Burnumuzun dibinde…

Burnumuzun dibinde, “Kobane” yangını büyüyerek sürüyor. Ne yangın ki, çoktan memleket coğrafyasını sarıverdi. Acı şu ki, Kobane direnişine yurdum insanlarının gösterdiği dayanışma, ayrı bir yangın ve acıya yarılıyor. Kolluk güçleriyle beraber, kontra kolluk ve koltukçu hempalar can alma istatistiklerini kararlılıkla arttırma yolunda ilerliyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde öldürülen yurttaş sayısı yirmi bire yükselmiş…

Ağla güzel yurt ağla…

Bin bir acı, hainlik ve puşt zulalarından halkın yüreğine akan zulüm, bu coğrafyayı daha terk etmeye niyetli görünmüyor…

Komşuda ve evin içindeki yangın böyleyken, yazıya başka konu aramak da olanaksız hale dönüyor…

Bu satırlar işin ayırdında olanlara, belki yeni bir şey söylemeyecek. Ortada olan durum herkesin gözü önünde cereyan ederken, zaten söylenecek yeni bir şey ne olabilir ki…

İşin bam teli de burasıdır; “ortada olan durum”. Evet; ortada bir durum var. Ne ki, bu durumun ne olduğuna dair rivayet muhtelif. Buna göre de insanlarımızın mevzi alışları konuyu ne kadar bildikleri, işi nasıl algıladıkları, hangi nesnel ya da psikolojik duygularla konuya yaklaştıklarına göre oluyor.

Belki sabaha, IŞİD cellâtları Kobane halkını kesmeye başlayacak ve meseleye uzaklık veya yakınlığımız hala sınıra birkaç kilometre mesafesinden daha da ırak olmayacak.

IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) emperyalizmin güdümünde yaratılmış, beslenip, büyütülen bir terör örgütüdür. Şimdilerde ardında ABD ve özellikle de Türkiye parti-devleti rejiminin olduğuna dair çokça yazı bulunmaktadır. Dolayımlı olarak, bunlar bir taraftan doğrudur. Bir yandan da verilere bakıldığında “ortaya karışık” hesabı bir denklemle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. Yani kimin eli, kimin cebinde olduğu besbelli ki uzmanlık gerektirmektedir. Hepimizin her şeyin uzmanı olması gerekmemektedir. Ancak algımızın doğru şekillenmesi için de fikir sahibi olmak gerekir.

Hikâye biraz uzundur. O nedenle hem sabrederek yazmak ve hem de okumak gerekir! Okuma kolaylığı olması için ara başlıkları da o nedenle koyuyorum.

Önce IŞİD gerçeğinin ortaya çıkışından başlamalıyım…

IŞİD örgütünün zuhuru…

Bunun geçmişi 2004 yılına dayanır. ABD’nin Irak’ı işgaline karşı, bir direniş örgütü olarak 2004 de “Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından kurulmuştur. Sonrasında Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’ye katılmış ve hatta “Irak El-Kaidesi” olarak anılmıştır. El Kaide’ye katıldıktan sonra adını da “Mezopotamya’da El Kaide” olarak değiştirmiştir.

Bu noktada şuna işaret edilebilir: El Kaidenin kurucu babası Usame bin Ladin bir CIA yetiştirmesidir. 1979 da, Afgan-Sovyet anlaşmasıyla, ülkeye giren Sovyet ordusuna karşı Taliban direnişinin ortaya çıkışına, başta ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan büyük destek vermiştir. ABD’nin stratejisi olarak, Taliban’ın daha da geliştirilmesi için CIA destekli uluslararası bir çaba yürütülmüş ve buna dünyanın dört bir yanından 35000 kişilik fiili katılım olmuştur (*). Bu çağrıya olumlu yanıt verenlerden birisi de, Suudi, bin Ladin’dir.  1986’lardan itibaren gelişen süreç, sonunda onu El Kaide’ye örgüt başı yapmıştır. ABD emperyalizmince palazlandırılan bütün taşeronlar gibi, o da, o dönemde ABD çıkarlarına hizmet ederken, çıkar uyuşmazlıkları, gün gelip onu ABD’nin Frankeyştayın’ı yapmıştır. ABD’nin Irak’ı işgaline, El Kaide, örgüt olarak gerçekleştirdiği kendinden menkul olan “ikiz kuleler” olayı ile cevap vermiştir. Sonrasında da, Usame, saklandığı ininde bulunup, ABD tarafından itlaf edilmiştir. Yani iş, tezgâh bir temizlikle ve hesapça son bulmuştur. Ancak son bulan bir şey olmamış, türev örgütler benzer bir sıra ile kimi kez ağababalarının karşısında, kimi kez onlardan beslenerek ve her seferinde de emperyalist hegemonyanın bir aparatçığı olarak yol yürüyüp gelmiştir. Sonuç olarak, IŞİD gerçeği, dolaylı olarak, ABD’nin attığı tohumlardan yeşermiş, şimdilerde ise onu zehirli bir sarmaşık gibi dolar vaziyete dönüşmüştür.

Asıl hikâyeye tekrar dönersem…

Irak El Kaidesi olarak kurulan “Tevhid ve Cihat” örgütü, dünya sahnesinde ilk görüntüsünü 2006 da bir video ile vermiş ve Zerkavi, “Mücahitler Şurası Konseyi”ni kurduklarını açıklamıştır. Zerkavi, 7 Haziran 2006’da ABD güçlerince düzenlenen bir operasyonda Irak’ta öldürülmüştür. Onun yerine kısa süreli olarak önce Ebu Hamza el Muhacir geçmiştir. Aynı yılının sonlarında da El Kaide içinden gelen Ebu Ömer el Bağdadi hem örgütün liderliğini devralmış, hem de liderliğini yaptığı “Irak İslam Devleti”ni kurduklarını açıklamıştır.

Örgütün şimdiki lideri, Ebu Bekir El Bağdadi’dir. 2010 Nisan’ında, ABD ve Irak güçlerinin, Sisar bölgesinde Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Hamza el Muhacir’in kaldıkları eve ortak bir operasyon yaparak her ikisini de öldürmesi üzerine, yeni lideri olmuştur.

IŞİD, “Selefi” ideolojisine sahip silahlı bir örgüt. Şu sıralar Irak ve Suriye’de tutunmuş vaziyette. Nihai amacı, bu coğrafyalara ek olarak, Filistin ve Ürdün topraklarını da içine alan ve devasa büyüklükteki bu bölgede, Sünni Şeriatına dayalı bir devlet olmayı düşlüyor. Ebu Bekir Bağdadi kendisini, elinde tuttuğu bölgenin ve devletin halifesi de ilan etmiş vaziyette.

Emperyalizm; böl, parçala, yönet taktiğine göre yeri geldiğinde çıkarları doğrultusunda taşeron örgütlerden yararlanıyor; bir yandan da mesafesini koruyor. Kanıt mı istersiniz; IŞİD ve lideri aynı zamanda ABD, AB ve Türkiye’nin “Terörist Örgütler Listesi”nde de yer alıyor.

IŞİD’in bugünkü adına veya kimliğine varış hikâyesi de hayli karışıktır...

El Kaide’nin Suriye kolu, “Nusra Cephesi” adıyla, 2011 sonlarında Muhammed Colani liderliğinde kuruluyor. 2013 yılında da önce birbirlerini müttefik ilan eden Bağdadi ve Colani, Nusra Cephesi ile Irak İslam Devleti’ni “Irak-Şam İslam Devleti” adı altında bir araya getirdiklerini açıklıyorlar. Ne ki, birleşirken ayrışma problemini bu siyasetler de yaşıyor ve kısa süre geçer geçmez, Colani ittifak edebileceklerini ve fakat aynı isim altında olmayı kabul etmediğini beyanla El Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye bağlılığını ilan ediyor.

2013 ün başında cereyan eden bu olaylarda, El Kaide’in, Suriye’de kendisini temsil eden siyasetin Nusra Cephesi olduğunu ilan etmesi, iki örgütün kendi içlerinde savaşa tutuşmalarını ve IŞİD’in, Nusra Cephesi’nin merkezi Deyr Ez-Zor kentinde kontrolü sağlamasıyla son buluyor.

Sonunda, al takke, ver külahla yolda düzülen kervanın sahipliği IŞİD’in elinde kalıyor. IŞİD, Suriye’de Mumbuc, petrolden zengin Rakka ve Irak sınırına yakın Deyr Ez-Zor kentlerini elinde tutuyor. Savaşçılarının çoğunluğu yabancılar olmak üzere, Suriye’deki askeri gücünün 6-7 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Irak’ta ise Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi’de etkili. Son olarak Musul kentini de ele geçirmiş durumda. Irak’taki silahlı savaşçılarının sayısının ise 10 binin üstünde olduğu tahmin ediliyor. Silahlı güçleri bakımdan tank, havan topu gibi teçhizat ve mühimmata da sahipler. Bunların önemli bir kısmını IŞİD Irak’tan ele geçirmiş vaziyette. Ancak tedarikçilik konusunda, Türkiye şaibe altında bulunuyor. Son günlerde batı medyasından yansıyanlara bakılırsa, bunun dipsiz ve boş olduğu düşülmemeli. Zira kaynaktan, bu türden bir bilgi tevzii olmadan, bunları yazılabilmesi de olanaksız. Sonuçta,koalisyonun, kara harekâtını yürütecek güç olarak Türkiye’yi, bu şaibelerle baskı altına almaya çabaladığı da görünüyor. 

Bu manzara ve harita, daha hayli su kaldıracak gibi. Ne ki,  IŞİD’in bir anlamda yolun sonuna geldiği ve zayıf karnının, elinde tuttuğu coğrafya olduğunu saptamak pek de önemli olmasa gerek. Zira her iki coğrafyada elinde tuttuğu veya kontrolü sağladığı bölgeler petrol yatakları. Nitekim ABD Dışişleri yetkilileri, yaptıkları açıklamalarda, siyasi vurgu ağırlığını, IŞİD’in eline geçirdiği bölgelerde ortalığa saldığı vahşet ve yaptıkları soykırıma odaklamaktan çok, petrol bölgelerinin kontrolünün elden kaçmasına izin verilmeyeceğine yönlendiriyorlar. Bugün için tesis ettirilen “büyük koalisyon” un temel nedeni ve görevi de, böylece belli olmuş oluyor. İşin özeti, yer altı zenginlikleri bakımından ABD’nin bölgesel çıkarları…

İşin Kürt tarafıyla olan ilgisine gelince…

IŞİD’in, Suriyeli Kürtlerle işi Kobani’nin önemine dayanıyor. Zira Kobani, Beşar Esat yönetiminin 2012’de bölgeden askerlerini çekmesinden sonra, Suriyeli Kürtlerin özerklik ilan ettiği Rojava bölgesindeki üç kantondan birisi. Diğer ikisi de, Afrin ve Cezire. IŞİD ise, Kobani’nin etrafında olan bütün bölgeleri (Tel Abyad, Carablus ve Rakka) kontrol altında tutuyor ve bu kenti de ele geçirirse, elinde tuttuğu bölgeler arasında bütünlük sağlanacak ve başka bölgelere doğru gerçekleştirilecek operasyonlar, askeri strateji bakımından kolaylaşacak. 

Rojava’da IŞİD’in geçtiğimiz Mayıs ayında yaptığı katliamların nedeni de bölgesel tutunma stratejisi bakımından henüz belleklerde unutulmadan duruyor.

Dün Rojava ve bugün Kobani’yi savunan ya da bölgeyi kontrol eden Kürt siyaseti, Demokratik Birlik Partisi (PYP) ve onun askeri kanadı olan Halk Savunma Birlikleri (YPG). PYD, Kürdistan Topluluklar Birliği, yani KCK’nın üyesi. KCK, 17 Mayıs 2005 tarihinde, Ortadoğu ve Avrupa’dan 213 üst düzey PKK yöneticisinin katılımı ile kabul edilen “KCK sözleşmesi” ile kurulmuş durumda ve bu haliyle de PKK’nın çatı yapılanması olarak da biliniyor.

Kürtler arasında sorunlu iç alanı, PKK ve Barzani arasındaki inişli çıkışlı ve gerilim dolu ilişkiler oluşturuyor. İç gerilimler neredeyse siyasi rekabet olarak da tanımlanabilir. Oysa bu siyasi gerilimlerin bir de yönetici baş aktörü var. Onun adı ABD veya emperyalizmin yadsınamaz gücü. Bulunulan nokta, zaman zaman Peşmerge-Gerilla çatışmaları ile karşı karşıya gelinen ve diğer yandan da bölgesel otonominin tesisinde her iki tarafça ABD’ye duyulan ihtiyaçla, onun çizdiği sınırlarda geçici sulh olunan hayli kaygan bir zemin. O nedenle Rojava’da yaşanılanlar Kürtlerin kendi belleklerinde çok dillendirilmese bile başka içsel acıları barındırıyor.

Bir diğer taraftan, PKK hem ABD, hem de AB ve Türkiye’nin terör örgütü listesinde. Bu arada Apo, hem Türkiye’nin elinde, hem de“Kürt açılımı” tarikiyle, AKP’nin parti-devleti rejiminin muhatabı durumunda. Nereden bakılırsa bütün taraflar bakımından tam da bir “Arafta” kalma durumu…

Kobani’ye tekrar dönersek…

Bu kent Esat rejiminden bağımsızlaşan ilk kenttir. Şimdilerde Suriyeli Kürtler kendi işlerine, Esat da kendi işine bakıyor. Kürt’ler Suriye’de rejime karşı savaşan Özgür Suriye Ordusuna (ÖSO) doğrudan destek vermiyorlar. Diğer yandan Kobani’de, Abdullah Öcalan'ın hem yönetim biçimi ve hem de siyasi olarak diğer halklarla bir arada yaşamakla ilgili tezlerinin sınandığı bir toplumsal pratik yaşanıyor. Bu coğrafyada Kürtlerin dışında, Araplar, Ermeniler, Türkmenler gibi bölge halkları var. Yani “Kürt açılım ve saçılımına” kalkışan AKP bakımından, hazretlerin, PKK’nın ideolojik açılımıdır diye uyumlanamadıkları bir durum da söz konusu. Buna bir örnek olsun; söz gelimi IŞİD’in önünden kaçan ve Türkiye sınırına dayanan Türkmenler onun için sınırda bekletiliyor; pasaport soruluyor ve IŞİD eline düşmelerine göz yumuluyor.

Kısacası, dün Rojava, bugün Kobani olmasının gerçeği, muhtemel üç nedene bağlı olarak su yüzünde beliriyor. İlki, Afrin ve Cezire kantonları arasında kalan Kobani, hem Kürt bölgesinin kalbi, hem de Kobani’nin ele geçirilmesi diğer kantonlar arasında tam kopukluk oluşturacağından, Suriye Kürtlerini, bölgeden söküp atacak. Yani IŞİD’in bölgesel hâkimiyetini tam olarak tesis edeceği stratejik bir öneme sahip. İkinci olarak Kobani düşerse, IŞİD Türkiye ile sınırdaş olacak ve Suruç'taki Mürşitpınar Sınır Kapısı da örgütün kontrolüne geçecek. Ve nihayetinde Kürtler için ne doğruysa, yani Kobani’yi PYD ve PKK için vazgeçilmez kılan nedenler neler ise, onun tersi IŞİD için doğru olduğundan IŞİD saldırıyor,  vahşetini kimselerden esirgemiyor. Bölgede ele geçirdiği insanları propaganda yaparak ve en acımasızca bir biçimde öldürüyor. Bu soykırım da televizyonlardan naklen sürgit devam ediyor.

AKP nerede duruyor…

7 Ekimde IŞİD saldırılarının en acımasızın başlamasından önce, Bayramın ilk günü, Türkiye'ye PYD lideri Salih Müslim yardım istemeye geliyor. Dışişleri Bakanlığı ve MİT yetkilileriyle görüşmelerinde Afrin ve Cezire kantonlarındaki YPG'lilerin Kobani'ye geçişine izin verilmesini ve bunun için de bir koridor açılmasını istiyor. Ayrıca, Kuzey Irak'tan gelecek silah yardımı için Habur’dan giriş ve Mürşitpınar’dan çıkışla Kobani’ ye ulaşması için izin istiyor.

Türkiye ise PYD’yi muhatap almak için üç koşul öne sürüyor: PYD’nin rejimle işbirliği yapmaması; PYD’nin ÖSO’ya katılması ve Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek faaliyetlerin olmamasını sağlayacak bir güvenlikli bölge tesisi ile Kürtlerin özerklik ilanında bulunmaması. Yani AKP’nin, insani yardım bağlamını bile gözetmeyen, vahşetin bitmesi için Suriye’yi Esat rejiminden temizleyecek bir fetih hareketine tahvil etmeye çalışan kimi koşullar öne sürdüğü anlaşılıyor.

Ayni taktik, büyük koalisyon güçlerine de benzeri bir tarzda bildiriliyor. Meclisin askeri harekât için çıkarttığı tezkerenin uygulamaya geçmesinde ayak sürüme, ABD’nin tüm Suriye’yi ve Esat rejimini hedef alacak kara-hava harekâtına razı edilmesi yumuşak karnına bağlanıyor. Kuşkusuz, ağabey ülkeler buna şimdilik çok kızıyor. O nedenle de, RTE ve AKP aleyhtarı yazılar batı medyasında pıtrak biçimi sergileniyor.

Olgunun bir kritik yönü de Öcalan’a verilen söz bağlamında gündeme geliyor. “Açılım ve Çözüm Süreci” görüşmelerinde Kürt tarafına devlet tarafından Kobani’ye bir koridor sağlanması vaat edildiğinden bahsediliyor. Abdullah Öcalan bunun için en son tarihin 15 Ekim olduğunu ve bu tarihe kadar bu koridor sağlanmazsa Çözüm Süreci’nin de iptal olacağını söylüyor.

Türkiye için durum; aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık noktasına kilitleniyor. Bu denli takla atmanın gerisinde de RTE ve AKP’nin iç siyasete oynadığının ve parti-devlet rejimini, islamofaşist düzleme oturtturacak bir genel seçim kazanımını, adeta Suriye fethi üzerinden gerçekleştirme planları olduğu koku ve izlenimini etrafa yayıyor.

Bu arada Kobani’ye savaşçı götürmeye çalışan HDP milletvekili Demir Çelik’e izin verilmediği de basına yansıyor.  Kobani’ye savaşmak için gitmek isteyen Kürtler için geriye kalan seçenekler ise YPG ya da PKK’ya katılmaya sıkıştırılıyor…

Uluslararası koalisyonun “evrak-ı metruke” si…

Uluslararası koalisyonun görüntüsü, şimdilik Kobani’ye yapılan hava saldırıları ile sınırlı. Resmi açıklamalarda IŞİD’in ciddi savaşçı ve zırhlı araçlar imhalarından bahsedilse bile, kenti savunan Kürtler saldırıların yetersiz olduğu görüşünde. 

Tekrar Türkiye…

Hem içte ve hem dışta “stratejik derinliğin” ayak tabanını bile ıslatamayan bir sığlığa erişmesi, rejim partisini hayli sıkıştırır bir aşamaya evriliyor.

Bayram sonu başlayan ve Kobani’de emperyalizmin seyirciliğinde gelişen soykırıma insani olarak karşı duruşlar ve direniş destekçiliği birden ivmeleniyor.

Gösteriler Güneydoğu illerinden batıya doğru yayılırken, Türkiye Kürt siyasetinin yaptığı çağrının bir ağırlığı olduğu bir köşeye not edilmek durumda. Ötesinde Kobani’de Kürtlerin ve bölge halklarının ayırımsız kırılmasına karşı çıkan ve Haziran direnişinin izlerini üzerinde taşıyan bir kendiliğindenlik de var.

Binlerle insanın yürüyüşleri;  protestoları;  kısa süreli grevler. Bunları baskılama adına kolluk güçlerinin hakiki mermi dâhil tüm mühimmatı ile protestoculara girişmesi. Ve devletin el altında tuttuğu her türden sivil kontracılar, Hizbullahçılar ile ülkücü-milliyetçiler ortalığı başka türlü kasıp kavurmaya girişiyor. Yekûn şimdilik yirmi bir ölü ve onlarca yaralı. Bugün ne olurun yanıtı ise bilinmezlerde…

Bir de her boy ve soydan kışkırtıcılar, her zaman olduğu üzere iş başında. Toplumun önemli bir kesimin duyarlı olduğu Atatürk büstleri yıkılıp, yakılıyor. Yere düşen büstün üzerine ayağı ile basmış zavallı hempaların muzaffer fotoğrafları sanal ortamda beğeniye açılıyor. Bir bakan efendi, kırılıp dökülen bir ATM fotoğrafını basına uzatıp, halkı uyarıyor. Yatırım gelmez; sermaye kaçar; istikrar bozulur diye ağlaşıyor.

Türk, Kürde; Kürt, Türk’e karşı bir defa daha kışkırtılıyor. Ve iç savaşın eşiğine taşınmak istenen bir Türkiye, Bayramın sonundan bu yana altı ilinde ilan edilmiş sıkıyönetim ile güne gözlerini açıyor.

Ne demeli; bu durum, halkaların birbirini yok ederek rahat ve huzura erişeceği, esenliğe çıkılacak bir ortam değildir.

İslamofaşizm; yeni rejim tesisinde, memlekette laiklik ve çağdaşlığa dair ne kadar kırıntı öge varsa tümünün temizlenebilmesi için ve bunun sağlanmasında da kardeşin kardeşi kırarak yol alınması adına en tehlikeli kumarını oynamaktadır.

İnsanlık adına, insanlarımız adına komşuda ve ülkede oynan bu türden kirli ve kanlı oyunların tümüne “hayır”.

Hayır, sözcüğünün ete kemiğe bürünmesi de, “Haziran Direnişi”nin devrimci ilke sözü ile olsun.

“Hükümet İstifa”…

Acil kurtuluş buradan başlatılmalıdır…

[email protected]

Meraklısına…

(*) http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/usame-bin-ladin-ve-abd-iliskileri-tarihi/2567