Dava, kin, korku ve düşüş...

Bir hükümet, bir lider düşmek istemez. Ama, düşmekten korkar mı? Çok rastlanılan bir durum değildir. Bildiğimiz kadarıyla, Erdoğan ve AKP kadar düşme korkusu olan lider ve hükümet partisi bizde olmamıştır. 

Bu korkunun nedeni herhalde düşmenin "bitmekle" bir tutulması. Doğru ya da yanlış, Erdoğan ve AKP hükümeti, düşmekle bir daha iktidar olamayacaklarını düşünüyorlar. Geçmişte, Demirel düşünce tekrar geleceğini düşünüyor ve geliyordu da. Ecevit de, uzun yıllardan sonra tekrar hükümete geldi, başbakan oldu. CHP'liler de, her ne kadar uzun zamandır hükümet olamasalar da, muhalefet olmak onları sadece umutsuz kılmış, ama, bitirmemiştir. Demek oluyor, kimilerinin geleceği var, kimilerinin yok.

Erdoğan ve AKP'nin nasıl hükümet olduklarını, bu güne kadar nasıl geldiklerini tekrar anlatmayacağız. Konumuz, düşme korkusunun büyüklüğü ve hastalıklı halidir.

İpucu, bu lider partisinin sürekli söyledikleri "dava" sözünde saklıdır. Bu davanın bir tür "kan davasına" benzediğini anlıyoruz. Bu "kan davası" derin bir tarihsel, ideolojik, kültürel bir kinden beslenmiş olmalı.

Kinin ve davanın nedenleri elbette somut ve nesnel tarihsel nedenlerden kaynaklanıyor. Bunun yanında, tarihi anlama biçiminde de bir tuhaflık, saplantı da söz konusu. Açıkça yazalım, tüm bu "kan davası" ve tarihsel kinin ardında, önce Osmanlı'nın ve İslam uygarlığının gerilemesi vardır. Sonra, Abdülhamid'in düşmesi, sonra Kurtuluş Savaşı ile birlikte cumhuriyetin ve modern ulus devletinin, toplumun kurulması vardır. Saltanat, Hilafet, ümmet, yerini modern devlete, laikliğe ve ulusal toplum inşasına bıraktı. Bu süreç diğer ülkelerde görüldüğü gibi köktenci ve yıkıcı olmasa da, yine de devrimci ve sancılı olmuştur. 

Dava da bu davanın kan davasına dönüşmesi de, özetle budur.

Bu davanın sahipleri daha son zamanlarda "cumhuriyetçi" olduklarını söylemek durumunda kaldılar. Farklı yorumlamakla birlikte, laikliği de kabul ediyorlar ne zamandır. Seçim dönemi öncesinden başlayarak, kendi anlayışlarına uygun olarak bir Atatürk kabulü de söz konusudur. Ama, şu 2023 projesi, anladığımız kadarıyla Cumhuriyetin yüzüncü yılını taçlandırma projesi değildir. İdeolojik ve simgesel bir anlamı olduğunu herkes biliyor. Çünkü, cumhuriyetle, dönemiyle ve Atatürk'le ilgili başka hiç bir olumlu sembole başvurulmamıştır. 2023'ü bir yüzyıl kutlanması olarak görmek isteselerdi, 1923 ve sonrasının sembollerine özel bir saygı da beslerlerdi. Tam tersi, Atatürk ve Cumhuriyet döneminin sembollerine özel bir kinle saldırmışlardır. Sadece Atatürk Orman Çiftliği'nin başına gelenlere, Çankaya Köşkü'nün başbakanlığa tahsis edilmesine, rütbesinin düşürülmesi demektir, bakalım, yeterli.

Kan davası ve kin dedik, bizzat Erdoğan, "kindar nesilden" bahsederken, kinin hedefinde ne olduğunu kapalı biçimde söylemişti. Kime, kimlere, nelere karşı kin? Cumhuriyet ve sonrasına değil de, Hristiyan Batı'ya, siyonizme mi karşı? Bu kabul edilemez elbette. Ya da, sık sık Erdoğan'ın mitinglerinde söylediği gibi, "komünistler, ateistler" mi kin beslenen kesimler? Kime karşı kindar nesilden bahsediyor Erdoğan? Ama, anlıyoruz, herkes de anlıyor: Kendilerinden olmayan pek çok kesim! İçeride de, dışarıda da. 

Düşme korkusu, hem söz konusu davadan, hem de bu kinden kaynaklanıyor olmalı. İnsanın böyle bir davası böyle bir kindarlığı olursa, nefret, tehdit ve korku elbette vardır.

Ancak, her vatandaşın bildiği gibi, düşme korkusunun daha yakın ve somut nedeni, hükümet nimetlerinden mahrum kalmak, belki de geçmişe yönelik kendilerine karşı da bir kinin besleneceği düşüncesidir. Erdoğan ve AKP, kendilerinden olmayanlara nefes aldırmadılar. Ne kamu ihalelerinde, ne devlet görevlerinin dağıtılmasında, ne politik yaşamda, ne medyada, ne sivil toplumda, ne sendikalarda, ne üniversitelerde... Bu kadar dışlayıcı, bu denli partizan bir parti ve hükümet, Cumhuriyet döneminde bulunmuyor. Atatürk, İnönü, Menderes, Demirel, Ecevit'e, hatta Özal, Çiller, bu denli partizan ve dışlayıcı olmamıştı.

Bu denli dışlayıcı ve partizan olan, elbette düşmekten korkar. Korkan da, olağan yollarla hükümetini, iktidarını bırakmak, istemez.

Türkiye OHAL altında, bir Cumhurbaşkanı adayının tutuklu olduğu halde, seçime gidiyor. Bir parti canını zor kurtardı, seçime giriyor. Diğer partiler hep olduğu gibi yine hazırlıksız yakalandı. Asker sınır ötesinde. Ama, Erdoğan ve AKP yine de korkuyor.

Kan davası, kin ve korku varsa, olağan bir düşüş olmasını da bekleyemeyiz. Ancak, korkunun doğamızın evriminden gelen "koruyucu" ve haliyle "güvenlik" sağlayıcı bir işlevi de vardır.

Umarız, Erdoğan ve AKP, bir evrim geçirmiştir ve her lider ve hükümet gibi, olağan biçimde, kaybettiğinde, düşer. 

Aksi durumda, "korku" ve politika üzerine daha uzun ve sistemli yazılar yazmak durumunda kalacağız.