Çuvallara sığmayan mızraklar

"(...) yükselen muhalif sesleri ve kamuoyu tepkilerini hangi alanda olursa olsun güçlendirmenin ve bunları ortaklaştırmanın yollarını bulmanın görevimiz olduğu bilinciyle hareket etmeyi unutmamamız lazım."

Özgür Urfa

Tayyip Erdoğan'ın periyodik sosyal medya karşıtı açıklamalarında bu hafta "sosyal medya demokrasi için ana tehdit" tespitiyle karşılaştık. Siyasi, ekonomik veya gündemle ilgili hemen her konuda toplumsal tepkilerin ilk elden sosyal medyadan yükselmesiyle birlikte iktidarın doğal refleksi de bu alana yönelik düşmanlaştırma olarak belirlenmiş durumda. Her açıklamada yerleri değiştirilerek tekrarlanan "dezenformasyon, yalan, kara propaganda, milli güvenlik" kelimelerinden ibaret açıklamalar "bu alanda yasal düzenlemeler yapacağız" şeklinde sona eriyor.  

Erdoğan'ın sosyal medyaya ilişkin her beyanını bir işaret fişeği olarak da yorumlamak mümkün. Cumartesi günkü konuşmasının hemen ardından YouTube'da sokak röportajları yapan üç kişi evlerinden gözaltı alınarak ev hapsi olarak bilinen konutu terk etmeme adli kontrolüyle "serbest bırakıldı". Gözaltı gerekçesinin ne olduğu ya da ev hapsi kararının bahanesinden ziyade bu operasyonun zamanlaması ve verilmek istenen mesaj çok daha önemli. Erdoğan'ın iki dudağının arasından çıkan her sözü kendisine "görev" edinen yargı mensupları ile kolluk kuvvetleri bu "görevi" ikiletmeksizin ve hatta üzerine bire bin katarak hayata geçirmekte.

Her geçen gün daha da ağırlaşan ekonomik koşulların yarattığı yoksulluğun ve toplumda biriken öfkenin farkında olan iktidar cenahı çözümü, baskıyı arttırarak korku iklimini derinleştirmekte bulmuş durumda. Aslında bulunanın bir çözüm olmadığının kendileri de farkında olmakla birlikte iktidarlarını sürdürmek için ellerinde yapabilecekleri başka bir şey de yok. Göz altılarla, tutuklamalarla, soruşturma ve davalarla toplumsal tepkilerin belirli anlarda fiilen engellenmesi söz konusu olsa da yükselen itirazlar eninde sonunda kendini var edecek bir boşluk yaratarak ortaya çıkmayı her seferinde başarıyor.

"10 Aralık İnsan Hakları Günü" kapsamında Adalet İçin Hukukçular İnsan Hakları Komisyonu olarak yayınlanan "Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı Döneminde Türkiye'de İfade Özgürlüğü"(1) başlıklı raporda çoğu sosyal medya paylaşımlarıyla bağlantılı olmak üzere 2014-2020 yılları arasında düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında toplam 420.424 soruşturma ile 180.822 kamu davasının açıldığı ve bu kapsamda 211.523 kişinin yargılandığı Adalet Bakanlığı verileriyle ortaya konuldu. Bu sayısal veriler bir yandan ülkede yaşanan baskının yoğunluğu ve şiddetini ortaya koyarken diğer yandan ise bunca soruşturma ve davaya rağmen toplumsal muhalefetin halen sindirilemediği ve korkutulamadığını da göstermekte.

Haksızlıklara karşı tepkisini sokakta gösterenleri gaz, cop ve gözaltıyla, sosyal medyada gösterenleri ise ev baskını ve tutuklama tehditleriyle susturma girişimlerinin önümüzdeki dönemde de artarak devam edeceğini öngörmek mümkün. Bu tabloda, sokağa çıkanlara yönelik "aman dışarı çıkmayın iktidarın ekmeğine yağ sürmeyin" şeklindeki suçlamalara da, sosyal medya kullanıcılarına dönük "klavye muhalifliği" eleştirilerine de son vererek her türlü itirazı, yükselen muhalif sesleri ve kamuoyu tepkilerini hangi alanda olursa olsun güçlendirmenin ve bunları ortaklaştırmanın yollarını bulmanın görevimiz olduğu bilinciyle hareket etmeyi unutmamamız lazım.

Memleketin, her gündemde yeni bir yeri yırtılan yamalı bohçaya döndüğü bugünlerde gençler "barınamıyoruz",  işçiler "geçinemiyoruz" ve kadınlar "ölmek istemiyoruz" şiarıyla sokaklara çıkıyor.
 
Kısacası mızraklar artık çuvallara sığmıyor.

(1)https://hukukotesi.com/wp-content/uploads/2021/12/Recep-Tayyip-Erdoganin-Cumhurbaskanligi-Doneminde-Turkiyede-Ifade-Ozgurlugu-Degerlendirme-Raporu.pdf