Dün ülkemiz yine alçakça bir saldırıya tanıklık etti. Sözde bir sağlık görevlisi, Suriye’deki silahlı kamplara gidip gelen, orada yetiştirildiği ve görevlendirildiği çektiği fotoğraflardan açıkça belli olan bir kontrgerilla elemanı HDP İzmir İl Binası’nı bastı ve binada tek başına bulunan HDP üyesi Deniz Poyraz’ı katletti. İktidarın HDP’yi ve tüm muhalifleri sürekli hedef göstermesinin ve “Meczuptu, milliyetçi duyguları incinmişti” diye geçiştirilemeyecek kadar örgütlü, planlı bir hazırlığın sonucunda bir hayat yitip gitti.
Yitimin yarattığı acı ve öfke büyük. “Ya iptal edilen kalabalık toplantı o sırada gerçekleşiyor olsaydı” düşüncesi zihnimizi kemiriyor. Belleklerimizde geçmiş katliamların, 10 Ekim’in, Suruç’un yakıcı anısı hâlâ taze. İçimizde yeni bir 7 Haziran - 1 Kasım 2015 karanlığına saplanma kaygısı..
Olmaz olmaz değil. Henüz iki hafta önce “Bunlar daha iyi günleriniz” diye tehdit edilmişken iktidarın ülkeyi kolaylıkla kan gölüne çevirebileceğini, SADAT’ın boşuna kurulmadığını, bekçilerin durduk yere silahlandırılmadığını, mafya-siyaset ağını, faili meçhullerin arkasındaki azmettiricileri biliyoruz. Bugüne dek “o kadarını da yapamazlar” dediğimiz neredeyse her şeyi yaptıklarını da anımsıyoruz.
Bunları yazıyoruz ama göz korkutmak değil amacımız.
Saldırıdan hemen sonra Deniz Poyraz’ın annesi, kızını son bir kez görmek için il binasının önünde beklerken şunu söylüyordu: “Deniz Gezmiş’in ismini Deniz’e koymuştu amcası. Bir Deniz gitti, bin Deniz gelecek.”
“Pir Sultan Ölür Dirilir”lerden, “Ekilir ekin geliriz / ezilir un geliriz / bir gider bin geliriz / beni vurmak kurtuluş mu”lara bu coğrafyada yüzyıllardır biriken acıyı bal eğleme kültürünün bir yansıması bu sözler.
Zalime karşı “bir gider bin geliriz” meydan okumasını tarihsel-nesnel bir gerçeklik olarak benimsiyoruz. Sahiden de bir gidip bin gelmişiz, kırılmakla tükenmemişiz.
Bunları yazıyoruz ama ölü(m)lere dayanmak değil amacımız. Yaşamdan yanayız hep. İnadımız eşit, adil, onurlu bir yaşamı kurmakta.
Öyleyse neden tehditlerden, kontrgerilla yapılarından, ölümlerden bahis açıyoruz? Bunları yazıyoruz çünkü bu saldırı olasılıklarını, içinde bulunduğumuz gerçekliğe dair kendimizi kandırmamak, “hiçbir şey yapmasak bile nasıl olsa ilk seçimde gidecekler” kolaycılığına kapılmamak için kerteriz noktası olarak kullanıyoruz.
Bunları yazıyoruz çünkü aslında aklımızdaki o kritik soruya yanıt bulmaya çalışıyoruz: “Ellerinde bu kadar güç varken nasıl gidecekler?”
Yıllardır bu soruya toplumsal muhalefet güçleri olarak kesin bir yanıt bulabilmiş değiliz, sonuçta AKP’yi tümden göndermeyi henüz başaramadık ancak AKP’yi nasıl gerilettiğimizi ve nasıl gitmeyeceklerini çok iyi biliyoruz.
İktidarı gerilettiğimiz dönemlerin ortak özellikleri belli. Gezi’de, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde, sonucu gasp edilse de 2017 referandumundaki “Hayır”ın güçlü sesinde, 2019 Yerel Seçimleri’nde ana fikir hep yan yana gelebilmekti. Tersinden baktığımızda AKP’nin elinin en çok güçlendiği anlardan biri olan 1 Kasım 2015 Genel Seçimi’ne giden süreçte ise kanlı saldırılar sonrasında muhalafet dağılmış, eve çekilmiş, yalnızlaşmış ve sinmişti. Demek ki birlikteliğimiz bizim işimize yarıyor, yalnızlığımız onların. Demek ki sokakta hak aramamız bizi güçlendiriyor, eve kapanmamız onları.
O halde bugün AKP’yi geriletmenin formülünü yine buralarda bulacağız. Kapatma davalarıyla, tutuklamalarla, kayyumlarla ve saldırılarla yalnızlaştırılmak istenen HDP’yi yalnız bırakmamayı, hem bir devrimci sorumluluk hem de AKP’nin gidişini kolaylaştıracak zemini yaratmak bakımından görev edineceğiz. Baskılar karşısında hiç kimseyi bir başına koymayacağız.
Korku iklimine ve sindirme politikalarına karşı dik duracak, teslim olmayacak, evlere kapanmayacak, anayasanın 34. maddesinden gelen hakkımızı kullanacak ve bir de, kamusal alanda var olmayı radikalizm sayıp öcüleştirmeye çalışan zırvaları elimizin tersiyle bir kenara koyacağız.
“Bir Deniz gitti, bin Deniz gelecek” sözü bir inanç, bir umut, bir beklenti kadar yaşamın diyalektiğini de sunuyor bize. Dünkü Deniz yeni doğanların adına yazıldı, anısı şiirlerde, şarkılarda çoğaldı, devrimci mirası kuram ve eylemlerde kendini yeniden üretti. Her kuşaktan Denizlerin varlığı, o Bizim Deniz’in güçlü iradesinden, Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini son nefesine kadar taşıma inadından doğdu. Bugünkü Denizler dünkünden el almıştı, kendileri de yarına yeni anlamlar bırakarak ilerleyecekler. Hayat tam da böyle bir şey zaten.. bir tohumdan fidan olma, fidanken kırılıp toprağa düşme, oradan yeni bir filiz verme sırası.
Dün düştük, evet. Canımız yandı, sarsıldık. Ama bugün kalktık. Yarın yine koşacağız.
Hemen yarın, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmediğimizi, tek adamın fermanını kabul etmediğimizi göstermek için, Gülistan, Ceren, Emine, Şule, Hande, Özgecan, Pınar, Deniz burada demek için binlerce kadın Maltepe’de, alanlarda, meydanlarda, sokaklarda olacağız.
Bozkırlardan geçse de yollarımız, sonunda mutlaka Denizlere varacağız.