Dağ II: Türkmenler vesilesiyle sınır ötesine bayrak dikme fantezisi

Bu haftanın nispeten en seyredilesi filmi, genç yönetmen-senarist Mehmet Can Mertoğlu’na Adana Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini getiren Albüm. Mertoğlu’nun bu ilk uzun metraj çalışmasına Adana Film Festivali’ne dair genel değerlendirmemde değinmiştim. Kısaca yineleyecek olursam, evlat edinme sürecindeki bir çiftin bu gerçeği çevrelerinden gizleyebilme amacıyla kadının sözümona hamileliğine ve bilahare doğum yapmasına dair sahte fotoğraflar çekmeleri etrafında dönen Albüm, absürd ve kara mizah arasında salınım gösteren, ilginç bir çalışma. Öte yandan bu haftanın kendinden en fazla söz ettirmesi beklenen filmi ise Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı özel birliklerin bir sınırötesi operasyonunu öyküleyen Dağ II (*).

Dağ’ın (2012) bu devam filminde TSK’nın karşısında bu kez PKK değil, IŞİD var. Ceyda adında genç bir kadın gazeteciyi IŞİD’in elinden kurtaran özel timin Türkiye topraklarına dönüş serüvenini, bu esnada yolları üzerindeki bir Türkmen köyünü IŞİD taarruzuna karşı savunmalarını izliyoruz bu yeni filmde. Senarist-yönetmeni Alper Çağlar, stilize bir mafya aksiyon filmi olan Panzehir’den (2014) gördüğümüz üzere hegemonik siyasal söylemlere eklemlenmemiş çalışmalara yöneldiğinde özgün işler ortaya koyabilme vizyonuna ve yeteneğine sahip bir sinemacı aslında. Ancak Dağ II, Panzehir’den sonra Çağlar için büyük bir geri adım. Sınırlarımızın güneyindeki IŞİD mevcudiyeti gibi güncel olarak ülke gündeminde üst sıralarda yeralan bir gerçekliği arkaplanına ve de Türk askerlerini odağına alan film doğal olarak “sahici” görünmeye yöneliyor ama mevcut siyasi iktidarın güncel dış politikasının kamuoyu nezdinde meşrulaştırılmasına hizmet etme işlevini üstleniyor. Aslında Dağ II’nin senaryosu tabii ki aylar, yıllar önce yazılmış ve hatta filmin çekimleri dahi “Fırat Kalkanı” operasyonunundan çok önce bitmiş olsa gerek. Ancak TSK’nın Türkmenleri IŞİD zulmünden koruma adına güney komşularımıza müdahalesi projesi, Dağ II  projesinin doğum anında fiiliyatta olmasa da belli zihinlerde olan bir projeydi. Hatta kimbilir belki de Dağ II’nin senaryosu yazılırken siyasi iktidarın IŞİD’e o dönemki malum yaklaşımı dolayısıyla kısmen ve örtük biçimde eleştirel bir niyet de taşıyordu. Ancak filmin gösterime girmesinin günümüzdeki konjonktüre denk gelmesi, filmin alımlanmasını günümüz konjonktürüne kaçınılmaz olarak bağımlı hale getirmiş durumda. Bu noktada da Dağ II, ‘sınırlarımızın güneyindeki Türkmenleri IŞİD zulmünden kurtarmak için Türk askerinin elini taşın altına koyması gerek’ diye özetlenebilecek mesajıyla, TSK’nın güney komşularımızdaki mevcut harekatının yöredeki Kürt insiyatifine de karşı bir müdahale niteliğinin perdelenmesine katkı yapan ideolojik bir işlev görmüş oluyor.

Öte yandan Dağ II’nin sorunlu yönü, günümüzle bağlantılı bu dolayımlı çıkarsamadan ibaret değil. Filmin kendi iç mantığına, kendi derdine baktığımızda filmdeki Türk askerlerinin Türk gazeteciyi kurtardıktan sonra biran önce anavatan topraklarına dönmek yerine sınırötesinde kalışlarını uzatmalarının IŞİD zulmünün kurbanlarını kurtarmak gibi insani bir motivasyonla değil, IŞİD zulmünün Türkmen kurbanlarını kurtarmak gibi etnik milliyetçi bir motivasyonla gerçekleşmiş olması filmin püf noktası. Gerçi gazeteci Ceyda filmin başlangıcında, özel timin kendisinden başka kimseyi, bu arada kendisinin yabancı ekip arkadaşlarını kurtarmayı gündemlerine almamasını sert biçimde eleştiriyor ama filmin anlatısı adeta Türkmenler’in kurtarılmasını Ceyda’nın eleştirel pozisyonu ile askerlerin başlangıçtaki duygusuz pozisyonu arasında bir orta nokta, ama yalnızca ehveni şer bir uzlaşma noktası değil ‘asıl doğru olan’ nokta olarak şekillendiriyor; kurtarılması gerekenler ne yalnızca “Türkler” kadar dar, ne “yabancıları” da kapsayacak kadar geniş değil, düpedüz “soydaşlık” temelinde bir kategori olarak şekilleniyor (bu arada bir asker “zaten” Türkmenler’in Osmanlı’da “Türk” olarak sayıldıklarını söyleyerek / iddia ederek, bu tavra Osmanlı referanslı bir meşruiyet de atfediyor). Ve Dağ II, Türk askerlerin sınırötesindeki bu Türkmen köyünü, komutanın ifadesiyle “vatan toprağı” olarak addedip gönderine Türk bayrağı çekmesiyle bu minvaldeki esas derdini iyice, apaçık biçimde ifşa ediyor.

Bu arada orduya sert eleştirileriyle tanınan bir gazeteci olarak takdim edilen Ceyda’nın siyasi kimliğinin belirsiz olduğunu da not etmeliyim. Filmin senaryosunun muhtemelen yazılmış olduğu döneme ilişkin tahminlerimle birleştiğinde Ceyda’nın Taraf gazetesi ekolü üzerinden tasarlanmış olabileceğini seziyorum ama kesin bir şey söylemek olanaklı değil. Ceyda ile askerler arasındaki kısa süreli kimi söz düellolarından filmin senaryosunun “ordu karşıtı” (liberal) basının siyasi iktidarın yanında ve askerlerin duygu dünyasının ise bu ittifakın dışında olduğu bir atmosferi yansıttığı hissi çıkıyor belli belirsiz.

Dağ II’nin siyasal dokusu üzerine bu kadar yazdıktan sonra bir savaş/aksiyon filmi olarak nasıl olduğu üzerine de birkaç söz söylememi illa bekleyen varsa, askerlerin eğitim dönemlerine ilişkin sayısız geri-dönüşün filmin hem ritmini fazlaca aksattığını, hem de süresini fazlaca uzattığını kaydedebilirim son olarak.

VERHOEVEN'İN  EN MUHAFAZAKAR FİLMİ

Holywood’a transfer olup Temel İçgüdü (Basic Instinct, 1992) gibi bir erotik gerilim başyapıtına yönetmen olarak imza atmış Hollandalı sinemacı Paul Verhoeven’in Fransa’da çektiği O Kadın (Elle); Cannes’daki prömiyerinin ardından yurtdışında ve Filmekimi’ndeki Türkiye prömiyerinin ardından ülkemizde genellikle çok iyi eleştiriler aldı. O Kadın’a yönelik tek-tük bir iki itiraz ise “tecavüz komedisi” olduğu suçlamasını içeriyordu; öte yandan olumlu eleştiriler ise, başroldeki Isabelle Huppert’in gerçekten de olağanüstü oyunculuğunun yanısıra, filmin cüretkar ve sıradışı olduğunu iddia ediyorlar. Tek başına yaşayan bir kadının evinde defalarca gizemli bir saldırgan tarafından tecavüze uğramasını konu alan O Kadın’a dair yorumlarda üzerinde durulduğuna rastlamadığım bir nokta başkarakterin kendisinin erotik şiddet (“tecavüz pornosu”) temalı video oyunları yapımcısı olması. Yani film aslında “bir kadının” değil “öyle bir kadının” tecavüze uğramasını içeriyor. Tecavüz motifini kurmaca düzleminde metalaştıran bir öznenin bu motifin gerçekliğinin nesnesi haline gelmesi, ilerici bir eleştirellik olarak görülebilir ilk bakışta ama bir kadının kimliği ile, hayatta (ne olursa olsun) ne yaptığı ile başına gelenler arasında paralellik kurulması aslında son derece tehlikeli ve muhafazakar, hatta gerici bir bakışaçısı, kurmaca ile gerçeklik arasında ilişki kurulmasının da aslında sorunlu olması bir yana. Filmin anlatısı ilerlediğinde, tecavüzcünün kimliğine dair muammanın çözümünü ele vermeden açımlamam olanaklı olmasa da, başka muhafazakar kodlamalar da örtük biçimde anlatı içinde beliriyor. Dolayısıyla O Kadın hakkında en söylenemeyecek şey, “cüretkar” olduğu.


(*) Filmin adı medyada “Dağ 2” olarak geçmekte olsa da jeneriğinde –ve afişlerinde- Dağ II olarak görülüyor.