Dün (29 Mayıs) DİSK Genel Merkezindeki bir basın toplantısıyla DİSK’in 24 Haziran genel seçimlerine ilişkin tutumu ve “İşçilerin Seçim Bildirgesi” açıklandı. Basın toplantısında 25 Mayıs 2018’de toplanan DİSK Başkanlar Kurulu’nun sonuç bildirgesi ve DİSK-AR tarafından hazırlanan “AKP Döneminde Emek” başlıklı rapor da basın emekçileriyle paylaşıldı. Rapor emeğin durumuna ilişkin pek çok veriyi özet olarak vermesi açısından ve seçim öncesinde çıkarılması da, hemen bakılıp başvurulacak bir kaynak sunması açısından olumlu bir girişim. Raporun ayrıntılarına çok boğulmadan işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin vurgulara bakalım.
DİSK’in pek çok metninde belirtildiği üzere, 6331 sayılı kanunun işçilerin sağlıkları ve güvenli bir ortamda çalışmaları için olumlu bir etkide bulunmadığı bu raporda da vurgulanmış. Tablolardaki oranlarda yalnızca sigortalı işçilere ilişkin veriler kullanılmış. Bunun istisnası İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verileri. Bilindiği üzere İSİG Meclisi, sigortalı sigortasız tüm işçilerin maruz kaldığı ölüm ve kısmen de yaralanma olaylarını tarayan, inceleyen ve raporlayan bir sistem kurmuş durumda, sendikaların bu sistemden yararlanması ve önümüzdeki süreçte buna destek olmasının ne kadar önemli olduğu veri fakiri Türkiye’de çok önemli. Neyse çok uzatmadan bazı verileri buraya aktarıp tartışalım.
Burada DİSK’in raporundaki Tablo 8’i tartışmakta yarar var. Aşağıdaki Tablo’ya şöyle bir bakalım:
Tabloda ikinci sütun iş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölüm bildirimi (meslek hastalıklarını hemen hemen SIFIR sayabilirsiniz!, kayıt sistemindeki bu rezalet ayrı bir yazının konusu). Üçüncü sütun ise, iş kazası (ve meslek hastalığı) sonucu yakınını kaybetmiş kişilere bağlanan ölüm geliri için tamamlanan dosya sayısı.
Yorumlamayı sürdürelim. Örneğin 2005 yılında 1096 işyerinde ölüm bildirilmiş, ama aynı yıl ölen 1675 işçinin ailesine ölüm aylığı bağlanmış. Tek tek yıl bazında yorumlarsak yanlış yaparız, ama 5-10-15 yılın ortalamalarına bakarsak net bir veriye ulaşabiliriz. Neden mi?
Bir işçi iş cinayetinde ölüyor (öldürülüyor!); ama o iş yerinde çalıştığı, o işyerinin sigortalısı veya sigortasız çalışanı olduğunu tespit etmek gerekiyor. Özellikle inşaat, karayolu taşımacılığı, genellikle de küçük işletmelerde işçi ölüyor, ama hangi işyerinde öldüğü, bir işyerine bağlı olarak çalışıp çalışmadığı, SGK ile ölenlerin yakınları (hak sahipleri) arasında uyuşmazlıklar, ölüm nedeninin hukuken iş kazası veya meslek hastalığı olup olmadığı konularında uyuşmazlık ve benzeri konular için tespit davası görülüyor. Bir tespit davasının yaklaşık 5 yıl sürdüğünü varsayarsak, örneğin 2005 yılındaki veriler, 2000 yılında gerçekleşmiş bir iş cinayetinin rakamları olabiliyor. O yüzden tek tek yıl yıl değil, belli zaman periyotlarında değerlendirme yaymak gerekiyor. Özetle “İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sonucu Ölüm Geliri (Dosya)” sayısına ilişkin bu istatistik iş cinayetleri sonucu ölümlerin gerçek boyutunun çok daha büyük olduğunu gösteriyor.
Şimdi Tablo’ya geri dönelim ve 11 yılın ortalamasına ve toplam sayıya bakalım. 11 yıl boyunca açıklanan ölüm sayısı 15.330, dosyası tamamlanmış ölüm sayısı 28.195. 11 yıl oyunca yılda ortalama 1278 kişinin “iş kazası”nda öldüğü bildirilmiş, ama ortalama 2350 iş cinayetinde yaşamını yitiren işçinin dosyası tamamlanmış! Özetle gerçek ölümler, açıklananın neredeyse iki katı!
Oranlar da iş cinayetlerinin gerçek boyutunu gösteriyor!
Şimdi aşağıdaki grafiğe bakıp Türkiye işçi sınıfına reva görülen emek rejiminin ne olduğunu anlayalım. Ölüm sayılarını bir yana bırakalım, “her yüz bin işçide ölüm” oranlarına bakalım. Avrupa Birliği (AB) ortalamasına göre, 100.00 çalışan varsa, bunların 2’si iş cinayetinde yaşamını yitiriyor. İSİG Meclisi olarak topladığımız veriler ile SGK’nın açıkladığı verilere göre ise her yüz bin işçiden 12’si iş cinayetinde ölüyor. Ama yukarıda açıkladığımız gerçek verilere göre ortalama yüz bin işçiden 22’si iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. AB ortalamasının 20 katı!
DİSK raporu bu sayıların altını çiziyor, bizi gerçeklerle, büyüme adı altında sürdürülen adlı adınca kanlı emek rejimiyle yüzleştiriyor. Eğer bir büyüme iddia ediliyorsa, bu yalnızca emekçinin alın teriyle değil, onun yok olup giden bedenleri üzerinde yükseliyor. Ama bu yetmiyor ki TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu TOBB 74’üncü Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “En çok şikâyet ettiğimiz konu olan, istihdam maliyetlerinin düşürülmesini sağladık. İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık” diyebiliyor!
Başbakan Binali Yıldırım da 9. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresinin açılış konuşmasında “iş kazalarının yüzde 80-85 insan hatasından, insan unsurundan kaynaklandığını”, “iş cinayetlerinin ardından getirilen düzenlemelerde ipin ucunun kaçırıldığını” söylüyor.
Yetmiyor, seçim bahanesiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından yapılan işyeri denetimlerini seçim döneminde askıya alınıyor, işçiler denetimsiz ortamlarda ölmeye terk ediliyor ( 2016 yılında 24.284 denetim yapan İş Teftiş Kurulu Başkanlığı 2017 yılında denetimlerini %23 azaltarak 18.812 denetim yapmıştı).
Durum bu kadar açık ve net. Ama ne kadar açık ve net olsa da Türkiye işçi sınıfı sözünü söylemedikçe bu sayıların bir anlamı bulunmuyor…
Not:
Kaynak ve yönlendirme olarak sevgili Şeref Özcan’a ve yazısından yararlandığım Aziz Çelik’e çok teşekkür ederim.
http://t24.com.tr/yazarlar/aziz-celik/isci-olumleri-bilinenin-iki-kati,11506
DİSK Raporu için:
http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2018/05/AKP-D%C3%B6neminde-Emek-DISK-RAPORU.pdf