ruh hali dönüşümünün sanattaki yansımalarını görmek için sabırsızlanıyorduk.

İşte Eksik, yeni dönemin yeni devrimci sanatının ilk işaret fişeklerinden biri oldu. Tek başına bir çığır açacağını, sinemamızda yepyeni bir dönemin öncüsü olacağını falan iddia etmiyoruz. Ancak hep birlikte göreceğiz; Eksik, sinemamızda Yılmaz Güney'den beri eksik olan bir damarın, devrimci sinema damarının yeniden atmaya başlamasının öncü sinyallerinden biri olarak geçecektir sinema tarihimize... Sadece sinemamızda değil sanatın tüm alanlarında yeni, devrimci bir dalgayı hep birlikte göreceğiz.

'Göreceğiz' derken bu, pasif olarak izleyeceğimiz bir gelişme, bizim dışımızda gelişen ve biz ne yaparsak yapalım böyle gerçekleşecek bir hadise değil. Türkiye solundaki yeni iddia sahiplerini ayırt eden en önemli unsurlarından birini özne ve öncü olma cüreti ve kararlılığı oluşturdu. Bundan sonra çevremizdeki gelişmeleri izleyen analiz eden, bizim dışımızda gelişenlere not veren anlayışı bırakıyoruz, ortaya çıkan yeni toplumsallıkla hemhal oluyor, oraya içeriden iradeci ve öncü bir müdahalede bulunuyoruz, dedik. Peki, bu dediğimiz diyelim sanat alanında, somut olarak bir film özelinde nasıl hayata geçirilebilir ki? Biz bir film hakkında özne olarak ne yapabiliriz ki? 

Çok şey... Dün değerli meslektaşım ve dostum İsmail Saymaz'la birlikte FKF'nin düzenlediği “genç gazeteciler bayrağı devralıyor” eğitimine katıldık. Çıkışta biraz sohbet etme fırsatımız oldu. Yaşadığımız heyecan verici dönemden söz ederken canımızı sıkan bir nokta vardı. Bilimde, sanatta, basında yarattığımız değerler arasında dayanışma ağları örememekten yakındık. Toplumsal figür haline gelen her bilim insanımız, her sanatçımız, her gazetecimize gösterilen 'sol içi haset' tepkisinden...

70'li yıllarda Türkiye'nin düşünce dünyasına sol egemendi. Bilimde, sanatta, basında bir değer olmanın yolu soldan geçerdi. Değere icazet veren merci de soldaydı. Ne olduysa oldu bu hegemonik konumu yitirdik. Kuşkusuz 12 Eylül gibi çok geçerli mazeretlerimiz de var. Peki, düştüğümüz bu durumda aramızdaki dayanışmanın azalmasının da hiç rolü yok mu? Neden hala cemaatçilerin sadece kendi dükkanlarından alışveriş etmesini birbirimize imrenerek anlatıyoruz da kendimiz aynısını daha güçlü yapmak için bir adım atmıyoruz? Neden hala kendi insanlarımızı, liberallerin ödüllerle, kurumlarla, çeşitli sivil toplum ilişkileriyle kurduğu ağlara kaptırmaktan korkarak zaman geçiriyoruz da, bu ağların benzerlerini, devrimci dayanışma ağlarını bizler kurmaya girişmiyoruz? Neden hala aramızdan biri toplumsal bir figür haline gelmeye başlayınca paniğe kapılıyoruz?

Bu alanda yapabileceğimiz yapmamız gereken çok şey var, dedik. O çok şeyi ertelemeyelim. Haziran'ın çocuğu (Birleşik Haziran Hareket Yürütme Kurulu Üyesi) Barış Atay'ın sınırlı vizyon olanağı bulabilen filminin gösterildiği salonları doldurmakla işe başlayabiliriz mesela... Ama yetmez. Bilimde, sanatta, basında dayanışma ağları kurmaya ihtiyacımız var. 

Bakın bunun için bir ilk girişim HAZİRAN'dan geliyor. HAZİRAN ülkenin bilim, sanat, basın insanlarını bir araya gelmeye, Haziran'ın neşesi ve coşkusuyla birlikte üretmeye, birlikte direnmeye, birbirimizle omuz omuza birlikte bir düşün ve duygu dünyası inşasına girişmeye çağırıyor. Bu Cumartesi düzenlenecek forum bu alanda yapabileceklerimizi hep birlikte tartışacağımız bir ilk adım olacak. Unutmayalım yeni bir döneme açılıyorsak bunun bilim, sanat, basın ayaklarını oluşturmadan yol alamayız. Yepyeni bir dönemin devrimci öznesini ancak yepyeni bir devrimci duygu dünyası oluşturarak yaratabiliriz.

Cumartesi görüşmek üzere...