Davutoğlu'nu paraleller mi üzdü?

Erdoğan'ın 19 Ocak'ta Kaçak Saray'da topladığı Bakanlar Kurulu toplantısında bir kare çok konuşuldu: Davutoğlu'nun "Küstüm oynamıyorum" bakışları.
Peki, bu fotoğraf Türkiye'nin geleceğiyle ilgili ne anlatıyor? 
 
 
Türkiye'de siyasi iktidarın otoriterlik ve baskı dozunu artıracağını söylemek abesle iştigal olmasa gerek. Bu tip iktidarlar, tekleşme üzerine kuruludur. Dönemsel müttefikler, bir aşamada yük haline gelir, seri hareket etmenin önünde engel teşkil ederler. Merkezin doğrudan denetiminde olmayan her türlü mekanizmanın, belli bir vadede kendi özgül ağırlığını yaratması zaten işin doğası gereğidir. Ancak, otoriter rejimlerde bu vadenin ömrü çok kısadır ve özgül ağırlıkların bir an önce tasfiyesi gerekir.

Siyasette başka bir tasfiye dinamiği daha tanımlayabiliyoruz: Merkezin denetiminde olmayan mekanizmaların yerine getirdiği işler/işlevler giderek önem kazanıyorsa; merkez, kısa devreler ya da paralel mekanizmalar aracılığıyla da sorunu çözmeyi deneyebilir. Yeni mekanizmalar, doğal olarak, diğerlerini tasfiye etmek amacıyla kurulmuştur.

Bir başka tasfiye gerekçesi ise, iktidarın tabiatı gereğidir: İktidar, her şeyden önce, dış ilişkiler ve silahlı güç tekelidir. Bu tekelin kırılması tasfiye sürecini beraberinde getirir.

Erdoğan'ın Gülen Cemaati'yle ilişkilerine bu pencereden bakılabilir örneğin. Ortadoğu politikasında ya da Kürt meselesinde ortaya çıkan gerilimler; iktidar blokunun bir parçası olarak ABD'yle kendine özgü ilişkileri olan, zor aygıtında kendi emir-komuta zincirini kurmuş bir Cemaat'e tahammül edilmesini imkansız hale getirmiştir. 

Ancak "paralel" mefhumu bitmemiştir, ve iddiamız odur ki, bitmeyecektir.

Örneğin, AKP ve İkinci Cumhuriyet Türkiyesi'nin kriz dinamikleri sayılırken yakın zamanda bir yeni gelişmeyle karşılaştık: Tayyip Erdoğan tarafından kurulan “paralel kabine”. Erdoğan Kaçak Saray'da bir gölge kabine kurarak hem Anayasa'yı bir kez daha delmiş, hem de başkanlık sistemine fiili adım atmış oldu.
 
Bunun ardından üç gün önce yapılan ve her ay olmasa da, periyodik yapılacağı anlaşılan bu toplantılarla, çift kabineli döneme geçilmiş oldu. 
 
Bakanlar Kurulu toplantısından önce Erdoğan'ın, kamuda şeffaflık yasa tasarısı adımıyla yanlış yapıldığını ima etmesi ve Davutoğlu'nun objektiflere takılan suratı birbirlerini bütünlüyor. 

Öyleyse şu tespitleri yapabiliyoruz: 
 
- İki kabineli döneme geçilmiştir.
- Birinci kabine Saray kabinesi, ikincisi Bakanlar Kurulu'dur.
- Her ikisine de Erdoğan başkanlık etmektedir. Davutoğlu artık, Türkiye'nin ikinci kabinesinin bir üyesidir.
- Saray kabinesi, Bakanlar Kurulu'nu tasfiye etmek amacıyla kurulmuştur.

Bu tür sert hamleleri, Erdoğan'ın böylesine kontrol odaklı oluşunu, yalnızca psikolojik nedenlerle yahut iktidar hırsıyla anlatmak doğru olmayacaktır. Bu partinin asli sorunlarından biri özgün ve köklü bir kadro kaynağına sahip olamamasıdır. Bu nedenle sürekli kadro devşirilmesi gerekmekte, her devşirme hamlesi de yeni riskleri beraberinde getirmektedir. 12 yıldır iktidarda olan bir partinin kadro yetiştirmek konusunda bu denli başarısız olmasının, yapıcı değil “yıkıcı” bir parti olmasıyla çok ilgisi vardır ve bu yıkıcı özellik, İkinci Cumhuriyet'in yerleşmesinin önündeki en ciddi engellerdendir.
 

Not: Bu yazı Komünist dergisinin 2. sayısında yer alan "İkinci Cumhuriyet'te krizler ve olanaklar" başlıklı yazının bir bölümünü temel almaktadır.