Devrimci kutup, siyasal odak ve sınıf siyaseti üzerine

AKP iktidarının on birinci yılında 2013 Gezi/Haziran isyanıyla başlayıp 1 Kasım 2015 seçimiyle noktalanan son iki buçuk yıl, görece kısa, ama düzen içi güç ilişkileri, dönüşümleri için olduğu kadar, sol hareket ve siyaset açısından da derslerle dolu bir dönemdir. 

Ne deneyim, ne de dersleri tümüyle yenidir. Bu dönemi önemli yapan, bize, toplumsal laboratuar değerinde, zengin ve yoğun bir siyasal pratik sunmuş olmasıdır. Kitleler en çok kendi deneylerinden öğrendikleri, en büyük öğretmen, en etkili sınıf bilinci kaynağı toplumsal pratik olduğu için bu deneyimin derslerini içselleştirmek bugün büyük önem taşıyor.

Söz konusu dönem, düzen içi siyaset, özellikle de Erdoğan’ın izlediği karşı devrimci siyaset açısından da öğretici. Şimdilik konumuz değil.

Ağırlığını emekçi sınıfların oluşturduğu halkın, dolayısıyla Türkiye sol/sosyalist hareketinin ihtiyacı ise bu önemli tarih kesitinden doğru-yanlış “yapılanlar”, en çok da yapılamayanlar üzerinden “ne yapmalı?” sorusuna anlık olmayan yanıtlar üretmek olarak beliriyor.

Zor ve karmaşık soruların kolay yanıtları bulunmuyor.

Son 30-40 yılın deneyimi, doğru yanıtlara ulaşmak için, en başta günübirlik düşünüp davranma, durumları “idare etme” alışkanlıklarından, “dar pratikçilik”ten kurtulmak, sınıf ve sosyalizm pozisyonlarında ısrarcı olmak, öncelikleri doğru belirlemek gerektiğini gösteriyor.

Geçen yazımda, öncelikli görevin AKP’yi indirmek üzere “en geniş birlik” peşinde koşmak değil, AKP karşıtı toplumsal birikime amaç, yön ve enerji kazandırarak hem AKP’den hem bu düzenden kurtulmayı olanaklı kılacak devrimci bir kutbu, emek ve sosyalizmin siyasal odağını var etmek olduğunu yazmıştım.

Bu yazıda, bu vurgulu anlatımlarla neyi kastettiğimi açmaya çalışacağım.

***

Ondan önce, birkaç not.

En başta, geçmişin derslerini kavrayarak yenilenmenin en önemli yollarından biri olan eleştiri ve özeleştiriyi birbirine ve kendine eziyet etmekten haz duyan sadist-mazoşist güdülerden arındırmak, “tarihi yapan” insanın, yapabileceklerinin sınırlarını da belirleyen nesnel koşulları, “zamanın ruhu”nu kendisinin yaratmadığını, bu koşulların salt devrimci irade ile de aşılamayacağını akılda tutmak gerekiyor.

Bu koşullar, birçok bakımdan örneğin yüz yıl öncesinden farklıdır. 1914’de başlayan Birinci Dünya Savaşı’ndan yüzyıl sonra sistemik bir kaosun, daha öncekilere benzemeyen bir emperyalist savaşın içinden geçiyoruz.

En önemli farklardan biri, bu kez savaşın bir tarafında, “emperyalist savaşı iç savaşa, sınıf savaşına dönüştür” çağrısı yapan komünist, devrimci bir odağın etkili reel bir seçenek olarak yer almayışıdır. Birbiriyle şimdilik vekilleri aracılığıyla savaşan büyük emperyalist güçler bu durumun farkındalar ve sistem dışı, düzen karşıtı oluşumları asimile etme (kendilerine benzetme, sistem içine çekme); hizaya sokma noktasında tam bir tutum birliği içindeler. Rojava’ya ve Yunanistan’a bakın!

Bir başka fark, yüzyıl içinde kapitalizmin birleşik kaplar türünden birbirine bağlı birimlerden oluşan organik bir dünya yaratma yolunda önemli mesafe katetmiş, farklı toplumların yazgılarını birbirlerine sıkıca bağlamış olmasıdır. 2015’de de, 1915’de olduğu gibi emperyalist zincirin tamamında gerilim, sürtünme ve çatlaklar var. Kimi halkaların daha zayıf olduğu da açık.  Ama bu zayıf halkaların zincirden kopması, bugün yüzyıl öncesinden çok daha fazla zincirin tümündeki gelişmelere, bu halkaların, eşzamanlı, giderek birleşik hareketine bağlı. Son yıllarda, bizimkinden de zengin bir siyasal pratik yaşayan Yunanistan deneyimi bu açıdan da derslerle dolu.

Bu bağlamda,  “küresel devrimci durum” üzerine düşünmek ve tartışmak ufuk açıcı olabilir.

Devrimci görevler için, “devrimci durumu”, yeni bir yükseliş dalgasını beklemek ise çıkar yol değil. Çünkü, bir devrimci durumda bile tarihsel inisiyatif, o zamana dek sosyalizm hedefini soyut biçimde yineleyenlere değil, yaptırmama ve yapma erkine, yönetme kapasitesine sahip olduklarını gösterebilenlere geçer. Devrimci duruma dek, emekçi halkın yaşam mücadelesine katkısı, katılımı olmayanlar devrimci durumda sıçrayamaz. Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz!

Doğrusu, emekçi halkın, sınıf mücadelesinin güncel gerekleriyle, toplumsal kurtuluş hedefi arasındaki bağı pratik mücadele içinde yeniden ve yeniden kuran bir yoldan yürümektir.

“Görevler”, “taktikler” uygulanmak, yaşama geçirilmek içindir. Başlangıçta düşünce düzeyinde belirlenen hedeflerin “maddi güce” dönüşmesi, kitlelere ulaşmasına, onları kavramasına bağlıdır. Düşüncelerin kitleleri kavraması ise devrimci pratik eleştiri ile birlikte ayrıntılara egemen, güçleri önceliklere göre yönlendiren, seferber eden bir örgütlülüğü ve örgütçülüğü gerektirir.

Son not: Devrimci kutup ve siyasal odak terimlerini, tarihsel görevleri zaman içinde kendini amaçlaştırarak işlevlerine yabancılaşan araçların ve simgelerin gölgesinden kurtarmak, siyasal öncelikleri, işlevleri öne çıkarmak için seçtim; araçları reddetmek için değil. 

***

Kutup sözcüğünün beş anlamı var:  1. Yeryuvarlağının, ekvatordan en uzak olan iki noktasından her biri, kuzey ve güney kutupları. 2. Gökküresinin, çevresinde döndüğü varsayılan iki ucundan her biri. 3. Elektrik akımı geriliminin en yüksek dereceyi bulduğu iki noktadan her biri. 4. Mıknatıs metalinin iten ve çeken iki ucundan her biri. 5. Bir konuda yüksek bilgisi ve yetkisi olan kimse. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1974)

Tüm anlamlar aynı yönü gösteriyor. Siyaset yazınında kutup, uçtan siyaseti, uzlaşmaz ve sivriltilmiş karşıtlığı, çekme- itme erkini, iki karşıt uca doğru toplumsal-siyasal hareketlenmeyi/toplanmayı (kutuplaşma=polarizasyon) anlatan bir kavram olarak kullanılıyor.

Odak, bir fizik kavramıdır. Dışbükey bir merceğe koşut olarak gelen ışınların yansıdıktan sonra toplandığı nokta anlamına geliyor. Mercek, dağınık, koşut ışınları bir noktada merkezileştirerek, ışınlar toplamından daha güçlü, örneğin yakıcı ve yıkıcı da olabilecek bir enerjinin üretilmesini sağlıyor.

Devrimci kutup ve siyasal odak kavramları üzerinden öncelikli görevleri, şimdilik başlıklar olarak şöyle sıralayabiliriz.

Bir: Devrimci siyaset, antagonizma (uzlaşmaz karşıtlık) üzerinden kurulur. Emek-sermaye, kapitalizm-komünizm karşıtlıkları, sınıf mücadelesinin iki kutbunu, aynı zamanda iki zıt dünyayı temsil ederler. Görev, komünizm kutbunu inşa etmektir. “Bağımsız devrimci siyaset” de, söylemde ve eylemde düzen karşıtı kutbun inşasından başka bir şey değildir. Açık, derinlikli, somut, günlük yaşama dokunan bir düzen (kapitalizm) sergilemesi, çok yönlü ve eylemli pratik düzen eleştirisi, üretici güçlerin bugünkü gelişme düzeyinin barındırdığı komünizan öncüllerin bilince ve programa çıkarılması bu inşa etkinliğinin önemli başlıklarıdır. Düzenin savaş, katliam; akademiyi, siyaseti, kültürü dinselleştirme; halkları din/mezhep temelinde birbirine düşürme; havayı, suyu, yeşili, kültürü, sanatı, insanı her şeyi metalaştırma; büyük çoğunluğu yoksunlaştırma, yoksullaştırma, geleceksizleştirme; insanlık kazanım ve birikimlerini değersizleştirme vb. pratikleri, bugün tüm bunlara karşı yürütülecek mücadelelere nesnel olarak ve deyim yerindeyse “kendiliğinden”  antikapitalist, düzen karşıtı bir karakter kazandırıyor.

Komünistlerin böyle bir nesnellikte dönüştürücü işlevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için, sıfat ve etiketlerin ötesine geçip devrimciliklerini pratik mücadelede ortaya koymaları gerekiyor.

İki:   Siyasal odağı, Lenin’in deyimiyle “devrimin siyasal ordusu”, “cephe”, “blok” olarak da okuyabilirsiniz. Devrimci hareket, çeşitli yürüyüş kollarından oluşuyor. Siyasal odaklaşma için, bu kolların içindekilerin “bizimle aynı amaçlar için mücadele eden başkaları da var” bilinciyle davranması, güç ve enerjilerini sonuç alıcı noktalara yoğunlaştırması asıldır. Gerekli olan, sınırları belirsiz ve sanal bir “en geniş birlik” ya da etki-tepki döngüsünde enerji tüketen hiper aktivite değil, var olan taraflaşma ve hegemonya eksenini değiştirip yenisini var edecek bir dışbükey mercek yaratmaktır.  En geniş yığınları kazanmanın yolu da budur. Örnek olsun, bir yıl önce umut ve enerji yaratan Birleşik Haziran Hareketi’nin geriye düşmesinin temel nedeni en geniş birliği sağlayamaması değil siyasal odak olamamasıdır.

Üç: “Madde”siyle, toplumsal özkaynağıyla, yani  toplumsal proletaryayla buluşamayan, kaynaşamayan, bu anlamda “halklaşamayan” hiçbir siyasal özne toplumsal düzeyde kutup ve odak oluşturamaz. “Ekonomizm” ve “yüksek siyaset”, “politisizm” * hastalıklarından arınmış sınıf siyaseti anlayış ve pratiğini yeniden üretmek ana halkadır. Bu konuyu, hak ettiği önem nedeniyle ayrıca işlemek gerekiyor. Bu yazı için şu birkaç noktanın altını çizmekle yetinelim: İşçi sınıfının yapısında, bileşiminde önemli değişiklikler, sınıf kültürü ile “kitle kültürü” arasında, emek süreciyle gündelik toplumsal yaşam arasında önemli geçişkenlikler var. Toplumsal proletarya büyüyen, ama “fabrika”, “işyeri”, işkolu, sektör, çalışma koşulları, kafa ve kol emeği, toplumsal cinsiyet vb. kavram ve konumları bakımından çeşitlenmiş, “eski” yöntem ve araçlarla siyasallaştırılması, hele de “örgütlenmesi” zorlaşmış çok katmanlı bir sınıftır. Yeni durum, her zaman her konuda olduğu gibi sorun ve olanakları iç içe barındırıyor. Önümüzdeki dönemde,  işçici (uvriyerist); ekonomik çıkar belirlenimli bir tarzdan çok, işçi sınıfının somut mücadele talepleri üzerinden siyasallaşmasına hizmet eden, ülke düzeyindeki mücadele hedefleriyle uyumlu yerel inisiyatif ve örgütlenmelere ağırlık vermek yerinde olacaktır.

Örgütlenmek, çoğalmaktır; “üremek”tir. Ne yazık ki, “yeni insan kazanmak” sol hareketimizde refleks olmaktan çıkmıştır. Oysa dinç ve taze güçlere, henüz “sosyalist” olmayan işçilere, kadınlara, gençlere ve aydınlara ulaşmak, onlarla örgütlenmek hareketin cansuyudur.

Dört: Yeni bir toplum kuruculuğu iddiasındaki her sınıf kendi amaçlarıyla toplumun ortak çıkarları ve tarihsel sorunları arasında köprü kurar ve kendisini “egemen sınıfın karşısında toplumun tüm kitlesi olarak” sunar. Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde formüle ettikleri bu düşünce, bugün özellikle geçerli ve değerlidir. Genel ve evrensel öneminin ötesinde bu konunun bizim için, tarihsel ve güncel bakımdan kritik iki başlığı var: Kürt dinamiği ve laik devlet-seküler toplum mücadelesi! Bu iki sorun iki farklı ayrışma/birleştirme ekseni oluşturuyor ve tüm toplumun bugününü, yarınını, yaşam tarzını doğrudan ilgilendiriyor.

Sosyalistlerin görevi, bu sorunlara emekçi, ilerici ve seküler güçlerin birliğini sağlayacak çözümler üretmek, bunun için de var olandan farklı bir kutuplaşma ekseni yaratmaktır.

Laiklik olmadan olmaz ve 13 yıllık pratik, laik devlet-seküler toplum mücadelesinin ancak, Kemalist laikliğin ötesine geçen emekçi karakterde sosyalist aydınlanmacı bir programla kazanılabileceğini göstermiştir.

Kürt hareketi ile sosyalist hareket arasında özdeşleşme ve tekleşme değil, somut başlıklarda mücadele birliği, ortak devrimci amaçlarda stratejik ittifak hedeflenmelidir. Bir bölge devriminin gündemde olmadığı koşullarda bu siyasal ilişkinin ortak siyasal zemini Türkiye’dir. Güncel görev ve hedefi ise, bir dostun formülasyonuyla, “HDP Kürt halkından kopmasın, biz HDP’yi Türkiye siyasetinden koparttırmayalım” biçiminde formüle edebiliriz. 

Beş: Kürt ve laiklik sorunlarıyla, “dinci ve kinci nesil” yetiştirme mühendisliğiyle bağlı bir büyük sorunumuz, Türkiye toplumunun ideolojik-kültürel bir çözülme, çürüme ve dağılma içinde olmasıdır. 10 Ekim Ankara, 13 Kasım Paris katliamlarından sonra iki stadyumda yaşananlar, AKP’nin biriktirdiği lümpen tortunun herhangi bir toplumu bir arada tutan asgari ortak insani değerleri, bir arada yaşama isteğini dinamitleyecek “sınır ötesi” bir noktaya dayandığını gösteriyor. Türkiye toplumu histerik bir lümpenleşme dalgası altında soluksuz bırakılmak, sindirilmek isteniyor.

Bu dalgaya karşı, ideolojik, aynı zamanda fiziksel bir direnme çizgisi, barikatı kurmak için mücadele etmek, güçleri birleştirmek gerekiyor.

Kültürün en özlü tanımı, “yaşamla ilgili her şey” olduğuna göre, “yaşam tarzı” duyarlığını, ilerici insanlığın evrensel kültürel değerleri üzerinden bir karşı taarruza dönüştürmek için yapılacak çok şey var.

En son, 1 Haziran ile 15 Haziran 2013 tarihleri arasında Gezi isyancıları kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, barışçıl, eşitlikçi, özgürlükçü, dayanışmacı, paylaşmacı, paranın saltanatının geçici de olsa geçersiz kılındığı, karşılıksız hizmetin, gönüllü katkının “ahlak”  sayıldığı, din, dil, etnik köken farkının bilinmediği “başka bir dünyanın”, bir kardeşlik dünyasının mümkün olduğunu bir “an” kısalığında da olsa göstermişlerdi. Bir karşı kültürel taarruz için muhtaç olduğumuz kuvvet o pratikte mevcuttur!

Bu yazının son cümlesinde genç devrimcilere, genç komünistlere seslenmek istiyorum: Geleceği, gelecek için bugünü kazanmak üzere, öncelikli  görevlere, sonuçları zamanla alınacak hedeflere daha çok zaman ve dikkat yoğunlaştırmalıyız!


* Bu kavramla ilgili açıklama ve çözümlemelere ilgi duyanlar için, Kapitalizmin Sınırları ve Toplumsal Proletarya (Yordam Kitap, İstanbul, 2012, s. 149-170) kitabıma bakabilirler.