Fotoğrafçı Stephan Vanfleteren fotoğrafçı bakış açısıyla Belçika'nın Charleroi kentini fotoğraflamış ve oldukça ilginç fotoğraflar çekmiş. Geçen hafta New York Times okurken ikinci sayfasında dikkatimi çekti neredeyse tam sayfa bir foto-haber şeklinde bu kentten fotoğraflar ve bu kentin öyküsü.
New York Times'ı biliyorsunuz "ya sen bir gazetesin haddini bileceksin ey New York Times" cümlesinde geçen gazete. Yine bildiğiniz gibi NY Times’ın ikinci sayfasında hep bu şekilde foto-haber olur, dünyaca ünlü fotoğrafçıların eserleri bir haber eşliğinde verilir. Dikkat ederseniz yazıya sürekli bir NY Times okuru edasıyla giriş yaptım ama öyle sanmayın, havaalanında ücretsiz dağıtılıyordu öyle alıp okudum, yoksa bir devlet büyüğümüzün tabiriyle okumam öyle "paçavra"ları…
Neyse yazının başlığı "Belçika'nın Karanlık Kentindeki Işık" Hadi neymiş bu ışık veya neymiş bu karanlık bir Belçika gezisine çıkalım. Brüj'ün güzelim kanallarında dolaşmak varken veya Brüksel'e gidip buram buram Avrupa Birliği'ni hissedip bir suya 5 euro bir bira ve sandviçe 20 euro vermek ve selfie çektirmek varken ne işimiz var Charleroi'da, ne işimiz var küçük Marcinelle'de... Eee, bu köşeyi okuyorsanız katlanacaksınız, başka çare yok.
Harap ve Yoksul Bir Kentin Öyküsü
Fotoğrafçı Vanfleteren'in Hanibal yayınlarından çıkan kitabı Charleroi, Il Est Clair Que Le Gres Est Noir (Charleroi, Açıktır ki Gri Siyahtır) yoksul ve harap bir kentin öyküsünü fotoğraflarla anlatıyor. 6 Aralık'tan beri de Charleroi Fotoğraf Müzesi'nde eserleri sergileniyormuş. Fotoğrafların en büyük özelliği, sürekli değer üreten bir işçi havzasının nasıl yitip harap olduğu, zenginlik yaratan bir coğrafyanın nasıl yoksulluktan başka nasibine bir şey düşmediği. Fotoğraflar aslında Soma'yı, Zonguldak'ı, Balıkesir'in eski maden ilçelerinden Bigadiç'i, Türkiye sanayi tarihinde en önemli havzalardan Cibali'yi ve nice işçi havzasını anlatıyor. Farklı derecelerde de olsa hepsinde göze çarpan harap olma, tükenme, yoksulluk, puslu, gri sahneler. Evet oldukça açık ki aslında gri siyahtır, karadır ve buralarda yaşayanların bahtı da karadır... Bu coğrafyalar insanlık için üretmekte, ama insanlığı tüketmektedir, kendi kendini de yiyip bitirmektedir. İnsanların yüzlerindeki yorgunluk ve binaların harap hali birbirine benzemektedir…
Fotoğraflar: http://www.uitgeverijkannibaal.be/charleroi-il-est-clair-que-le-gris-est-noir
Charleroi bir sanayi kenti olarak 1970’li yıllara kadar çirkin olsa da canlı bir kentti. Ancak 1970’lerle başlayan ekonomik durgunluk ve özellikle sanayideki çöküş en başta bu kenti etkilemişti belki de. Bu tarihten sonra, Charleroi ismi neredeyse yoksulluk ve puslu hava ile birlikte anılmaya başladı. Son yıllarda özellikle fotoğraf sanatçılarının övgüsünü kazanan Fotoğraf Müzesi ve dans festivaliyle ilgi çeken bir kent. Yoksulluk her yerde kendisini hissettirse de biraz toparlanmaya başlamış. Valonya’da, bir başka ifadeyle Belçika’nın Fransızca konuşulan diğer yarısında yer alan bu kentin hem Valonya, hem de Belçika ortalaması düşünüldüğünde hala yoksul olduğu söylenebilir. Ha unutmadan, böylesi “düşmüş” kentlerin bir özelliği de (Baltimore’da da olduğu gibi) yoksul kesimin ve işçi sınıfının ağız tadının bozulması, bir başka ifadeyle fast food’a yönelik hastalıklı eğilim. Bu kent sanatçı Nicolas Buissart’ın “mayonez bileziği” ile de ün kazanmış bir kent, pek çok fast food restoranında bu saçma şey kullanılıyor, yorum size ait diyorum ve geçiyorum!
Mayonez bileziğini kolunuza takip, rahat rahat patates kızartması yiyebilirsiniz (!)
Peki, Pazar Pazar nereden çıktı bu kent, ne işimiz var buralarda? Yavaştan girelim mevzuya ne dersiniz?
Tutti Cadaveri!
Tutti Cadaveri! diye bağırdı İtalyan kurtarma görevlisi! Tutti cadaveri, tüm cesetler bu kadar, evet hepsi bu kadar, 262 tane ceset…
Tarihin en büyük işçi katliamlarından birisi, maden cinayetlerinden birisine ev sahipliği yapmıştı Charleroi. 8 Ağustos 1956 sabahı, Charleroi Marcinelle madeninde Bois du Cazier ocağında çalışmakta olan 274 maden işçisinden 262’si yaşamını yitirmişti. Olayın oluşumu incelendiğinde yine tedbirsizlik, dikkatsizlik, insan yaşamını hiçe sayma, hele ki bu insanlar göçmen işçiyse insan olarak bile saymama olguları yine baş köşedeydi. Resmi açıklamaya göre, bir yük vagonu yük asansörünün kafesinin içine yanlış bir şekilde yerleştirilmiş, asansör harekete geçince akaryakıt borusuna ve elektrik kablolarına çarpmış ve yangına neden olmuştu. Yangın sonucu madende aşağı galerilerde çalışan işçiler mahsur kalmış ve yaşamlarını yitirmişti.
Sicili Afrika’da tamamen kapkara olan Belçika burjuvazisi, göçmen işçi çalıştırma konusunda da aynı sicili devam ettiriyordu. Ölen işçilerden 136’sı İtalyan, 8’i Polonyalı, 6’sı Yunan, 5’i Alman, 5’i Fransız, 3’ü Macar, birer İngiliz, Hollandalı, Rus ve Ukraynalı iken, 95’si de Belçikalıydı. Yalnızca 12 işçi kurtulmuş, çok ciddi tartışmalar beraberinde gelmiş, İtalya bizzat kendi vatandaşları için daha güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları talebinde bulunmuştu. Belçika burada ve pek çok yerde göçmen işçi çalıştırmaya devam etti…
“Kaza” sonrasında yasal süreçler aslında çok da bildik bir süreci gözümüzün önüne getiriyor. Madenin yöneticisi 6 ay hapis cezası alırken, günümüz parasıyla yaklaşık 300-400 Euro arasında değerlendirilebilecek 2000 Belçika Frankı para cezasına çarptırıldı. Diğer sanıklar ise beraat etmişti. Bir yönetici kurban seçilmiş, sermaye aklanmış, Belçika sanayii bölgede büyümeye devam etmiş, 1970’li yıllara kadar kent puslu, kirli ama hareketli bir halde irili ufaklı “kazalar”a ev sahipliği yaparak yoluna devam etmişti.
2006 yılında “Bois Du Cazier felaketinin 50. Yıldönümü” anısına fonda katliamın gerçekleştiği maden ocağının, önünde de bir işçinin profilinin yer aldığı 10 euroluk hatıra parası bastırıldı.
Marcinelle Maden Kazasının 50 Yıldönümü Dolayısıyla Basılan 10 Euroluk Belçika parası
Onlarca işçinin yaşamını yitirdiği, çocuklarının sağlığını yitirdiği, insanları ve çevreyi tüketirken Brüksel’i ihya eden küçük bir kentin kısa öyküsü. Uzun uzadıya çok şey söylenebilir, ama ben gelin coğrafyamıza daha farklı bakalım, gezi rotalarımızı biraz farklı kılalım, dünyada bu ve benzeri pek çok kent olduğunu anımsayalım derim. Ama giderseniz tabii ki Belçika birası içmeden dönmeyin ona lafım yok, ama işçilerin takıldığı bir puba giderseniz daha zevk alır, gittiğiniz yerin gerçek sahiplerini tanırsınız derim, ne dersiniz?
Kaynaklar
http://www.catawiki.fr/catalog/monnaies/pays/belgique/1065069-belgique-10-euro-2006-proof-50th-anniversary-of-the-mines-of-bois-du-cazier-marcinelle-disaster
http://fresques.ina.fr/memoires-de-mines/fiche-media/Mineur00346/la-catastrophe-miniere-de-marcinelle.html
http://www.history.com/this-day-in-history/fire-traps-262-miners
http://www.italoeuropeo.com/focus/history/795-marcinelle-a-tragedy-that-we-can-not-forget
http://en.wikipedia.org/wiki/Marcinelle