Büyük kirlilik

Güzel insanları yitirirken müthiş bir kirlilik ve talan içinde yaşamaya devam ediyoruz.

Türkiye tarihinde görülmemiş biçimde tüm doğal varlıklar, ormanlar, meralar, sular, kıyılar, tarım alanları büyük bir saldırı altında. İktidar, belki de olası bir hükümet değişikliğini gördüğü için kendine yakın bir avuç insana sermaye transferini hızlandırdığı gibi, bu transferin bir parçası olan doğal varlıklara saldırı da artmış durumda…

Önceki yazımızda Avrupa'dan  gelen plastik atıkları konu etmiştik. Geçen yıl yaklaşık 800 bin ton ithal edilen ve özellikle Adana Mersin bölgesinde depolanan (ve bazen yakılan) bu plastik atıklar, Adana Mersin civarının toprağını havasını suyunu zehirliyor.

Brezilya’dan alınan Sao Paulo adlı içinde çok miktarda toksik madde bulunan uçak gemisi, İzmir Aliağa’ya getirilerek sökülmek isteniyor. Söküm işleminin, insan sağlığına, çevreye, toprağa denize vereceği zarar muazzam büyüklükte…

Erzincan İliç’te altın madeninde meydana gelen sızıntıyla 30 ton civarında kimyasal (siyanürlü) atık, Fırat nehrine ve toprağa karıştı. Maden Şirketi, o bölgede durmadan kapasite artışı yaparak, Fırat havzasının tamamını risk altına sokmuş durumda…

Mersin Akkuyu’da devam eden Nükleer Santral yapımında, daha önce temelinde çatlaklar olduğu gündeme gelmişti. Rus şirketi Rosatom, en son inşaatı yapan firmanın taahhütlere uymadığı gerekçesiyle sözleşmesini fesheredek Rus ortaklı başka bir firmaya inşaat işlerini verdi. Nükleer Santral işletmesi atıkları, soğutma suyu  nedeniyle zaten başlı başına bir sorundu, bunları geçtik, santralin inşaatı bile güvenli değil…

Şırnak’ta bölge ormanının %7’sinin  sadece yedi ayda yok edildiği söyleniyor. Güvenlik gerekçe gösterilerek her gün 15 kamyon ağacın kesildiği belirtiliyor. Şırnak ekosistemi  büyük bir kıyım içinde…

Rize Limanında kullanılmak üzere İkizdere’de  açılan taş ocağı, bölge köylülerinin tüm çabalarına rağmen çalışmaya devam ediyor ve İkizdere halkına büyük zarar veriyor.

Muğla Akbelen ormanları, termik santrale ucuz kömür temini için saldırı altında. Halk, her daim ormanlarını korumak için nöbet tutuyor. Geçen hafta 3. Kez bilirkişi incelemesi yapıldı.

En son Kapadokya bölgesinden gelen haberlere göre, Peri Bacaları ve yakınında bulunan tarihi Bizans Manastırı yanından geçecek yol için bölge tahrip ediliyor. Bir doğalgaz şirketi, daha az maliyetle boru döşesin diye binlerce yıllık Peri Bacaları tehlike altında…

Marmaris Kızılbük koyuna, Sinpaş adlı yandaş firmanın dev otel yapımı devam ediyor. Projenin ÇED Gerekli değildir kararı Muğla İdare Mahkemesi tarafından iptal edilse de karar uygulanmıyor. Kararı uygulamayanlar değil, Milli Park’taki bu faaliyetin yasadışılığını belirten ve alanda nöbet tutan çevreciler iki de bir polis marifetiyle göz altına alınıyor.

Zeytin alanlarında madencilik faaliyetine izin veren yönetmeliğin yürütmesi Danıştay 8. Dairesi tarafından durdurulmuştu. İtiraz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, usuli bir gerekçe göstererek yürütmenin durdurulması kararını kaldırdı. An itibarıyla zeytinlikler yine tehlike altında…

Tüm bunlara ülkede ki siyasi, sosyal krizi ve ekonomik darboğazı da eklerseniz, Türkiye tarihinin görmediği ölçüde bir yıkımla karşı karşıya olduğumuzu görürsünüz. Ekonomik ve siyasi kriz bir şekilde geçecektir. Ancak doğaya/ekosisteme verilen tahribatın boyutu çok büyük ve bu tahribatın önemli kısmının geriye döndürülmesi çok zor.

Dün sonsuzluğa uğurladığımız Metin Çulhaoğlu (anısına büyük saygıyla) son yazısında Max Weber’den yola çıkarak bir devlet aklı tanımı yapıyor ve bu aklın “uzmanlık, süreklilik akılcılık” olguları üzerinde yükselmesi gerektiğini belirtiyor, AKP iktidarının bu akılda ciddi boşluklar bıraktığını yazıyordu. 

Bu boşluğun mafyatik bir sermaye aracılığıyla doldurulduğu ve Türkiye’nin doğasının geleceğinin umursanmadan yağmalandığı açık. Mücadele eden bir avuç insanın çabaları, bu doğa talanını durdurmaya yetmiyor.

Havanın suyun toprağın kirlendiği bu ortamda, insanın ve insani değerlerin de kirlenmemesi mümkün mü?

Güzel insanları yitirirken müthiş bir kirlilik ve talan içinde yaşamaya devam ediyoruz.

Yoksullaşıyoruz.