Çocuklarımıza karşı suç işliyoruz!

Bir annenin veya babanın çocuğunu “bazı durumlarda” dövmesini onaylayan bir devletin çocukları koruması ne kadar beklenebilir?

Böyle bir konu açıldığında, en çok “bazı durumlar” ayrıntısı üzerinde duruluyor? Büyük çoğunluk, çocukların dövülmesine değil, “suçsuz yere dövülmesine” karşı çıkıyor. Eğitim aracı olarak “dayak”, yaygın biçimde onaylanıyor.

Bu konuda farklı düşünceler olabilir, tartışılabilir. Farklı düşünmenin ötesinde, “aşağılık” denebilecek bir tutum da var: Bir anne babanın eğitim aracı olarak “dayak”ı yanlış bulması, ama sabrının taşmasını mazeret olarak ileri sürmesi.

Her şeyden önce, sabrına güvenmeyenlerin çocuk sahibi olmaya hakkı bulunmadığı kabul edilmeli. Dünyaya gelmeye kendi karar vermeyen bir bebekten mi bekleyeceksiniz, doğmuş olmanın sorumluluğunu yerine getirmesini?

DAYAK SERBEST, KABULLENMNEK ZORUNLU

Konuya devam etmek için, ne yazık ki, çok alt düzeyde bazı doğruları hatırlatmak zorundayız: Çocuk, annesinin veya babasının malı değildir. Kendi mülkünüz olan evde duvarları istediğiniz renge boyatmak, ev eşyalarını istediğiniz gibi düzenlemek benzeri tercihler kullanarak çocuk yetiştirmek kabul edilemez. Bununla ilgili yasalar da çoğunluğun görüşüyle veya kültürel değerlerle sınırlandırılamaz.

Alice Miller, İsveç’te çocuklara dayak atılmasının 1978’de yasaklandığını belirtiyor. Ve “Halkın yüzde 70’i yasaya karşıydı. Bugün bu oran yüzde 10’a düşmüştür.” diyor. (“Bugün” dediği, kitabın yazıldığı 1998 yılı.)

E, demek bazı devletler toplumdan daha ileride olabiliyor. Toplumun yüzde 70’i onaylamasa da memleketin çocuklarını onları yetiştirenlerden koruyor. Peki bizdeki durum ne? İnternetten biraz araştırınca, 2016 tarihli bir makaleden öğreniyoruz ki, dayak serbest! (https://www.memurlar.net/haber/572783/ogretmenin-terbiye-tedip-hakki-nedir.html)

Sitede verilen bilgiler, Dr. Metin Feyzioğlu’nun bir yazısına dayandırılıyor. (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 50, 2001, sayı 1, s. 41-53.)

Çocuğu dövmeye, bizim devletin dilinde “Terbiye (Tedip) hakkı” deniyor. Bu hakkı kimler kullanabiliyor? “İdaresi altında bulunma, büyütme, okutma, bakma, muhafaza etme veya bir meslek ve sanat öğretme ilişkisi bulunan kimseler, örneğin, anne ve babalar, okullarda öğretmenler, atölyelerde ustalar vs.”

Ama çok vicdanlı ve adaletli devletimiz, çocukları dövmeyi sınırlandırıyor! “Dayağın veya dayak atmanın şahsın sağlığına zarar verdiği, onu tehlikeye soktuğu…” durumlarda yasak.

HAYAT YOLLARI

Alice Miller, uzun yıllar psikanaliz alanında çalışmalar yapmış ve kitaplar yayınlamış bir akademisyen. Hikayeler anlattığı bir kitabı da var: Hayat Yolları.

Doğrusu, Hayat Yolları’nda yer alan yedi öykünün, yazınsal bir değeri pek yok. Hatta bazı öyküleri tamamlamadan sonrakine geçme isteği duyabilirsiniz.

Kitabın sonraki bölümünde ise, iki makale bulunuyor. Özellikle “Nefret Nasıl Ortaya Çıkar?” başlıklı yazı, ilk bölümdeki öyküleri de zaman zaman örnek olay gibi kullanarak, önemli düşünceler açıklıyor. Laf aramızda, o öyküleri okumasanız da bu yazının kendi başına bir bütünlüğü var.

Miller’in akademik bir çalışması değil, bu kitap. Herkesi ilgilendiren ama buna karşılık çok az ilgilenilen bir konuda, kolay anlaşılır biçimde bilgiler veriyor.

İnsanın kişilik özelliklerinin, doğduğu andan itibaren yaşadığı sürece geliştiğini biliyoruz. Değişmez değildir elbette, ama yıllar ilerledikçe katılaşır, değişim zorlaşır. En kalıcı ve en temel özellikler ise küçük yaşlarda, özellikle de ilk üç yılda şekillenir.

Miller bunu, istenmeyen durumla karşılaşan bütün canlılardaki “kavga veya kaçma” dediği tutumun çocukta ortaya çıkamayışına bağlıyor. Öyle ya, küçük bir çocuk için, yıllarca, yaşadığı koşullara direnme veya orayı terk etme seçenekleri geçerli değildir.

Biliyorsunuz, o yaşlarda, çocukların anne babasını (veya onların yerine koyduğu kişileri) sorgulama yeteneği yoktur. Onların doğru, güvenilir ve güçlü olduklarına inanmak, minik insanlar için bir ihtiyaçtır. Verilen dinsel bilgileri, “güzel-çirkin” gibi çeşitli kavramları, “erkeklik-kadınlık” gibi değerleri içselleştirirler.

Siz hiç, “Çocuğumu dövüyorum, çünkü ben eğitimden anlamam, sevgiyi bilmem, kötü bir insanım.” diyeni gördünüz mü? Elbette çeşitli savunmalar dile getireceklerdir. Minik insan da, aynı şekilde, en güvendiği kişilerin kendine yönelik kaba davranışlarını ve zorbalıklarını yüceltecektir. Böyle zulümlere ve hastalıklı kişiliklere karşı doğal biçimde ortaya çıkması gereken duygularını bastıracaktır. İlerleyen yıllarda, bir öğretmeninin kendisini dövmesiyle onun kendisinin iyiliği için uğraşmasını eşleştirecektir. Bir kişiye tercihine aykırı biçimde müdahale etmeyi, onu sevmek ve onun için özveride bulunmak diye açıklayacaktır.

Bilinçaltına yerleşen sorunlar, nevrozlar… Ömrünün ilk yıllarında çocuğun edindiği özellikler, yetişkinlik döneminde akıl yoluyla verilecek bilgilerden daha güçlü izler bırakacaktır.

EVLER, OKULLAR, SUÇLAR

Alice Miller, 20. yy. başlarında Almanya’da yaygın olan çocuk eğitimi anlayışını, dağıtılan kitapçıkları, anne babalara öğretilen yöntemleri anlatıyor. Çocuklara sevgi göstermenin “zararları”, ağlayınca bazen ilgisiz bırakmak gerektiği, şımartmamak için alınacak önlemler, hangi durumda nasıl cezalar uygulanmasının uygun olacağı yönünde öneriler…

Birkaç kuşağın bu şekilde yetiştirildiğini söylüyor Miller. Bu yöntemlerin en yaygın biçimde kabul edildiği yıllardan 30-40 yıl sonrasının Hitler dönemi olduğuna dikkat çekiyor.

Belli ki, hasta bir toplumda, o hastalığı temsil eden kişi lider konumuna yükseliyor.

Aynı yazıda Miller, Nazi dönemindeki kamplarda Yahudi çocuklardan sorumlu bakıcı olarak görev yapan Alman kadınlarla ilgili araştırmalar hakkında bilgi veriyor. Kendileri de anne olan o kadınların Yahudi çocuklara uyguladıkları çeşitli ruhsal ve bedensel işkenceleri özet biçimde dile getirirsek, ne kadar da inanılmaz gelecektir.

Aslına bakarsanız, memleketimizin evlerinde ve okullarında çocuklarımıza nasıl davranıldığına biraz farklı açıdan bakıp biraz farklı biçimde dile getirsek, sözlerimiz herhalde fazla sert ve abartılı bulunacaktır.

Sağlıksız bir toplumuz. Çocuklarımıza karşı suç işliyoruz!