‘Çalınan duygularımız’ ve bir bozgunculuk teklifi

Ezilenin hakikati, umut ve umutsuzluk arasında, öfke ve utanç arasında, haset ve yalnızlık acısı arasında salınır durur.

Bütçe görüşmeleri, EYT, asgari ücret zammı, memur ve emekli zam oranları gibi oldukça hararetli sınıf gündemlerini geride bıraktık. Sosyal medyadan daha görünür olsa da bu konulardaki kimi yorumlar oldukça ilginçti.

Mesela “asgari ücret sebep, enflasyon netice” diyen uzman görüşleri hızla peyda oldu. Bu çok cin fikirli, külyutmaz uzmanların fikirleri, sosyal medyadan köşe yazarına, “sokaktaki vatandaştan” işsiz gence ulaşabildi. Konu EYT’ye geldiğinde  “enayi olmayanlar için iktisat tezleri” yine gündemdeydi.

Aslında dikkatle bakılırsa, kendisini bir tür “akılcılık” olarak sunan bu fikirler, herhangi bir “izm”le ya da politik bir tarafgirlikle kodlanmak istememektedir. Benzer bir ideolojik-kültürel pelteleşmeye başka örneklerde de rastlıyoruz. Sokak hayvanlarına dönük yıkıcılığa taraf olanlar, “göçmen düşmanlığını” türlü meselelere katık edenler, alışveriş merkezinde ya da uçakta çocuk görmek istemeyenler, engelli çocuğun eğitim hakkını yok sayanlar…

Görüntü giderek bulanıklaşıyor.

Peki ideolojik koordinatlar bu kadar “belirsiz” görünürken, siyasal-sınıfsal taraflaşmalar bu kadar “müphem” kılınmışken, açıkta olan, belirgin olan, kendini hemen orada ele veren nedir acaba?

Bu noktada adına “duygu siyaseti” denilen bir sürecin öne çıktığını görüyoruz aslında.(1) Literatürdeki çeşitli tartışmalar bir tarafa, “duygu siyaseti” kavramını “ideolojilerin ölümü” olarak ele almıyorum. Aksine, günümüzün otoriter kapitalizmlerinin -bizde AKP rejimi- yurttaşı siyasetten men etme hamlesi, “ideolojik alana” yeni ajanlar, araçlar, tutamaklar sokmuştur.

İşte “duygu siyaseti” denilen şeyi bu yeni ajanlardan biri olarak görüyorum. Belki “duygu (de)politizasyonu” olarak söylemek de mümkün.

Zira “duygu politizasyonu”, siyaset olanaklarına el konulan, siyasetten men edilen “avama” bir telafi mekanizması sunmaktır. Onun konusu, “içi öfkeyle doldurulup” ve yön işareti bekler hale getirilmiş geniş yığınlardır. Adlı adınca tutarlı, bütüncül, modernist ideolojilerin, motiflerin değil, anlık reflekslerin, “duyguların”, “tahrik olma hakkının”; hukuku, normu, etiği askıya alma özgürlüğünün muştulandığı bir siyasal dairedir buradaki.

Otoriter kapitalizmlerin üstünde yükselen rejimlerin, sıradana bahşettiği siyasallık buradadır. Sembollerin, duyguların, kalplere hitap etmenin, öfke ve aczi yönetmenin, “basit insanlara” da bir sahne sunabilmenin imkanları burada ortaya çıkmaktadır. Neyin siyasete ikame edileceği, siyasetten kovulan öznenin nereye tüneyebileceği bulunmuştur.

Burada artık, aşağılık komplesi, haset, iğrenme, nefret, kaygı, öfke gibi duygular ideolojik koordinatların yeni işaretleridir. Kuşkusuz bu “işaretler” ideolojilerin yerini almazlar ama onları çeşitli kılıklara sokarak, maddi bağlamlarını tümden görünmez, müphem hale getirirler.(2)

Artık dilediğinizce homurdanabilir, olanca duygusallığınızla mızmızlanabilir, “akılcı önermelerinizle” öfkelenebilir ve bir ekran mesafesinden küfürler saydırabilirsiniz.

Kuşkusuz tüm bunlar egemenlerin bir yerlerde planlayıp hayata soktuğu şeyler değildir. Meta fetişizmi, şeyleşmenin yeni katmanları, toplumsal ilişkilerin dijitalleşmesi ve “yalnızlaştırılma” tüm bu ortamı mümkün kılmaktadır. Johann Hari’nin kitabından (Çalınan Dikkat) esinle söylersek, çalınan yalnızca dikkatimiz değildir; demlenmesine, birikmesine, anlamlı bağlantılar kurmasına izin verilmeyen ve sürekli boşaltılması beklenen “duygularımız” da çalınmaktadır.

Bu nedenle, duygular denilecekse örneğin, kendini “akılcılık” olarak sunan emekçi düşmanlığında bir haset fokurdaması vardır. Emeklilik hayal olmuşken emekli düşmanlığında, ev ile işyeri arasında mekik dokurken göçmene kin bilemede, kent merkezleri mutenalaşırken sokak hayvanlarına duyulan öfkede ve her şeyin “biz keriz miyiz?’e” çıkmasında olduğu gibi.

Üstelik yalnızca kötücül örnekler de yoktur burada. Yıllardır “dünya Türkiye’yi kıskanıyor” söylemini bir romans tonunda duymamız aynı “duygu kaynaklarına” uzanmaktadır. AKP rejiminin “söylem haritasındaki” gurur ve büyüklenmenin, aşağılık komplesi ve ecdattan başlayan narsisizmlerin, “sen kimsin’lerin”, “gereği yapılır’ların” gıdıkladığı yer, duygulardan başkası değildir.

Bu nedenle “duygu siyaseti” denilen şeyin olağanüstü genleşmesi, saran hatlarla kitleselleşmesi, kimi zaman pelteye döneni diriltip katılaştırması ve nihayet sınıf mücadelelerinin türlü semptomlarını kendi lügatına devşirmesi, üzerinden atlanamayacak bir olgudur.

Çözüm tüm bu çelişkilerin içinden, yüreğinden geçerek mümkündür.

Ezilenleri “boş bir mide ve yanlış bir bilinç” olarak gören kaba materyalizmin bu yoldan geçmesi mümkün değildir.

Bir market mağaza çalışanı işyerinde kendini astığında, bir garsonun kafasından aşağı şarap döküldüğünde, bir kadın işçi çıplak aramaya maruz kaldığında “ezilenin hakikati” yara, gurur ve haysiyet uğraklarını tekrar ve tekrar kat eder. Ezilenin hakikati, umut ve umutsuzluk arasında, öfke ve utanç arasında, haset ve yalnızlık acısı arasında salınır durur.

Horlanmanın, utandırılmanın, gurur öğütmenin izleri bedenimize yapışır. Duygular, “itten aç, yılandan çıplak” bir varoluşun tüm hatlarını sarar.

Bu nedenle örneğin umut, her birimizin bir yerlerde tek başına yüklendiği hayat gailesine, çırılçıplak yalnız bırakılmamıza karşı bir yan yana gelme etiğidir.

Bu nedenle haysiyet, “çaresizliği hiç tatmamış” şımarık efendilere karşı bir intikam ateşi gibi yükselir.

Bu nedenle inat, yakamızı bırakmayan kaygı ve boğuntuya karşı bir reddetme teklifi sunar.

Bu nedenle mizah ve coşku, zalimin zulmüne bir meydan okuma olarak öne çıkar.

Bu nedenle özgüven, bizi pelteleştiren “ağlak” bir nostaljiye karşı ayağa kalmayı seçenek olarak hatırlatır.

Bu nedenle yoldaşlık, kardeşlik; toplum olmamıza, dayanışmamıza, keder ve sevinci paylaşmamıza izin vermeyen bir avuç varsıla karşı başka bir hakikati öne sürer.

“Çalınan duygularımızı” yeniden kazanmak, bir “telafi teklifini” bozguna uğratmak bu hatlardan geçerek mümkün olabilir.

Kaynakça

1-Bu konudaki tartışmalar için bakınız, Nagehan Tokdoğan, Yeni Osmanlıcılık, Hınç, Nostalji, Narsisizm, İletişim Yayınları (2018)

2-Ebru Pektaş, “Otoriter Kapitalizmin Retorik Stratejileri: Siyasette Küfür Ne İşe Yarar?”, Komünist dergisi (Ocak-2023)