“Ben, bir cinsel tacizci olarak yorumlandım çünkü çalıştığım ortamı cinselleştiriyorum”
Bu ifade, Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist kitabının yazarı Jane Gallop’a ait. Feminist yazar, bizatihi kendisinin suçlandığı bir “cinsel taciz” soruşturmasıyla ilgili olarak “cinselleştirme” ifadesini kullanıyor. (1)
Cinselleştirme kavramı kabul etmek gerekir ki bir parça tuhaf bir kavram. Gallop’un hikâyesine değinmeyeceğiz ama “bir taciz biçimi olarak ortamı cinselleştirme” iddiası son derece tartışmalıdır. Hatta epey gerici kalıp-yargılara kapı aralayabilir.
Hatırlanacaktır; CHP’li bir kadın milletvekili bir meclis konuşmasında “vajina” kelimesini kullandığı için Bülent Arınç, utandığını, bir kadına böyle konuşmayı yakıştıramadığını ifade etmişti. Evet, vajinanın utanç verici bir organ olduğunu kabul etmeliyiz; ıslak, yutucu, kaotik bir kara delik! Lanet vajina!
Bu tuhaf, “ortamı cinselleştirme” suçunu zaman zaman işleyen(!) bir yazar olarak, “cinselleştirmeden” başka bir şey anlamamız gerektiğini düşünüyorum.
İki örnek...
Abdülmecid Efendi Köşkü'ndeki sergiye yönelik gerici saldırının ardından Hürriyet yazarı Ahmet Hakan bir köşe yazısında, "Sanat eserlerinin her tarafından fışkıran aşırı gerçekçi penisler karşısında hepimiz el pençe divan mı duracağız?" demiştir.
“Aşırı gerçekçi penislerin” özel dünyalar içinde kimi kaygıları harekete geçirmesi anlaşılabilir bir durum kuşkusuz. Ne ki sanat eserini, ecdadın derin hatırasına rağmen “penis standartlarıyla” değerlendirmenin biraz fazla dışavurumcu olduğunu kabul etmeliyiz!
İyi ama konu buraya nasıl gelebiliyor? Burası garip.
Bir diğer örnek Sabah Gazetesi yazarı Hıncal Uluç’tan. Uluç, futboldan sinema eleştirisine, klasik müzik yazarlığından günlük politikaya her konuda yazan bir “BAY BİLGİÇ” bildiğiniz gibi.
Hıncal Uluç yakın bir dönemde Kalben’in ikinci albümündeki “Yalakanım Bebeğim” şarkısıyla ilgili şunları yazmış:
“Yahu bu ne ayıp, ne utanç verici şarkı.(…)Bir sapıklığı yoksa, her erkek, böylesi kadından nefret eder, iğrenir.”
Hmmm çok büyük bir sır ifşa oluyor, sıkı durun!
“ ‘Yalamak’tan gelen ‘yalaka’ lafı üzerine yazılan bu sözleri okuyup da midesi bulanmayacak kadın, erkek tahmin etmiyorum.”
Bakın, konu yine aynı yere geldi…
Hıncal Uluç, Kalben’in şarkı sözünde gizli biçimde duran ve keşfedilmeyi bekleyen “yalama” bahsinden belli ki çok rahatsız olmuş.
Efendim,“yazıklar olsun”muş, “feministleri geçin, ‘normal’ kadın dernekleri ve kadın hakları sözcülerinin harekete geçmesi” gerekirmiş.
Hıncal Uluç’un, yıllara uzanan zehirli dilini, söylemini, kadın düşmanı beyanatlarını bir kenara koyalım.(2)
Yine de burada başka bir şey var.
Hakan ve Uluç üzerinden ifade ettiğimiz iki örnek de “cinselleştirme” denilen şeyi anlatıyor. İşin aslı, güncel pek çok vakıada, sürekli bir şeylerden tahrik olan vaazcılarda, kimi işlerin içindeki bit yeniğini, “cinsel göndermeyi” arayan köşe yazarlarında, durup oturup ahlaktan ve edepten bahseden politikacılarda hep karşımıza “cinselleştirme” mefhumu çıkıyor.
Açıkçası tüm bu “cinselleştirmeler” karşısında, kaostan, karmaşadan, günahtan ve seksten hoşlanan biz “marjinaller” bile donakalıyoruz.
Peki asıl soru…
Giderek her yanımızı kaplayan, yoğunlaşan, balçık gibi etimize, ruhumuza yapışan bu “cinselleştirme” örüntüsü, söylemi, politikası ne ifade ediyor?
Kestirmeden ifade etmek gerekirse, “cinselleştirmenin” böylesine hegemonik bir konum kazanmasında “özel hayatı dizayn etme” arzusunun, “özel olana” müdahale etme isteğinin önemli rol oynadığını düşünüyoruz.
Cinselleştirme ve denetleme birbirine sıkı sıkıya bağlı.
Bizi “özel olanla” ilgili sürekli tetikte tutmaya çalışanın, buralardaki gizleri keşfetmeye çağıranın, tüm bir yaşamı dinselleştirmeye çalışan iktidarla oldukça uyumlu olduğunu görebiliyoruz.
Çünkü özel olana/alana müdahale ve orayı dizayn etme isteği, bugün önemli bir devlet politikasıdır.
Niye olmasın denilecekse…
Özelde olan kuşkusuz politiktir; özel alan, sorgulanır, dokunulur, denetlenir bir alandır. Örneğin ev içi şiddet, “karı-koca ilişkisi” denilerek dokunulmaz, meşru addedilemez. Ancak burada kastımız bu denetlemenin, belli bir biçimde, rejimin rengini taşıyan biçimde yapılması. Özel alandaki erkek egemenliği korunup kollanmakta, buna İslami/muhafazâkar biçimler kazandırılmaktadır (3)
İki tane mahkeme kararını gösterelim…
İlki, belki unutulmuştur. İki yıl önce Anayasa mahkemesinin, “oral, anal, grup, eşcinsel ve lezbiyen” ilişkiler içeren görüntü, ses ve yazıları satanlara, depolayanlara ve bulunduranlara 4 yıla kadar hapis cezası verilmesine ilişkin onay kararını gerekçelendirirken, aslında devletin bizim için bazı cinsel davranışları “doğal olmayan ilişki biçimi” diye sınırladığını öğrenmiştik.
Demek ki yüce devletlûnun nazarında “bağzı” doğal olmayan cinsellikler yaşanıyor.
Daha yakın bir haber…
Bir Yargıtay kararında, “aralarında evlilik bağı bulunan eşlerden birinin diğerini aldatmasının, aldatılan eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliği taşıdığı, evliliği bilerek bu eyleme katılan kişinin de doğan bu zarardan sorumlu olduğu ve aldatılan eşe tazminat ödemesi gerektiği” belirtilmiştir.(3)
Fiilen İslâmi erkek çokeşliliği ve yasal olarak da imam nikâhı varken denetleme/dizayn etme, hangi çokeşliliğin “makbul olmadığını” belirlemeye yönelmiştir.
Başta söylediğimize dönersek, “cinselleştirme” hiç de hınzırca gülünüp geçilebilecek bir şey değildir. Bir ucunda “aşırı gerçekçi penisleri” fark eden köşe yazarları diğer ucunda özel yaşamı rejime özgü biçimde dizayn etme isteğinin mahkeme kararıyla, yasalarla karşımıza dikilmesi vardır.
1-Jane Gallop, Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist, Dipnot Yayınları(2013); s.24
2-Hıncal Uluç’un sözkonusu yazısı ve şeceresi için bkz,
3- https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2017/11/10/yargitay-evli-kisilerle-iliskisi-olanlar-icin-ictihat-olusturacak/