Devrimci olanaklar artıyor

Türkiye, 12 Eylül ve sonrası gelişmelere rağmen, 1961 Anayasası sonrası dönemden çok daha fazla devrimci olanağa sahip bulunuyor. Bu anayasanın verdiği haklar, özgürlükler, örgütlenme olanakları aslında şöyle ya da böyle daha fazlasıyla bile vardır...  Türkiye İşçi Partisi, Dev-Genç yoktur... Sovyetler Birliği ya Çin ve Küba devrimleri de. Ne Filistin’in FKÖ’sü, ne, Vietnam Savaşı’nın etkisine sahibiz.... Ne de, 1968 toplumsal yükselişine....Ama, “konjonktürün etkisinden arınmış” haliyle, toplum “yapısal” ölçütlere göre, daha yüksek ve derin bir devrimci sürece girebilecek potansiyele sahiptir.

Halk, işçi sınıfı, çok ama çok fazla, “iktidarsız” kalmıştır. Bu bizzat potansiyel bir iktidar talebidir. İşçi sınıfı alabildiğine genişlemiştir de. İşsizlik de. Bu nedenle, iş yaratmayan, ranta ve faize oturan bir ekonominin, sosyalizm talep ettiği anlaşılıyor. Hem dönemin kendisi, hem mevcut hükümet, sanki sosyalistler için elinden geleni yapıyor.

Dincileştirilmiş, etnikleştirilmiş politika, eğitim, “burjuva sivil toplum”, sosyalistlerin yeni bir devrim süreciyle yeni bir toplum inşaasına nasıl başlayabileceklerini de gösteriyor. Bu kadar dinselleşmeye, bu kadar kimlik politikasına, dinselleştirilen, kimlik bataklığına sokulanlar bile dayanamaz. Dinin, kimliğin senin olsun, ya sonra?

1960’ların 1970’lerin tersine, Kürt sorununda bu kez “bölgesel” bir “sosyalist” politika üretme olanağı da ortaya çıkmıştır. En yerel görünen PKK bile, en az dört ülkede, üstelik bir de Avrupa’da bulunuyor. Mesele Türkiye’yi aşmakta, geçmektedir.

Artık kriminalize hale gelmiş “kadın” sorununun, ancak “sosyalist” çözümlerle çözülebileceği de anlaşılıyor. Kadınların her şeyden önce eğitim ve iş imkanına kavuşturulması, tek başlarına yaşayabilir hale gelebilmesi, çocuklarını yetiştirmek için kamusal imkanlarla desteklenmeleri gerekiyor. Bunu sosyalizmden başka hangi toplumsal, ekonomik, siyasal sistem yerine getirebilir ki?

Türkiye’nin genel anlamda aydınını kaybetmiş olsa da, “sosyalist aydını” tümüyle kaybetmediği anlaşılıyor. En burjuva gazete ve televizyonlarda bile, en azından sosyalizm sempatizanları bulunmaktadır. En burjuvalaştırılmış üniversitelerde bile, azımsanmayacak kadar sosyalist akademisyen hala vardır. Gençlik de sosyalizme, Marksizme, gittikçe daha fazla ilgi duyuyor, öğrenmek istiyor.

Uluslararası alanda yeni bir “sosyalist” dış politika geliştirme olanakları da ortaya çıkıyor gittikçe. Bu politika, sanıldığının aksine, “devlet olmadan” önce de geliştirilebilir. En azından bölgesel düzeyde, Marksist sosyalist partilerin bir “enternasyonalini” kurmak mümkündür. Varolduğu, kalabildiği kadar, tüm bölge ülkelerinin bu partileri, yeni bir dış politika yaratmaya başlayabilirler.

Yeniden başlayan “uygarlık” tartışmalarına “sosyalist” sentezlerle yanıt verebilmek olanaklıdır. Mesele, bu tartışmalar, “doğu-batı”, “Hıristiyan-Müslüman” ayrımları üzerinden yapılamaz hale gelmiştir. Uygarlık tartışmasının, “yeni-eski”, “ileri-geri”, “sosyalist-kapitalist” ayrımları üzerinden yapılabileceği görülmektedir.

Daha da ciddi olanıysa, “iktidarda” kalmak için, her şeyi göze almış hükümetlere karşı halkı örgütlemek, düşünüldüğünden daha kolay hale gelmektedir. “Çekirdeğin” örgütlenip güçlendirilmesi, hala “Leninist” bir sorundur. Ama, kitle ve halk, günler içinde, harekete geçebilmekte, ideolojik bilinç olmasa bile, ideolojik aidiyet edinebilmektedir.

Kitlelerin, örgütsüz haliyle, kendiliğinden ve ansızın yükselişe geçebilmeleri, küçük ve yerel protestoların hızla genelleşip yaygınlık kazanabilmeleri, güçlü çekirdeğe sahip öncülerin hem hızla etki alanı kurmaları, hem de iktidara yürümeleri için yeni politik olanaklar vermektedir. Fakat, kitlelerin kendiliğinden ve hızla yükselişe geçmeleri, çoğunlukla protesto etmekle, direnmekle ilgilidir. Protestoların yerini sessizliğe, umutsuzluğa bırakması da beklenmelidir. Ama, bu türden deneyimler, politik eğitim işlevi görmenin yanında, hafızalara da kazınmaktadır.

Yapılacak olan, bu imkanları görüp, sosyalistlerin (komünist demek istemiştim) iktidara talip olduklarını, halkın, işçi sınıfının sosyalizmsiz hiçbir sorununu çözemeyeceğini sürekli işlemesi, “propaganda” etmesidir.

Çünkü gerçek budur!

***

Karşı-devrim mi yapılıyor?

Daha önce çok yaptılar, bu gün olanlar o nedenle oluyor zaten!

Faşizm mi geliyor? Geldi, gitti, bir daha gelir mi, sosyalizme karşı ileride olabilir; ama, faşizm, otoriter dincilikten,  polis devletinden, çok daha fazlasıdır.

Ne oluyor peki?

Türkiye sosyalizme hazırlanıyor!

***

Ama, aceleci olunmamalıdır!