Burjuvazi politika yapar, ama…

Henüz daha çok zihinlerde dolaşıyor ve soruluyor; yanıtlar ve öngörüler ise doğal olarak temkinli: Dünya nereye doğru gidiyor, solun önünün açıldığı bir döneme mi giriyoruz?

Bu soruyu yanıtlama çabalarında iki kesimi dikkate almak durumundayız: Bir tarafta küresel sermaye ve onun ideolojik-siyasal temsilcileri diğer tarafta ise işçi sınıfı ve geniş halk yığınları…

İlkiyle başlayacak olursak, Yalçın Küçük’ün Hannah Arendt’ten yaptığı bir aktarmayı hatırlamakta yarar var: “Hannah Arendt’in emperyalizm dönemini, burjuvazinin politika yapma devrinin başı bilmesi çok isabetlidir.” (Yalçın Küçük, Çıkış, Tekin Yayınevi 2015, s. 347).

Bu durumda burjuvazinin yüz yılı aşkın bir süredir politika yaptığını söylemek gerekiyor. Bunu söylemekte sakınca yok; ancak koşulları dikkate alarak ve belirli sınırlar çizerek. Yoksa burjuvazinin kendisi açısından her güç durumda, kendisine yönelik her tehditte mutlaka bir alicengiz oyunu kotarıp işleri yoluna koyacağı sonucuna varırız ki “moral” sakıncalarının yanı sıra doğru da değildir.

Küresel ölçekte bakıldığında sermaye sınıfının ideolojik-siyasal-kültürel planda yeni ve sürükleyici bir dalga yaratma olanakları son tahlilde verili ekonomik yapılanmanın izin verebilecekleriyle sınırlıdır. O zaman, eğer geniş halk kesimleri ve yükselen tepkiler söz konusuysa, bugünkü kapitalizmin bu tepkileri içindeki “sol” unsurlarla birlikte soğurma, yatıştırma ve kendi yörüngesine çekme kapasitesinin abartılmaması gerekir.   

Dese dese “adil küreselleşme” diyecektir; Birleşmiş Milletler Sözleşmelerine, Avrupa Birliği kriterlerine atıflarda bulunacaktır. Zaten son çeyrek yüzyıldır bundan başka bir şey yapmamakta, yapamamaktadır.

Demek ki “politika yapmaya” emperyalizm dönemiyle başlayan burjuvazinin bu olanakları bugün çok daha sınırlıdır.

Göründüğü kadarıyla yeni savaşlar, eskisine göre daha temelsiz cepheleşmeler ve özel fobiler yaratmaya çalışacaktır. Belirli ölçülerde işe yarayabilir; ancak riskleri ve ters tepme olasılıkları hayli ciddidir. 

***

Diğer tarafa gelelim.

“Diğer taraf”, işçi sınıfı başta geniş halk kesimleri, bu tarafın tepkileri ve hareketliliği idi…

Bunlar vardır; ama üç özelliği tespit etmek gerekiyor: Birincisi, bugün dünya coğrafyasına fazlaca “eşitsiz” dağılmış durumdadır. İkincisi, “bileşiklik” öğesi henüz zayıf kalmaktadır. Başka bir deyişle “tetikleme” durumlarından, “domino” ya da “kelebek” etkisinden pek söz edemiyoruz.  Üçüncüsü, çarpıcı ve yükselen tepkisellikler arasındaki zaman aralıkları, henüz “dönem” ya da “dalga” tanımlamalarını güçleştirecek uzunluktadır. 

Böyle görünüyor. Ancak, böyle görünse bile, birinci tarafın yukarıda anlatılmaya çalışılan “kısıtlılıkları”, yani kendi adına yepyeni bir soğurucu dalga yaratma imkânlarının sınırlılığı düşünüldüğünde umutlu olmak için pek çok neden vardır.

Burjuvazinin arsenali (başvurabileceği silahlar, kullanabileceği araçlar ve imkânlar) artık sınırlıysa, karşı tepkilerin dünya ölçeğine daha eşit dağıldığı, daha “bileşik” özellikler taşıdığı ve süreklilik kazandığı yeni bir dönemin açılacağından söz edebiliriz.

Komünist dergisinin 2. sayısında anlatmaya çalışmıştık:   “Devrimci” diye tanımlanabilecek bu yeni dönem, tarihsel açıdan bakıldığında mutatis mutandis (gerekli değişikliklerle birlikte) Avrupa’daki 1848-50 ve dünyadaki 1968-75 dönemlerine denk düşecektir.

Yeni 1917’ler ise bu dönemden çıkacaktır.   

_________________________________________________________________________

Bir not ve davet: “Yeni bir devrimci dönemin” başında birbirimizi görmek, dinlemek ve kararlılığımızı pekiştirmek üzere yarın (1 Şubat Pazar) İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde buluşalım…