Çürüyen Ortadoğu ve AKP çıkmazı

Tarihçilere göre Arapların “cahiliye devri” İslamiyetin kabulüyle kapanmıştı.

Şimdi Ortadoğu'da, Afrika'da, Asya'da kılıçla kafa kesen, kadınları zincirleyip pazarda satan, küçük kız çocuklarını kaçıran ve İslamiyet öncesine ait tüm eserleri “fetih” seferleriyle yok eden terörist örgütlenmeler için İslamın temel motivasyon kaynağı sayıldığı bir kapitalist çağa, yeni bir cahiliye devrine geçmiş bulunuyoruz.

Türkiye'nin AKP eliyle bu cahiliye devrine taşınma çabasına “Yeni Osmanlıcılık” adı verilmişti. Cumhuriyetin tasfiyesiyle birlikte emperyalizmin bölgesel yönelimlerini baz alarak, İslam dünyasına hakim güç olma içeriğine sahip ideolojik-siyasi bir tasarımdı ve ilk seferinde duvara toslayarak başarısızlığa uğradı.

Peki, AKP yenilgiyi kabul edip havlu attı mı?

Bu soruya hayır demek zorundayız ancak ortaya çıkan çelişkinin, yani başarı şansı olmayan bir hedefe sahip olmakla, o hedefin gerisine düşüldüğünde iktidarı kaybedecek olmanın, AKP'nin tüketen kaderi (krizi) olduğunu da ekleyerek.

*****

Uzun adam cumhurbaşkanı olduktan sonra, “Teamül meamül tanımam. Yeni Türkiye’nin teamüllerini oluşturacağız” demişti.

Kısa adam başbakan olunca, “AK Parti olarak iç siyasetin öznesini değiştirdik, dış siyasette de hedefimiz Türkiye'yi özne yapmak” dedi.

Ve cahiliye dönemininin “resmi gazete”si Yeni Şafak'ta İbrahim Karagül, “Yeni Türkiye bir projedir. Siz siz olun, Davutoğlu öncülüğündeki yeni hükümeti, öyle sıradan bir hükümet olarak görmeyin. Türkiye devrimini tamamlayacak bir yeniden yapılanmadan söz ediyoruz” buyurdu.

Uzunun, kısanın ve şekilsizin söylediklerinden anlıyoruz ki, onlar için “yeni Türkiye” yeniden “yeni Osmanlı” hevesi anlamına geliyor.

*****

Ancak işler AKP'nin istediği şekilde yürümüyor. Ortadoğu'da çıkar ilişkilerinin ve iktidar yapılarının yeniden biçimlendirildiği bu süreçte Türkiye, bölgeye hakim bir ülke olarak değil, bir terör merkezi, İslamofaşist bir diktatörlük ve emperyalizmin şamar oğlanı olarak resmediliyor.

Ne demek istediğimizi maddeler halinde yazmaya çalışalım:

1- Bölgesel hedeflerinden biri Kuzey Afrika'da etkin hale gelmek olan Erdoğan iktidarının elinde, Katar'la birlikte Libya çöllerinde oluşturmaya çalıştıkları yasadışı “Özgür Mısır Ordusu”ndan başka bir şey bulunmuyor. Ayrıca bu ilişki, Katar'ın kapı dışarı ettiği Müslüman Kardeşler'in merkezini Türkiye'ye taşımaya doğru ilerliyor.  Ülkemiz IŞİD, El Kaide ve Müslüman Kardeşler gibi örgütlerin ev sahibi olan bir terör üssü haline getiriliyor.

2- AKP'nin bölgeye dönük stratejisi Sünni Araplara ve Kürtlere yaslanmayı hedefliyor. Bu çerçevede öne çıkan özneler IŞİD, Suriye'deki şeriatçı çeteler ve Barzani hükümeti olarak beliriyor.

3- Bölgenin enerji kaynaklarından faydalanma vizyonuna sahip Türkiye ve Kürt Bölgesel Yönetimi arasında esas olarak petrole dayalı ticari ilişki önem taşıyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın verilerine göre, Kerkük'ün Kürtlerin eline geçmesinin de etkisiyle petrol akışı 12 milyon varili geçti ve bu yüz milyonlarca dolar anlamına geliyor.

4- “Barzani-Talabani kliğinin hâmiliğini yapmak için Kürt sorununu çözmek” Özal'ın projesiydi. Uzun adam şişman adamın idealini sürdürüyor ve bu defa Barzani'ye hâmi değil ortak oluyor. AKP, Güney Kürdistan'ın bağımsızlığı ve Türkiye Kürtlerinin sorunlarını bu çerçevede ele alıyor. Böyle bir ortamda, Türkiye'nin Güney Kürtlerinin doğal kaynakların kontrolü, petrol ihracı gibi meselelerde geniş yetkilere sahip olmasını istemesi mümkün hale geliyor. Ancak Barzani yönetiminin, ABD ve Avrupa emperyalizminin projelerine entegre olması, Türkiye'nin Irak Kürdistanı üzerindeki kontrolünü de sınırlıyor.

5- ABD'nin “IŞİD'e karşı mücadele planı”nın üç yıl süreceğini açıklaması, katliamların birkaç yıl daha (ta ki beyaz adam insan etinin tadına ve kokusuna doyuncaya kadar) gündemden düşmeyeceğini ve IŞİD'in emperyalizmin bölgeye müdahalesinin esbab-ı mucibesi haline geldiğini gösteriyor.

6- AKP ve IŞİD kan ve petrol kardeşidir. Türkiye'nin Suriye ile ticaretinin, IŞİD'in sınır kapılarının yarısını ele geçirmesinden sonra yüzde 90 artması, petrol ve kaçak mal alan Türkiye ile otomobil ve askeri malzeme alan IŞİD arasında bir ticari hukuk oluştuğunu ispatlıyor.

7- Fakat heyhat, emperyalizmin bölgenin “kurtarıcı mesih”i rolüne soyunması, AKP açısından bir sıkışma anlamına geliyor. IŞİD ile kurulan kirli ilişkilerin saklanamayacağı ve baş ağrıtacağı bir döneme giriyoruz. AKP ise bu örgütle bağını koparmak istememesi bir yana bunu yapabilecek durumda dahi değil.

8- Mesele sadece Musul konsolosluğundan alınan 49 rehine değil elbette. Onları AKP'nin bilinçli olarak IŞİD'in eline verdiği ayyuka çıktı ve şimdi suçu başkonsolosun üzerine atmaya çalışıyorlar. Türkiye açısından IŞİD artık (Kabataş tramvayında rastlayabileceğiniz) bir iç mesele haline geldi ve AKP'nin bu çeteyi jeopolitik başarının bir enstrümanı olarak kullanma budalalığı devam ediyor.

9- Sonuçta AKP'nin bölgedeki şeriatçı çetelerle kurduğu ilişki, Türkiye'yi emperyalizmin “kirli sepeti” haline getiriyor. Bütün çamurlar Türkiye'nin üzerine boca edilecek. Almanya'nın, Türkiye'yi dinlemesini, “MİT radikal islamcılara silah ve lojistik desteği verdi” savıyla gerekçelendirmesi, ABD'li devlet adamlarının ve gazetelerin AKP-IŞİD ilişkilerini ortalığa sermesi bu söylediğimizi destekliyor. Bununla birlikte, AKP'nin bölgede kurduğu ilişkiler ve ittifaklar Türkiye'yi emperyalizme daha fazla bağımlı hale getirecek müdahalelerin de önünü açıyor.

10- Emperyalizmin Türkiye'yle ilişkisi sadece Ortadoğu'dan ibaret olmadığı için ifşa edilen IŞİD bağlantıları, “üzerini çizme” değil, “ayar verme” ve “kontrol altına alma” girişimi anlamına geliyor. Erbil'e askeri üs kurma planı, Türkiye'ye dönük suçlamalar bir vazgeçişi değil, ilişkiyi istenilen biçimde tazelemeyi ve emperyalizmin insiyatifini genişletmesini hedefliyor.

11- Son olarak; sol hareket açısından bütün bu gelişmeler, AKP'nin bölgesel yönelimlerine, içerdeki faşizan uygulamalarına, IŞİD, El Nusra gibi terör örgütleriyle kurulan ilişkiye, Türkiye'nin emperyalizme bağımlılığını artıracak ve kişiliksizleşmesine yol açacak bir sürece karşı, “anti-emperyalizm”, “laiklik”, “bağımsızlık” ve “halkların kardeşliği” başlıklarını önemli hale getiren bir mücadele zemininin güçlendiğine işaret ediyor.