Buluştular…

2001 tarihinde bir yerlerde, bir dergide yazılmış eski bir yazıda Tilda’ dan bahsediyorum…

Tilda 18 Ocak 2001 de vefat ediyor; ertesi günü de cenazesi Teşvikiye Camiinden kaldırılıyor…

Thilda (Tilda) Serrero, bir Sefarad Yahudi’si. İbrani dilinde Sefarad, İspanya demeye denk geliyor. Sefaradlar da İspanyadan göç edip, Akdeniz havzasına ve dünyanın dört bir yanına yayılanlara verilen ad olarak biliniyor. Sefaradların kendine yurt edindiği coğrafyaların başında Anadolu geliyor. Yani Anadolu yerlisi Yahudilere bu dünya göçmeni İspanyollar öncülük ediyor.

Tilda, Osmanlı döneminin de önde gelen İstanbullu Yahudi ailelerinden birisine mensup. Dedesi Jak Mandil Paşa, II. Abdülhamit’in saray başhekimi. 
Sonrası mı? 

Günlerden bir gün Thilda Serrero, Osmaniye’nin Hemite köyünden Kemal Sadık Gökçeli ile yani Yaşar Kemal’le evleniyor. Kocaman bir ömrü beraber kucaklıyorlar. Bir oğulları oluyor. Ve Tilda adsız bir kahraman, katıksız bir destek olarak Yaşar Kemal’in hayatının ardında duruyor. Tilda Kemal, Yaşar Kemal’in 17 eserini İngilizce’ ye çeviriyor. 

Hadi o eski yazımdan küçük bir alıntı yapayım.
 “…Neden mi Thilda’ yı andım burada kendimce? Yaşar Kemal gibi koca çınarın meğerse yetiştiği ve dimdik ayakta durduğu bahçeymiş Thilda. Onun eserlerini yabancı dillere çeviren, bu ülkenin bir kültür sembolünü dünya insanı haline getiren, bahçenin has toprağıymış meğersem…”

Yani on dört yıl önce, bir kış vakti Tilda dünyadan ayrılıyor. O günün gazete haberleri arasında, Teşvikiye Camiinden onu uğurlayan Yaşar Kemal’in resimlerinin altında, veda sahnesinin hastane faslına dair, Yaşar Kemal, eşinin alnını son kez öperken şu söyledikleri de yer alıyor: 

“…Thilda’ cığım, sevgilim; sana teşekkür ederim. Yaşadığımız bu güzel hayat için sana teşekkür ederim sevgilim. Korkma, sakın korkma. Biz namuslu bir hayat sürdük…”
Sonra “…güzel insanlar, güzel atlarına biner gider ya…” 
Yaşar Kemal’de on dört yıl sonra, bir Şubat günün göçünü bir Mart vaktine bağlayarak Teşvikiye’den Tilda’ nın yanına gidiyor… 

Uğurlayanların başında hem oğlu var, hem de ikinci eşi, Ayşe Semiha. Tilda’ dan sonra ki son dayanağı, onu Tilda’ nın yanına uğurluyor. Şimdi Zincirlikuyu’da yan yana buluşmalarda olsalar gerek…

Törene Anadolu’nun ruhu katılıyor… 

Bakarsanız, ölümden umar duyan leş kargaları da orada kendilerine yer açmaya çalışıyor. Televizyonlardan görünmek hevesiyle, naklen yayında ervahı birden kameralara poz veriyor. 

Ne ki esasında, o güzel insanların kucağında ve romanlarının emekçi Anadolu halkı, yüreklerinin atarında onu uğurluyor…

Yaşar Kemal giderken, okurlarına bir de vasiyet bırakıyor.
Diyor ki…

“ Bir; benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun.” 

“ İki; insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.”

“ Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir.”

“ Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”
Bu söze ne denir; başka söz sonraya kalsın…

Ve son iki çift değecekle, bu yazı sonlansın…

Birincisi; içimden bir parça kopsa da, onunla aynı çağda yaşamak, Türkçenin şiir dilini, roman tadında ondan okumak ve onunla aynı saflarda hayatın içinde durmak bir onurdu…

İkincisine gelince; ustanın son ödülünü Dikili’ler verdi. 

1 Eylül 2012 de, Dünya Barış Gününde, Nazım Hikmet Parkının ve parkın ortasındaki kocaman Nazım büstünün açılışına Yaşar Kemal davetliydi. 

Niyet de güzeldi; Nazım Hikmet Barış Ödülü ustanın son ödülü oldu…

Lakin sağlığı el veremediğinden usta parka gelemedi. 

Dönemin Belediye Başkanı Osman Özgüven’e bir mektup gönderdi… 

Dedi ki;  “Nazım Hikmet Barış Ödülü'nü almak benim için büyük bir onurdur. Dünyanın da ülkemizin de barışa susadığı bugünlerde, Akdeniz kültürünün süregeldiği Dikili'de, Nazım Hikmet Parkı'nda hepinize selam ve teşekkür ederim.”

Yani o gün bir Dikilili olarak ben de oradaydım. 

Ege’nin laciverdinde, gün batımının son şavkı yanıp duruyordu. Güneş Midilli’nin ardında batıyordu. Denizin üstü bir bakır kızıllıkta yanıp dururken, işte ben de tam o sırada ustayı hasretle bekleyenler arasındaydım.

Uzun sözün kısası, bu dünyadan bir Yaşar Kemal geçti…