Dedemin ve Maraş’ın öyküsü
Şöyle bir geçmişe baktığımda, en yoğun böyle düşündüğüm zamanlardan bir tanesini dedemi kaybettiğimde yaşadığımı anımsıyorum. Sadece dedem olduğu için değil, gazeteci, araştırmacı, yazar ve değişik bir yaşamı olduğu için.
Oğuz Paköz Maraş Senin Nazın Var isimli kitabında Maraş’ın her şeyini, anılarından yola çıkarak her şeyini, anlatıyor. Neler yok ki kitapta; tarihi yapılardan yemeklere, çocuk oyunlarından el sanatlarına, ünlü kişilere kadar ne ararsanız. Ünlü kişiler denince yazarlar, devlet adamları gelmesin aklınıza, Paköz çocukluğunda gördüğü, duyduğu güreşçi Mağralı Ökkeş, kentin delisi sayılan Hortum gibileri anlatıyor kitabında. Elbette hepsi bunlarla da sınırlı değil, doktorların bir kısmının cuma günleri hastalarından ücret almadığı gibi bana ilginç gelen bilgileri de aktarıyor Paköz. Anladığım kadarıyla kitap 1974 yılında yazılmış, yani Cumhuriyet tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan 1978 Maraş Katliamına dair içeriden bir anı yok.
KÜNYE: Maraş Senin Nazın Var. Oğuz Paköz, Onikişubat Belediyesi Yay., 2022. Sahaflarda 20-70 TL arası.
Şimdi nereden çıktı bu kitap diyecekseniz. Anlatayım, ben Maraşlıyım, dedem de. Geçenlerde bir şekilde dedemin yazdığı kitapları okumaya başlayınca, doğal olarak diğer Maraş kitaplarına da bakmam, okumam gerekti. Paköz kitabında kendisinden yaşça büyük akrabalarının anılarını, anlattıkları öyküleri kaydedip, gelecek kuşaklara aktarmak istediğinden söz edip, sonra da araya giren işler nedeniyle gerçekleştiremediğine hayıflanıp, “Bu işler çok ötelemeye, ertelemeye, ağırdan almaya hiç gelmiyormuş. Bunu öğrendim ama iş işten geçmişti” diyor. Benim de çokça yaşadığım bir duygu bu; hem o kişilerle daha fazla zaman geçirme olanağı kalmadığı için hem de birikimlerin yitip gitmesi açısından. Şöyle bir geçmişe baktığımda, en yoğun böyle düşündüğüm zamanlardan bir tanesini dedemi kaybettiğimde yaşadığımı anımsıyorum. Sadece dedem olduğu için değil, gazeteci, araştırmacı, yazar ve değişik bir yaşamı olduğu için.
O zaman önce biraz bilgi vereyim. Dedem Ali Saim Emirmahmudoğlu 1914 doğumlu. İlk öğrenimini Maraş’ta, orta öğrenimini Adana Erkek Muallim mektebinde tamamlar. Sonrasında 16 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra istifa edip, gazeteciliğe başlar. Uzun yıllar yerel Demokrasiye Hizmet (1950-1963) ve Memleket (1963-1968) gazetelerini çıkartır. Gazetelerinin Püsküllü Edik adlı mizah ve Yeni Çocuk ekleri de vardır. Maraş dışında öğretmenlik yaparken kendi başına ‘Koçak’ soyadını alır ve bu hareketi Maraş’ta küçük çaplı bir krize neden olsa da aile baskısına dayanamayıp, o da tüm akrabaları gibi Emirmahmudoğlu olur. Sonraları tekrar memuriyete dönüp, emekli oluncaya dek İl Halk Kütüphanesi müdürlüğü, ilkokul öğretmenliği ve müdürlüğü yapar.
Gazeteciliği döneminde bir süre DP yöneticiliği de vardır ve bu arada yazıları nedeniyle hapis ve para cezalarına çarptırılır.(1) Gençliğinde çok iyi tenis ve satranç oynadığının söylendiğini anımsıyorum; sanırım dereceleri de varmış. Tenisi bilmem ama satrançtaki ustalığını görmüştüm. Pek çok ciddi oyuncuyu eksik taşla oynayarak yendiğini bilirim. Karacaoğlan, Ashab-ı Kehf ve Maraş Millî Mücadelesi ana araştırma konularıydı ve çok sayıda makale yazmıştı. Yine anımsadığım kadarıyla dindar bir insan değildi, çocukluğumdan ibadet etmesiyle ilgili bir anım yok ama yaşamının son yıllarında tüm yaşamı boyunca kılması gereken namazları kılmaya kalkışmasını hatırlıyorum. Sürekli namaz kılıyordu. ‘Bu hızla giderse ne zaman biteceğini’ sorduğumda yüz küsur yaşını söylemişti ama sanırım kimseyi ikna edemedi ki 87 yaşında, 2000 yılında yaşamdan ayrıldı.
Sağlığında iki kitabı basılmıştı. İlki, Maraş’ı tanıtan ve sorunlarını tartışan bazı yazılarını bir araya getirdiği Maraş İçin. 1946 baskısı bu kitabı sahaflarda buldum, açılmamış bir nüshasıydı (sanki o yıllarda basılan bir kitap için ‘nüsha’ sözcüğünden başkası uygun olamaz gibi geliyor bana). Adına imzaladığı arkadaşı sayfalarını açmadan benim için bekletmiş gibiydi. O zamanlar Maraş’ın kalkınması için tren istasyonu, dokuma fabrikası ve Gavur Gölü’nün kurutulması gerekli görülüyormuş. Üzerinden seksen yıl geçince bunların yetmeyeceği hatta göl kurutmanın yanlışlığı ortaya çıksa da o zamanların ruh halini yansıtması açısından ilginç geldi bana. Gerek Maraş İçin’de gerekse Paköz’ün kitabında ısrarla Maraş’ın deprem bölgesi olduğu vurgulanıyor. Gerçekten de Maraş tarihte altı kez yıkılmış ve üç kez aynı yerde kurulmuş. Çoğu da deprem nedeniyle. Kayıtlara göre 1114 depreminde neredeyse kentten hiç kimse kurtulamamışken, 1296 depreminde kırk bin kişi ölmüş. Öfff; ders almak gerek, ders almak için de bilmek, okumak…ve elbette şu rant belasını yenmek.
KÜNYE: Maraş İçin. Maraşı Sevenler ve Güzelleştirme Derneği Yay., 1946. Sahaflarda 100 TL.
Dediğim gibi, Maraş Millî Mücadelesi, dedemin üç ana konusundan bir tanesiydi. Topladığı belgeler, zamanında yaptığı röportaj ve söyleşilerle tarihin doğru yazımına katkısı inkâr edilemez. Bu konuda da doğrudan yazdığı bir kitabı olmasa da Işık gazetesinde 1987 yılında yayınlanan bir seri yazısını Serdar Yakar, Bayrak Olayının Psikolojik Analizi adıyla kitaplaştırmış. Olay kısaca şöyle; Mondros Mütarekesi uyarınca 22 Şubat 1919'da Maraş’ı İngilizler işgal eder. Sekiz ay süren İngiliz işgalinden sonra İtilaf devletleri arasındaki görüşmeler sonucu, Maraş’ın Fransızlara devrine karar verilir. O ana dek ciddi bir direniş olmazken, belki de yerel Ermeni nüfusun Fransızları istemesine tepki olarak, Maraş içerisinde bir kıpırdanma başlar. Hatta, “illa bir işgalci olacaksa, İngiliz olsun” diye İtilaf devletleri temsilcilerine tuhaf bir telgraf bile çekilir. Tahmin edilebileceği gibi kimse bu telgrafı ciddiye almaz ve Fransızlar 29 Ekim 1919'da şehre girerler. İki gün sonra, 31 Ekim’de çıkan bir tartışmada Fransız askerleri bir Türk’ü vurur. Bunu gören o bölgede sütçülük yapan İmam isimli vatandaş da Fransız askerini öldürür. Sütçü İmam(2) sanıldığı gibi profesyonel din görevlisi değildir, sadece ismi İmam’dır. Sütçü İmam’ın bu kurşunu Anadolu’da savaşın ilk direniş kurşunu olarak kayıtlara geçer. Son kurşun da 17 Eylül 1922’de Bandırma’da atılmıştır. Neyse, artık bundan sonra şehir hep gergindir. Yaklaşık bir ay sonra 27 Kasım’da Fransızlar kaledeki Türk bayrağını indirirler. Bunun üzerine halk kaleye yürür, bayrağı yerine çeker ve 72 gün süren çatışmaların sonucunda 11 Şubat 1920’de Fransızlar kenti terk eder ve 12 Şubat Maraş’ın kurtuluşu olarak kutlanmaya başlanır.
KÜNYE: Bayrak Olayının Psikolojik Analizi. Onikişubat Belediyesi Yay., 2022. Bulması güç, meraklısı ile paylaşabilirim.
Bu süreçte dedemin ısrarla üzerinde durduğu iki nokta vardır. İlki, Türk bayrağı indirilince yerine Fransız bayrağı çekilememesi. Bu nokta işgalcilerin psikolojisini ve Türk Savunma Teşkilatı’nın gücünü ortaya koyması açısından önemli. İkinci nokta işgal sırasında Ermenilerin Türklere, özellikle kadınlara işkence yapmasının (tecavüz, memelerini kesme, çıplak namaza zorlama, kazığa oturtma vs.) uydurma olduğunu söylemesidir. Bence bu nokta da işgale karşı çıkışın gerçekten bağımsızlık duygusuyla olduğunu vurgulaması açısından önemlidir. Her iki konuda da belgelerle karşı çıkmış, ayrıntılara girmiş doğruları söylemeye ve yanlışları düzeltmeye çalışmış.
Benzer titizliği halk ozanlarının ama özellikle Karacaoğlan’ın şiirleri için de göstermiş. Belleğim beni yanıltmıyorsa, çocukluğumda ilk kez bir cönkü (halk ozanlarının şiirlerini yazdıkları, aşağıdan yukarıya doğru açılan, deri kaplı defter) bana o göstermişti. Dediğim gibi, Karacaoğlan esas ilgi alanlarından biriydi. Yazılarını çoğunlukla Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yayınlamıştı. Bu konuda gerçekten uzman sayılırdı. Pek çok makalede kendisine gönderme yapıldığı gibi, dünyaca ünlü halkbilim hocalarından bir tanesinin yaptığı hatalardan söz eden makalede “Saim Emirmahmudoğlu'nun yazılarından yararlanmış olsaydı, kitaplarındaki eksiklikler ve yanlışlıklar olmayacaktı”(3) denilmektedir.
Dedemin doğrudan iki arkadaşıyla birlikte kitap olarak hazırladığı tek eseri Derdiçok ve Şiirleri’dir. Ömer Lütfi Pişkin (Derdiçok) 1874-1937 yılları arasında yaşamış, pek fazla tanınmayan ama önemli bir halk ozanı. Kendisini Karacaoğlan ile kıyaslayanlar olsa da bana sorarsanız etkilenme ve öykünme düzeyinde; fazlası değil. Ancak bu onun değerini azaltmaz. Kullandığı sade, duru ve yer yer mahallî dile bakınca, Türkçeyi bunca yıl içerisinde ne hale getirdiler demekten insan kendini alamıyor:
Ceyhan suyu gibi durgun akarım
Deli çaylar gibi sel etme beni
Eğer ârif isen dinle ne derim
Aslımız cevahir pul etme beni
Derdiçok ilginç bir kişi; eşleri (farklı kaynaklarda 6-12 arası) ya da sevdiği güzeller için söylediği çok sayıda şiiri var. Hatta şiirlerinin büyük çoğunluğunun bir güzel için olduğu söylenebilir. Dahası “imam olarak atandığı köyde ilk hafta içerisinde suya gelen köy kızlarına laf atar ve şiir söyler. Bunu haber alan köy halkı Derdiçoğu köyden uzaklaştırır”.
Derdiçok ve Şiirleri ozanın tüm şiirlerini bir araya getiren, farklılıkları düzelterek özgün halini bulan ve böylece ozanı tanıtan ilk kitap. Kaybolmasının önüne geçilmiş desem, abartmış olmam.
KÜNYE: Derdiçok ve Şiirleri. Ali Oğuz Özavşar ve Mehmet Ali Küçükpınar ile birlikte. 1946. Sahaflarda 120-225 TL arası.
Bunca halk ozanının izini sürdükçe kendisi de doğal olarak şiir yazmış dedem. Yine bunlar da diğer yazıları gibi kitaplaşmadan dergi ve gazetelerde kalmış. Doğrusunu söylemek gerekirse ben bir, iki şiirinden fazlasını okumadım, onlara da sadece antolojilerde rastladım. Bunlardan bir tanesi de yine Serdar Yakar’ın hazırladığı, Kahramanmaraş ve Cumhuriyet dönemiyle sınırladığı Öncü Şairler. Yakar, içinde dedemin de olduğu seksen kadar şairin yaşam öyküsüyle beraber genellikle bir, bazen iki şiirini yayınlamış. Şiir sayısı az olduğu için şairler hakkında fikir edinmek zor, hatta olanaksız ama yine de en azından varlıklarından haberiniz oluyor. Elbette aralarında Necip Fazıl Kısakürek, Gülten Akın, Mahzuni Şerif, Rüştü Şardağ gibi tanınmış olanları da var ama ben çoğunun adını ilk kez duydum. Yine de kimi halk ozanlarının dile hakimiyetleri, sözcüklerle oynamaları, sadelikleri etkileyici. Örneğin Mehmet Ayar’ın (Bozo Mehmet) yaşamını anlattığı şiiri:
Gençlik yıllarımda davar güderdim
Etinen büyüdüm geldim bugüne
Ala tazıynan ava giderdim
İtinen büyüdüm geldim bugüne
Burada bir ara verip Onikişubat Belediyesi ve Kültür Müdürü Serdar Yakar’dan söz etmem gerekiyor. Çok iyi kitaplar bastıklarını söyleyebilirim. İnceleyebildiklerim gerçek birer belge niteliğinde. Bunları basarak yitip gitmelerine izin vermemeleri çok önemli. Deprem sonrası durumlarını bilemiyorum ve bu yüzden resim altlarında “Belediyeden bulunabilir” diye yazamadım. Umarım her şey yolundadır. Ne kadar olabiliyorsa…
Öncü Şairler’de beni etkileyen bir nokta da pek çok gencin ilk yazılarını dedemin gazetelerinde yazmış olmasıydı. Bu arada halk ozanlarına da sayfalarını açtığını öğrenmiş oldum. Unutmadan, başta bahsettiğim, gazetesinin eki olarak çıkarttığı Yeni Çocuk, çocuklara yönelik değil, çocukların eserlerinden oluşan bir ekmiş. Umarım pek çok kişinin önünü açan dedemin yazıları da sınıflandırılarak ve hatta belki seçilerek bir araya getirilir. Örneğin ben, Sütçü İmam’la yaptığı söyleşiyi (2) gerçekten merak ediyorum. Veya önde gelen araştırma alanlarından biri olan Ashab-ı Kehf konusunda hiçbir yazısını okumadım. Tersine, Ashab-ı Kehf’in dedemin söylediği gibi Maraş/Afşin’de değil de, Efes veya Tarsus’ta olduğunu savlayan kaynaklar biliyorum.
KÜNYE: Kahramanmaraş’ta Cumhuriyet Dönemi Öncü Şairler. Serdar Yakar, Onikişubat Belediyesi Yay., 2020. Daha önce Kahramanmaraş Belediyesi de basmıştı. Sahaflarda 10-80 TL arası.
Bir anımla bağlayayım. Göz hekimleri katarakt ameliyatı öncesi hastalarına neden bu ameliyatı istediklerini sorarlar. ‘Televizyonu göremiyorum’ tarzındaki yanıtlar ameliyat için doktoru ikna etmeye yetmez, ‘o zaman televizyona biraz daha yakın otur’ derler. Dedemin bu soruya yanıtı ‘daktilomun tuşlarını iyi seçemiyorum, bu da yazı yazmamı yavaşlatıyor’ olmuştu. Hemen ameliyata karar verdiler; sanırım daha önce böyle bir yanıtla karşılaşmamışlardı.
Yazmayı bu denli seven birisi, basılmayı da hak ediyor. Yeni okurları için.
(1) Şavkılı C, Akyıldız A. Demokrat Parti Dönemi Maraş Basını. KSÜSBD 16 (2): 757-76, 2019.
(2) Bildiğim kadarıyla Sütçü İmam’la tek söyleşiyi dedem yapmış ve yanılmıyorsam anlattığı Sütçü İmam geleneksel kahramandan farklı bir tipoloji çiziyordu. Umarım bu söyleşinin kayıtları kaybolmamıştır.
(3) https://turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/sempozyum/semp_1/oy.pdf