Bu yazı Kürtçü mü Ulusalcı mı?

Ortada besbelli bir savaş var. Savaşın iki tarafını farklı açılardan değerlendirerek mesafe tayin etmeye çalışan solcular da var. Onlar da ikiye ayrılmışlar. Diğerinin yanlışları, karşının zalimliğini/teröristliğini vs. önemsizleştirmez deniyor. Mekanizma iki yönden bakışta da aynı. Kirli savaşta en kötüsünü kim yaptı tartışması, en fazla savaşı meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bosna’daki, İrlanda’daki, Kolombiya’daki, Sri Lanka'daki savaştır. Kapitalizm sürdükçe sürmektedir. Daha da kötüsü, sivil halkın daha fazla kurban gittiği bir savaşta haklı/haksız kavgasının savaşı besleyen gözü karalar üzerinde etkisi olmayanlar tarafından yapılması.

Sol tüm zaflarıyla kirli bir savaşta saf tutmaya zorlanmaktadır. Sol tabii ki barışı savunacak, sivillerin çocukların ölümlerinin karşısında duracaktır ama bunu politik bir hat üzerindeki sağlam duruşla ve kitle desteğiyle yapamadığı sürece güçlülerin savaşının zalim fayında ufalanıp duracaktır.

Dünyanın her yerinde böyle olmuştur. İrlanda’da, Kolombiya’da, İran’da. Sol hareket güçsüz düştükçe, güçlüler arasında tercih yaparak güçleneceğini sanır, aksi olur. Her zaman halk ezilir, asalak sömürgenler semirir. Kolombiya’da bir maocular, bir kontrgerilla kazanır, sol zayıflar, İran’da bir mollalar, bir şah kazanır sol zayıflar. İrlanda’da bir Londra, bir IRA kazanır, sol zayıflar…

Halbuki bizim açımızdan savaşın solu ne hale sokacağı, savaşı hangi tarafı güçlendireceğinden çok daha önemli. Savaşın dünyanın en büyük kürt nüfusuna sahip metropolüne, İstanbul’a taşınması ihtimali, kan dondurucu bir soğukkanlılıkla tartışılmaya başlanmıştır. Bu gidişle iç savaşın yaşandığı sokaklarda,kırk yıldır köşebaşı tutmamış bir sol, elbette ki büsbütün silinecek, marjinal hayat evresini de sonlandırıp sürgün hayat yaşama evresine rücu edecektir.

Birilerinin internet dünyasında tutması çok kolaylaşan köşelerinden son kertede karşılıklı etkisiz pozisyonlarına saldırmaları büsbütün ayıp ve korkutucu. Evet solcular, gerçek bir iç savaş karşısında şaşkın. Haziran’da 40 yıldır neyi yapamadıklarını anlayanlar ise şanslarını en azından bu aşamada kullanamamış görünüyorlar. Büyük olasılıkla 40 yıldır solun güçlendirilememesinin nedenleri afişe edilemediği için. Afişe edilmesi gereken unsurlar, hiperaktif pozisyonda kalmaya devam ettikleri ve solun gücünü artıracak işler yapılmasını ustaca engelleyebildikleri için.

“Akıl veren”,“manifesto yazan” bu duruşla hayatlar geçiyor. Ulusalcı hareketleri ulusalcı hareket olmakla suçlayarak, genlere işlemiş baskıcı devlet reflekslerini baskıcı devlet refleksi olmakla suçlayarak "temiz kalarak" geçiyor hayatlar…

Haziran, Kürt hareketini sola çekme ve HDP’nin Türkiyelileşme projesini terk etmesinin önüne geçme görevinde başarısız olmuştur. Türkiye’yi sosyalist bir cumhuriyet olarak kurma görev ve kapasitesine sahip Türkiye Solu, seyircidir. Haziran’a öncülük etme kapasitesine sahip bir öznel olgunluk olsaydı, muhtemelen ne Kürt hareketi Hatip Dicle’nin güzel tarif ettiği gibi Ortadoğu fırtınalarına terk edilmiş olacaktı; ne de CHP, "AKP olmayan her şey"in kör döğüşüne soğurulduğu bir kara delik olarak kalacaktı. Hatip Dicle demişken, döktüğü göz yaşları içten ve yerindedir. Bir çaresizliğin ifadesidir.

Peki biz de ağlayacak mıyız? Yoksa bir gün barışıp savaşan taraflara kendimizi kabul ettirecek kadar güçlenebilecek miyiz?

Solu güçlendirmek iddiasındaki en samimi ve ortak çalışmaya en açık ekipler bugün en ufak umut ışığı yaktıkları anda sert bir refleksle “Kürtçü” veya “ulusalcı” damgası yemeye devam ediyorlar. Kokuşmuş statükoculuk, iç savaşta da ayakta kalma ve tekkeyi besleme ideolojisi üretiyor! O zaman “demek ki örgütlü sol hareket hâlâ emekleme aşamasında” diyelim ve işimize bakalım.

Bir son söz de “bu gerçek bir savaş değil, taraflar danışıklı döğüşte, yakında başkanlık gelir” tezlerine bir yanıt olsun: İhtimal dahilindedir, ama sosyalistler ihtimallerde ağırlıklandırmayı sınıf savaşının eksenine göre yaparlar. ABD emperyalizmi ve her türden emperyalizm, Ortadoğu’da İran’ı bu kadar zor halledebiliyorken, ve Hizbullah’ı hiç halledemiyorken, başlarına bir de IŞİD’e karşı muzaffer laik PYD kantonlarını sardılar…

Emperyalizm açısından bu meselenin halli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaç parça olacağından çok daha önemlidir. Aynı durum, Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmasını sonuna kadar götürmeye kararlı AKP için de geçerlidir. Üstelik yine aynı durum, ruhunu AKP’ye satarak ayakta kalabileceğine kesin karar vermiş tekelci egemen burjuvazimiz için de geçerlidir!

Solu ayağa kaldırmakla cumhuriyetçilik aynı iş haline gelmiş görünüyor. Aynı anda hem cumhuriyetçilik, hem sosyalizm, hem de Kürtler olmadan Türkiye Cumhuriyeti, yani coğrafyamız için “modern çağ” bitmektedir. Ortaçağa dönüş yolculuğumuz başlamıştır.

@ErgunCagl