Cenneti mi cehennemi mi yaşıyoruz?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) yeni başkanı ve yeni Hazine ve Maliye Bakanı ile piyasalara geldiği sanılan ‘erken bahar’, bize

‘Arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah

Biri biterken öbürü de başlar vermesin Allah

Böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah

Yok mu çaresi dostlar fesuphanallah? Ayy

Alemin keyfi yerinde yine maşallah

Bize de bir gün kader güler, güler inşallah’

şarkısını bol bol söylettirecek gibi! Gibi diyorum, çünkü son bir haftada Türkiye ekonomisinde yaşananlar, ‘daha en kötüyü’ görmedik dedirtecek türden gelişmeler!

NELER OLDU NELER!

Erken bahara giden yol, bir gece yarısı operasyonuyla Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal’ın yerine Naci Ağbal’ın atanmasıyla başladı. Bu atamayı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifası ve/veya görevinden af talebi izledi. Ardından yeni Hazine ve Maliye Bakanı olarak Lütfi Elvan atandı. Her zaman olduğu gibi, ‘yeni bir beyaz sayfa’ açılarak piyasalara (aslında finansal kapitale) ‘güven’ tesis edildi. Kasım 2020’de 8,58 ile zirveyi gören ABD Doları, ekonomiye bu ‘sihirli’ dokunuşlarla bir anda 6,94’e kadar geriledi. Avroda da benzer bir gelişme yaşandı.

Ekonomiyi sadece ABD Doları üzerinde okumaya alışmış birçokları koro halinde Türkiye ekonomisi için ‘başarı hikayeleri’ yazmaya başladılar. Zaten hep öyle olmaz mı, olmadı mı? Olan aslında finansal kapitalin, rantiyelerin, sıcak para babalarının istediği bir iktisadi ortam yaratmaktı! Faizleri yükselt, kurlar düşmeye başlasın ve ‘el oğlu’ ile ‘el kızının’ parasına para katması (buna sermaye kazancı deniliyor!) için menkul kıymet fiyatları düşmeye başlasın. Yani tanıdık, bildik, sıcak parayı ülkeye çekme operasyonu!

YÜKSEK FAİZE RAĞMEN SICAK PARA DA GELMİYOR!

Yüksek faiz ve düşük kur politikaları ile birlikte, beklenildiği gibi, eski yıllara oranla daha düşük düzeylerde olsa bile, yeni ekonomi yönetimine ve iç siyasete nefes aldıracak sıcak para girişleri oldu. Yani bir nebze de olsa ‘piyasalar’ soluklandı! Gelen sıcak para ‘vur ve kaç’ taktiğini izlediği için, ağırlıklı olarak portföy yatırımları biçiminde geldi. Hisse senedi yatırımları hayli az bir düzeyde kaldı. Bu portföy yatırımlarına swap aracılığıyla gelen sıcak paralar da eklenince, döviz piyasalarında bu erken baharı gördük. Ama bizim bildiğimiz ancak ekonomi yönetiminin bilmek istemediği ya da anımsamadığı bir gerçek vardı: bu paralar bizim kara kaşımıza, kara gözümüze âşık oldukları için getirilen paralar değildi ve sadece ve sadece kısa vadede büyük vurgun yapıp kaçacak paralardı. Nihayetinde de öyle oldu. Başta o ‘methiyeler’ dizdikleri hedge fonları olmak üzere, portföy yatırımlarını yapanlar da ‘geldikleri gibi geri gitmeye’ başladılar.

NEDEN GELİP NEDEN HEMEN GİDERLER Kİ?

Teşbihte hata olmaz derler! Ülkemizin bu sıcak para bağımlılığı ile uyuşturucu bağımlılığı arasında paralellikler kurmak mümkündür. Bu, daha önceleri sık sık vurgulamaya çalıştığım, ülkemizin “cari açıkkolik” olmasının aynadaki ters yansımasıdır. Bilindiği gibi, uyuşturucu bağımlılığı nasıl her defasında daha fazla bağımlılık yaratır, bağımlı sürekli daha fazla doz ister ise sıcak para bağımlılığı da öyle bir şeydir. Özellikle köpek balığı benzetmesi yapılan bu kan emici hedge fonlarını, her defasında daha yüksek faiz ve getiri ile ancak doyurabilirsin. Bunlar kısa vadede vurgunu yapıp, hemen ülkeden kaçarlar. En son yapılan para politikası kurulu toplantısında faiz artışı kararı çıkmaması ve son günlerde de iktidarın Türkiye ekonomisini bugünlere getiren ekonomi politikaları ve sorumlularını savunmaya geçmesi de işin tuzu biberi oldu. Aslında geçtiğimiz hafta olanlar malumun ilanından başka bir şey değildi! Sürpriz ve yeni olan hiçbir şey de yoktu. Finans kapitalin, rantiyelerin ve ‘kan emicilerinin’ şantajlarını destek olarak algılayıp, onların dümen suyuna girdiğinizde, bunlar ne yazık ki kaçınılmaz oluyor.

GERÇEKTE NELER OLUYOR, OLDU?

‘Aslında batı cephesinde değişen bir şey yok’! Eski tas eski hamam hesabı her şey olduğu gibi devam ediyor! Bir kere ülkemizin çok ciddi makro, sistemik riskleri var. Nur topu gibi ikiz açıklarımız oldu: cari açık ile bütçe açığı. 2020 yılını 36,7 milyar ABD doları cari açıkla kapattık. Yine geçtiğimiz yıl merkezi yönetim bütçesi 172,7 milyar TL açık verdi. Dış borcumuz ürkütücü düzeylere ulaşmış durumda. Yaklaşık 435 milyar ABD dolarlık bir dış borç stokumuz var. TCMB’nin rezervleri yetersiz. 19 Şubat haftası itibariyle, TCMB’nin brüt rezervleri 94,1 milyar ABD doları ve bunun 53,9 milyar ABD dolarlık kısmı döviz ve 40,2 milyar ABD dolarlık kısmı ise altın rezervlerinden oluşmakta. 40 milyar ABD doları tutarında bankalarla yapılan swap işlemlerini ve ödemek zorunda olduğumuz 188 milyar ABD doları kısa vadeli dış borcumuzun da olduğunu düşündüğümüzde rezervlerin ne kadar yetersiz olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Ülke risk primi halen çok yüksek. Ülke risk primi ölçüsü olarak kullanılan ve ‘kredi temerrüt takası’ denilen CDS değerimiz 25 Şubat 2021 tarihinde ne yazık ki, 289,93 olarak gerçekleşti. Bu CDS değeri, bizimle aynı ülke kategorisinde yer alan ve yükselen ülkeler grubu denilen ülke grubu içerisinde en yüksek CDS değeri. Zaten bu gruptaki ülkelerin hemen hepsinin CDS değeri 100’ün altında! Bu de işlerin ne kadar kötü gittiğinin bir göstergesi!

Enflasyon, beraberinde işsizlik ve sefaletle almış başını gidiyor. Yıllık enflasyon, tüketici fiyatlarında (Tüketici Fiyat Endeksi) %14,97 ve daha önce de yazdığımız gibi son on yedi ayın en yüksek yıllık enflasyon oranı. İşsizlik oranı %12,9 deniyor ama herkes işsizlik oranının bunun katbekat üzerinde olduğunu biliyor. Genç işsizliği %30 kapısına dayanmış durumda. Enflasyon ve işsizlik hepimiz için karabasan olmaya devam ediyor. Hele bir de 2020 yılı istihdam kayıplarına bakarsak, halimizin ne kadar harap olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, geçtiğimiz yılda 1 milyon 272 bin kişilik istihdam kaybı olmuş. Bu istihdam kayıplarından en büyük nasibi de emekçiler ve küçük aile işletmelerinde çalışanlar almış. Öyle ki, 2020 yılı emekçiler için tam bir kâbusa dönüşmüş. Bu yılda 495 bin emekçi işini kaybetti. Emekçiler yanında 289 bin kendi hesabına çalışan esnaf ve sanatkâr ile 432 bin ücretsiz aile işçisi de işinden ve aşından olmuş. İşini kaybeden işveren sayısı ise 56 bin oldu. TÜİK’in açıkladığı işsizlik oranlarının aksine, yaşanan bu istihdam kayıpları, emekçi ve yoksul halk kesimlerinin işinden ve aşından olduğunu çok açık bir biçimde bize göstermektedir. Demek ki, iktisadi istikrar enflasyon ve işsizlik rakamlarını cilalamakla olmuyormuş. Rakamlar gerçeklikten uzaklaştıkça, bunun yansıması ulusal paramızın değer kaybı olarak karşımıza çıkıyor. Böyle olunca da kendi yurttaşlarımız 234,7 milyar ABD doları mevduatlarını bankalarda tutuyor.

2013 yılında nominal olarak 12.614 ABD doları olan kişi başına gelirimiz, büyük olasılıkla 2020 yılında 8000 ABD dolarının altına gerileyecektir. Bir taraftan yoksullaşırken bir taraftan da yurttaşlarımız sürekli borçlanmak zorunda kalıyorlar. Üstelik bu borçlanmanın merkezinde yer alan bankacılık sistemi yoğun finansal risklerle karşı karşıya. Bu olumsuz tablo, Korona salgını ile birlikte iyice karmakarışık olmuş vaziyette.

NE YAPILMAMALI, NE YAPILMALI?

Her şeyden önce TÜİK enflasyon ve işsizliği ayarlama kurumu olmaktan çıkarılıp, yurttaşlarımızın çoğunluğunun güvenini tekrar kazanmak zorundadır. Ekonomi yönetimi, artık ekonomide işler kötüye gittiğinde bir ‘dış ve/veya iç suçlu’ aramaktan vaz geçmelidir. Artık, ülke ekonomisini yönetenler, ekonomiyi canlandırmak için banka kredi artışları ile bir yere varılamayacağını anlamalıdır. Her türlü girdi ve ara malını ithal ederek, bu ülkede kalıcı iş ve aş yaratan bir büyüme yaratamayacaklarını bilmelidir. Cari açıkları sıcak para ile kapatmanın, 2020’de olduğu gibi rezervleri yemenin çare olamayacağını görmelidir. Har vurup harman savurmakla, gösteriş ve şatafatla, algı yönetimi ile ülke ekonomisinin gerçeklerinin göz ardı edilemeyeceğini anlamalıdır. Hepsinden önemlisi de ülkeyi “cari açıkkolik” olmaktan ve sıcak para bağımlılığından kurtarmadan; kamunun öncülüğünde plana dayalı yeni bir sanayileşme politikası uygulamadan refaha kavuşturmanın başka bir yolu olmadığının farkına varmalıdır.