Çok mu klişe?

Geçen yazımın sonunda çözülmeyi yöneten egemenlerin dilek listesini sıralarken ortak eylem zeminlerinin dağıtılması için en iyi yöntemin, ajan ve gönüllü provokatörlerin “kürtçü”, “milliyetçi/ulusalcı”, “liberal/reformist” sıfatlarını küfür gibi kullanarak yıldırmasına ve sonuca gidebilecek tartışmaları baltalamasına zemin yaratmak olduğunu belirtmiştim. Bir de hedefin daha iyi demokrasi mi yoksa kapitalist düzen mi olduğu konulu eski yüzeysel tartışma var. Hedef tüm çıplaklığıyla ve ne fazlası ne eksiğiyle AKP’dir.

Şöyle;

Özetle çözülmeye rıza gösteren büyük burjuvazinin sadece kâr değil, bölgesel güvenlik ve emperyalizme (uzun vadeli perspektifteki çıkarlarına) bağlılık garantisi istediğini biliyoruz. Zaten sadece kâr ve büyüme olsaydı, işlerin aksamaya başladığı son beş yıldır daha ciddi siyasi arayışlara tanıklık ederdik. Çıka çıka darbe girişimi çıktı!

İşin güvenlik ve bağlılık garantisi kısmındaysa haritada hızlı değişiklikler var. Birincisi Avrupa Birliği, emperyalist bir proje olmasından bağımsız olarak güven vermemektedir. Bırakın alıp almayacaklarını, 2008 krizi ve sonrasındaki ekonominin çok ötesine geçen siyasi-yönetsel sarsıntıları, kendi güney çeperine yaptığı muamele, Almanya’nın büyüme, refah ve istihdam artışında tüm diğer kıta ülkelerine fark atması, kısmen iyi durumda kalan Britanya’nın bu iş ‘Alman bahçesi’ne gidiyorsa ben yokum demesi… Tüm bunlar AB olayının egemenlerimiz nezdinde “çıpa” olarak eski olumlu referanslarını kaybettiğini fazlasıyla gösterdi.

İkincisi, Türkiye’nin, bölgesel maceralara hiç bulaşmasaydı bile, Rusya ve İran’ın arasında, kuzey Arap ülkeleri’nin  silinip baştan çizildiği bir dönemde, zaten AB gibi, ihracata yönelik büyüme gibi garantilerle şu güven ve aidiyet meselesini çözemeyecek olduğu belli oldu.

Üçüncüsü dünya ekonomisi, 2008 krizinden sıfır faizle, parasal genişlemeyle, Keynesyen yatırımlarla, teşviklerle çıkamıyor. Kapitalistler, en temel özellikleri olması gereken “kâr beklentisiyle yatırım yapma” fonksiyonuna kavuşturulamıyor! Bu, global olarak belâ başımızdan eksik olmayacak demek. Çünkü “işe yaramıyor” fikri 1935 civarından hatırlanıyor!

Dördüncü ve son olarak ise ABD emperyalizminin en büyük korkusu olan bağımsız ve bağlantısız bir Rusya-Çin-İran ittifakı, olmayacak iş değil. Buna karşı mümkün olan tüm kozlar ve bölgesel istikrarsızlaştırma devreye sokulmalı. Çünkü Brezilya ve Hindistan için başarılan mali sermaye entegrasyonu, bu üç ülke için en azından yakın dönemde mümkün olamıyor. O zaman, operasyonlara devam. Peki ülkemiz siyasetinde kaç operasyon organı var?

Büyük burjuva bile olsak, kendini güvende hissetmenin ne kadar zor olduğu bir devirdeyiz değil mi? İşte bu çerçevede burjuvazimiz AKP’nin götürdüğü maceralara bir noktada dur der diye düşünenlere de, “emperyalist akıl” çok kızınca AKP’yi çizecek diyen satranç ustalarına da buradan selamlarımı gönderiyorum.

MHP ve CHP meselesini hallettiğine göre, AKP için geriye tek şey kalıyor: Düzen dışı muhalefeti bölünmüş ve baskı altında tutmak. Bunun için kendisine sol muhalefetten de yardım geldiğini söylemek haksızlık olmaz. Başa dönersek, AKP karşıtı ortak bir hat örmek için düzenin AKP dediğinden emin olmak ve AKP karşıtı bir ortak hat için kendine güvenmek gerekir. Oysa kendine güvenmeyenler AKP değil ABD, AKP değil sermaye, AKP değil gericilik falan şeklinde ayrılık gayrılık apolojileri yazmaktalar!

Pek sık tekrarlanıyor ve pek yanlış: Kapitalizmle, veya günümüzdeki kapitalizmin vazgeçilmezleri olan emperyalizmle, gericilikle, faşizmle mücadele edene sosyalist denmez. Düzen muhalifi denir ve türlü türlüsü bulunabilir. Çünkü bir grup sosyalist ‘kahrol zalım kapitalizm’ diye her akşam ayin düzenlese, kapitalizm bu işten pek etkilenmeyecektir. Kapitalizmi yıkmak için örgütlenerek öncü işçi sınıfı partisi kurmak gerekir.

Başta iyiydi de, sonda klişeyle bitiriyorsun diyeceksiniz.

İktidar partisine karşı siyasi ve etkili bir hat örmenin ve katılımcı bir minimum programın sol siyasetteki önemi burada devreye giriyor. İşçi sınıfı örgütlenmeye nasıl ikna edilecek? Bin kere sınıf partisi lazım deseniz, bunu tartışmadan, yani Marksizmi tıpkı Lenin’in bir asır önce Rusya topraklarında yaptığı gibi, bu topraklarda şekillendirmezseniz, ‘kahrol zalım kapitalizm’ diyen bir grup sosyalistten farkınız kalmıyor maalesef.

Dönelim, ve hatırlayalım: Haziran sınıf karakteri geri, özgürlükçü karakteri ileri, bileşenlerinin kolektif gücü zayıf, katılanlarının sayısal gücü kuvvetli, orantısız bir terkiple yükseldi. Eksik bu partiydi. Bu parti esas siyasal zeminini ancak ve ancak AKP’yi durdurarak ve gerileterek oluşturabilirdi.

İşçi sınıfının tarih sahnesinde özgürleştirici konumunu alabilmesi için, önce bir siyasi adrese güvenebileceğini görmeye, sonra da mücadele içinde pişmeye-bilinçlenmeye ihtiyacı vardır. Tarihsel bilinç bu düzende işçi olmasının doğal bir sonucu olarak değil, daha iyi bir düzen için mücadele etmeye başladığında, başına işçi olması durumuyla ilgili şeyler geldikçe bilinçlendiği içindir. Onun için devrimci parti siyasi bir süreçtir ve biz bu sürecin çok başlarında ve bu süreci pek az etkileyebilecek kriterler konusunda kavga eden irili ufaklı kesimlerin oluşturduğu bir solun insanlarıyız. Ama beklediğimizi sanan çok yanılır. Artık bir noktada sadeleşme, sadece iknâ ile değil, çıkılan yolda ilerlemeyle ve güçle de gelecektir.

@ErgunCagl