Cumhur sözcüğünün anlamını ileri sayılabilecek bir yaşa kadar bilmezdim. Cumhuriyet, askeri tören demekti bizim nesil için. Askeri nizamda atılan nutuklar, bağırıp çağıran “gomtan”lar, tanklar, tüfekler…
Cumhuriyet sözcüğünün latince eş anlamlısı halk sözcüğünden türemiştir. Ama Osmanlıca’da cumhur hem seçkin bir zümreyi hem alelade bir insan topluluğunu imleyebiliyor. İkisi de halk değil. En doğrusu güncel anlamları yüklü olanıdır diyelim. Cumhuriyet halkçı devlettir diyelim geçelim.
Ülkemiz büyük sermayenin arsız saldırılarının, mezhepçiliğin ve de ırkçılığın ölümcül tehdidi altında. Ama ne biz Kenan Evren nutukları dinleyerek haylazlık etmiş nesil, ne de bizden sonra gelenler Cumhuriyet’in anlamını tam olarak bilemedik. 1980-2000 cumhuriyeti kötü ve hatta cumhur düşmanı olduğu için değil. Bunun daha da dibinin, çok daha kötüsünün yakın tehlike haline geleceğini düşünemediğimizden.
Ama sorun daha büyük: Cumhurcak felaketin farkına vardık, ama oralı olmuyoruz!.. Cumhuriyetçilik ortak paydası, hâlâ çalışmıyor. Yani ülkede doğuştan özürlü büyük sermayeyi koyun bir kenara, diğer sınıfları kesen bir ulusal bütünlük bilinci zayıf. Üstelik diyelim bu zaafiyetin adresi insaların en az yarısı, cumhuriyetçiliğin bizi tarihte geriye, Arap kabilelerine köleliğe götürecek karanlık yollardan uzak tutacak önemli bir mevzi olduğunun farkında. “Hadi canım!” demeyin, kaba bir hissiyat olarak bugün ülkede kabaca cahiller ve cumhuriyetçiler diye ayırabileceğimiz iki büyük heterojen payda var diye düşünüyorum.
Her iki paydanın da ağırlıklı kesimlerini emekçiler oluşturuyor. Ortada burjuvazinin çözemediği bir kuruluş sorunu olduğundan bile bahsedebiliriz. Öyle değil mi ya, her sıkıştığında gericilikten medet uman, bu refleks genlerine yazılmış olan sınıf burjuvazidir. Karşısında işçi sınıfının hayaletini görünce hilafete geri dönmeye hazır olan, öz be öz bizim burjuvalarımızdır.
Çözülemeden kalan sorunu bir örnekle somutlamaya çalışayım: Merkel küstahlığına karşı Yunan halkı, büyük sermayesi hariç tüm siyasi yelpazesiyle büyük bir tepki verebiliyor. Hatta, “ekmek kapıları” olan Alman turistler ülkede istenmeyenler olarak ilan edilebiliyor! Normal olan buyken, bizde bundan yirmi yıl kadar önce ABD üslerinden kalkan uçaklar Balkan halklarını bombalıyor diye protesto etmeye kalkanlara esnaf, işlerimiz bozuluyor diye polisle birlikte saldırıyordu. Ah gericiler, Cumhuriyet biterse bu coğrafyadaki cumhurun bir Arap kabilesi gibi bile yaşamaya hakkı olmayacağını bilmezler ki…
Bir kısmımız Türkiye halklarının ortalaması, birlikte yaşamayı hak etmiş, bunun sorumluluğunu hisseden insanlardan oluşmuyor diyecektir. Ama açıkçası bunun gerçek olması ihtimaline dahi hep birlikte meydan okumak zorundayız. Cumhuriyetin yaşatılması sorununu, ancak ve ancak, tüm Ortadoğu coğrafyasında etkili olacak şekilde, insanlık tarihinin en ileri atılımlarından birini inşa ederek çözebiliriz.
Peki. Burjuvazimiz tarihsel misyonunu yerine getiremedi ve ülkemiz kendini coğrafi, kentsel, iktisadi, kültürel vs. tek parçaymış gibi görmüyor. Yani ortak paydasını hissedemiyor. Burada iç savaş kapıyı çalmadan önce sola düşen acil görev nedir? Evet sermaye düzeninde artık hayatta olmaz, ama bunu söylemek, ne yazık ki bu soruyu yanıtlamak anlamına gelmiyor…
Cumhuriyet fikri, “Arap finansörlü bölücü imam tüccarlarla da yolumuzu buluruz” diyen Türkiye burjuvazisi tarafından solun önüne terk edilmiş bir altın fırsat mıdır? Yoksa faşizm ve ırkçılıkla kirletilmiş, gençler tarafından sahip çıkılmayan elitist bir ileri yaş nostaljisi midir? Bunu tayin edecek olan sanırım Kürt ve Türk emekçi gençlerinin yani yurttaşların - gerçek hedefleri olan - ortak mücadelesi olacaktır.