Damar damar üstüne binmiş

Tıpta öyle bir şey olmasa da halk deyişinde var: “Damar damar üstüne bindi!”, deniliyor.

Tarif edilemeyen ve nedeni de bilinemeyen ağrı, acı veya hareket zorluğunu ifade etmek için halkımızın bulduğu bu nadide deyişte iki şey ifade ediliyor.

İlki, acıyla, ağrıyla kendini gösteren fiziksel sıkıntı; ikincisi, bunu anlatmaya, adlandırmaya çalışırken başvurulan sözcüklerin yetersizliğinden doğan dilsel sıkıntı.

Damar damar üstüne binince, sıkıntı da sıkıntı üstüne binmiş oluyor yani. Haliyle, kavram da kavram üstüne biniyor.

***

Ülkemiz sosyalist solunda demokrasi kavramı ile alakalı tartışmalar ve tutumlar da biraz bu hali andırıyor: Damar damar üstüne, kavram kavram üstüne biniyor.

Dört yanda görülen, duyulan, hissedilen bir sıkıntı var; ama tam olarak dile getirilemiyor, anlatılamıyor. Çünkü demokrasi sözcüğü sarf edildiğinde hafızalardan sökün eden şeyler birbirini pek tutmuyor.

Demokrasi sözcüğü, bir taraftan bir siyasal rejim biçimini tarif ediyor. Bunun burjuvası da var, sosyalisti de. Kimi sosyalistler, kavramın burjuvalar tarafından ‘temellük’ edildiğini düşündükleri için “sosyalist demokrasi”yi neredeyse tümüyle sözlükten çıkarmış durumdalar. Kimileri ise, demokrasiyi, ancak sosyalizmde gerçekleşebileceği için günümüzün siyasal jargonundan uzaklaştırıyor ve gelecekteki sosyalist toplumun bir niteliği olarak kullanıyor.

Öte yanda, sosyalist solun iç tartışmalarından zuhur edenler var. Örneğin, ülkenin geleceğinin sosyalizme mi yoksa bir demokratik düzene mi açılacağı hakkındaki tartışmalar. Kimisi, sosyalizmin vaktinin gelmediğini düşündüğünden, önce bir demokrasi durağına varalım demişler; kimileri ise, sosyalizme geçiş için koşulların mevcut olduğunu ileri sürüp demokrasi durağına uğramayı reddetmişler.

Başka zeminlerde de sürüyor kavram hakkındaki tartışma. Demokrasi deyince halkın kendi kendini yönetmesini anlamak da mümkün; siyasetin temsilciler aracılığıyla ifa edildiği parlamenter düzenin niteliğini de.

Velhasıl, demokrasi sözcüğü ortaya atıldığında birbirinden farklı birkaç şey birden masaya konmuş oluyor. 

Damar damar üstüne biniyor, kavram kavram içine geçiyor, kafalar karışıyor, eller titriyor, gözler kararıyor.

***
Mesele sadece kavramsal bir karışıklıktan ibaret olsa, neyse. Ama konu, sosyalist hareketin mevcut durum karşısında yapacaklarını da etkilediği için ilgilenmemek mümkün olmuyor. 

İşte tam o anda başlıyor çarpıntı da: “Acaba burjuva demokrasisine göz mü kırpıyoruz?”; “Demokratik hakların korunması derken devrimi rafa kaldırıp parlamenter düzeni mi fetişleştiriyoruz?”; “Demokrasiden söz ettiğimizde Türkiye’nin geleceğinde sosyalizmi görmediğimiz mi anlaşılıyor?”

Bu kadar soru ve endişe yüklenince, haliyle, ne demokrasi mücadelesinde bir etkinlik göstermek mümkün oluyor ne de sosyalizm hedefinin ucunu tutup bugünkü kavganın gündemlerine bağlamak. 

Devletleşmiş bir iktidar ve azgın bir sermaye sınıfı eliyle faşizme doğru sürüklenen bir ülkede, sosyalist hareketin demokratik haklar için yürütülen mücadelelerden uzak durmasının imkanı da yok. Saçmadır, durulmamalıdır demiyoruz; bu, basbayağı imkansız zaten. Aslında, ne denirse densin, sosyalist hareketin gündelik mücadele repertuvarındaki maddelerin önemli bir kısmı da demokratik haklar ile ilgili. Yani, bir tür “yapıyorlar, ama söylemeye utanıyorlar” durumu.

Oysa, meselenin kavramsal yükü duygusal yükünden daha hafif; endişeyi ve evhamı aşmak da daha kolay.

Bugün, demokrasi dendiğinde kimsenin aklına sosyalizm yerine bir tür batı tipi demokrasinin tesisi için mücadele gelmemektedir; bugün, kimi demokratik haklar için yürütülen mücadelenin gerçek ve kalıcı sonuçlara erişmesi için sosyalizme ihtiyaç kalmadığını düşünen yoktur; bugün, demokrasiyi savunurken halkın kendi kendini yönetmesindense temsilciler aracılığıyla siyasete katılımını savunmuş olan da yoktur.

Bu yadsımaların hepsi doğrudur ve gerçek bir demokrasinin hayata geçmesi için sosyalizmin zaferine duyulan ihtiyaç her gün bir kez daha kanıtlanmaktadır. Ancak, Saray Rejimi dediğimiz iktidar karşısında, uzun yılların mücadelesi ile kazanılmış hakların savunulması ertelenemez bir görevdir. Bunun, sosyalistleri devrimden veya sosyalizmden uzaklaştıracağı lafı ise, çocuk korkutmak için anlatılan masallara benzemektedir.

Yapılması gereken şöyle basitleştirilebilir belki: Halkın en temel özgürlüklerini ve haklarını korumak ve genişletmek için mücadeleden yüksünmemek; bunu yaparken de demokrasiye her tür derdin devası bir ecza muamelesi yapmamak.

Çünkü, teoriyi geleceğin törpüsünde sivriltmenin sonu nasıl pasifizme varıyorsa, demokrasiye taşıyamayacağı sıkleti yüklemenin sonu da mevcut koşullara duyarsızlaşmaya varıyor.

Damar damar üstüne binince olduğu gibi, kavram kavram üstüne binince de hareket etmek zorlaşıyor, bir yerlerden gelen bir ağrı veya acı bünyeye saplanıyor.

Maalesef, bu derdi tıp da çözemiyor.