Şu tarihe bakın; emperyalizmin İstanbul’a çıkartma yapan 6. Filo’sunu protesto eden gençleri ve işçileri, taşlar ve sopalarla Taksim’e sokmayan ve iki insanı katledenlerin örgütleyicisi, Kanlı Pazar’ın tezgâhlayıcılarından biri, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanıdır. Emperyalizme teslim edilen ülkeyi bağımsızlığa kavuşturmak için mücadele edenlerin, fabrikada, tarlada emeği boğaz tokluğuna sermayeye satılan emekçileri özgürleştirmek uğruna sosyalizm kavgası verenlerin önderleri, Denizler, genç yaşlarında idam edildiler, Kızıldere’lerde kanları akıtıldı, Nurhak’larda kurşunlara boğuldular.
Şu tarihe bakın; Kanlı Pazar’cıları meclis yapmak için alınan canlar yetmedi, 12 Eylül darbesinde onlarca devrimci idam edildi. Yüzlerce imam hatip daha açıldı. Binlerce aydın daha işsiz, işlevsiz bırakıldı.
Şu tarihe bakın; ekmeksiz, susuz, yolsuz, bilgisiz bırakılan milyonların ezan, din, iman yalanlarıyla sömürüldüğü memlekette neredeyse her yıl ve her gün Kanlı Pazar’larda yaşıyoruz. Kanlı Pazar’cıların Meclis olduğu, bakanlar kuruluna girdiği bir zamanda buna şaşma yeteneğimizi de kaybettik.
Şu tarihe bakın; varoluşlarının biricik niteliği halkın alınterinden çaldıkları para olanların, Ağaoğlu’ların, Cengiz’lerin, Tüsiad’ların ve Müsiad’ların elinde lime lime edilmiş bir halk olarak, itile kakıla yaşamayı marifet bildik.
Şu tarihe bakın; yarım bir ayaklanmayla, 2013 Haziran’ında birbirimizin nefesinden, kalbinden ve kafasından güç alarak meydanlara çıktık. Kanlı Pazar’lara dönen tarihimizi değiştirmek için barikatlar kurduk. Yetmedi.
Yetmedi çünkü şu tarihe bakın; yalnızca canlarımızı ve emeğimizi çalmakla yetinmemiş bir tarihti, kafamızı, gönlümüzü, fikrimizi de kötürüm etmişti. Köy Enstitüleri ve Tös’lerimizi kapatmış, sendikalarımızı dağıtmış, Tip’lerimizi öğütmüştü. Gelecek tasarımımızı küçültmüştü. Devrimci duyarlılığımızı ihtiyarlatmıştı.
Şu tarihe bakın; şiirleri yargılamış, yazarları hapse atmış, kitapları külhanlarda yakmıştır. Sivas’larda türküleri, çizgileri, şiirleri, rüzgarda savrulan gelincikleri ateşe vermiş bir tarihtir.
Şu tarihe bakın; saltanatı yıkan devrimcilerin, sarayları okul, üniversite ve müze yapanların, aklın din ve yobazlıkla örülmüş gözbağlarını açanların bütün yaptıklarını tersine çevirmiştir. Müzeleri dağıtıp sarayları ihya etmiş, halkın bahçelerini işgal edip saray inşa edenlerin tarihi olmuştur. Hanedanları tarihe gömenlerin yaptıklarını inkâr eden, yeniden Osmanlı ya da Tayyiban hanedanlık kurmaya cüret eden bir tarihtir.
Bu tarihi reddediyorum!
Şu coğrafyaya bakın; Kilis diye bir şehrine her gün füzeler atılmakta ve altı yaşında çocuktan 70 yaşında nineye önüne kim çıkarsa öldürmektedir. Bu şehirde kamu yöneticisi olan imam hatip kafalı vali, yerçekimi var elbette füzeler düşer, diyebilecek umursamazlıktadır. Tepesine her gün beş on füze düşen halk, bunu durduracak bir devlet aramaktadır; aralarında para toplayarak gazetelere, tepelerine düşen füzelere bir çare bulacak bir merci aradıkları ilanını vermektedirler.
Şu coğrafyaya bakın; insanlığın bitişi, düzenin iflası ilanen tebliğ edilmektedir ama tebligatın sahipleri ortada yoktur.
Şu coğrafyaya bakın; Diyarbakır’ın Sur’u Moğolları aratır bir katliam ve saldırı altında yakılıp yıkılmıştır. Cizre, Şırnak, Nusaybin’in yüzbinlerce insanı tehcir edilmiştir. Tehcir’in ne büyük acılar demek olduğunu, yüz yıl öncenin tarih ve coğrafyasından biliyoruz.
Tehcir, şu coğrafya ve tarihin değişmez acısıdır. Suriye’nin milyonları, emperyalistler ve dinciler eliyle yürütülen korkunç bir savaşla yerlerinden edilmiştir. Egenin tuzlu sularında batan çürük teknelerde, patlak plastik botlarda, tavuk taşıyıcısı buzdolaplı kamyonlarda binlerce insan ölüme atılmıştır. Binlerce insanın yazgısı Ab emperyalistleri ve dinci taşeronu arasında avrolu, vizeli alışveriş konusu yapılmıştır.
Şu coğrafyaya bakın; Kilis’e atılan bombaları taşıyan tırlar bu ülkeden gönderilmiştir ve bu tırları haber yapan gazeteciler hapse atılmıştır. Adalet saraylarında beş yıl hapis cezası verilen gazetecilere, kapısında kurşun sıkılmaktadır. Şu coğrafyanın neredeyse bütün gazete, televizyon ve internetleri bu soygun ve katliam düzenini sürdürmek için yalan kusmaktadır.
Şu coğrafyaya bakın; dinci çetelerin elinde insan mezbahasına çevrilmiştir. Okullarında çocuklarına tecavüz edilen, anaokullarında bebelerine türban giydirilen bir yer olmuştur. İmam hatipte okuyanlar milyonları aşmıştır. Hapishane nüfusu dincilerin iktidarında iki katına çıkmıştır.
Şu coğrafyaya bakın; şehirleri inşaat şantiyelerine çevrilmiş, dereleri Hes zincirine bağlanmış, ormanları taş ocaklarına kurban edilmiştir. Beton, demir, dozer, kepçe saldırısında yer demir gök bakır olmuştur. Gökten damla düşmez olmuştur.
Bu coğrafyayı kabul etmiyorum!
Şu dile bakın; köhne bir zihniyetin, unutulmuş sözleri hortlamış, doğanın, tarihin ve toplumun çocuğu insan “fıtrat” olmuştur. İmam hatip dili, vaaz üslubu memleketin hakim dili yapılmıştır.
Şu dile bakın; hırsızlık, küfürbazlık, karaktersizlik temel özellikleri olanların sözlüklerinde regl olan kadın “kirlenmiş” olarak tanımlanmıştır.
Şu dile bakın; aynen ve diyosun’lu, televizyon dizilerinin düşünmeyi ve anlamayı mümkün kılmayan bayağılığı konuşmalarımızı ele geçirmiştir.
Bu dili değiştirmek istiyorum!
Cumhuriyeti kuranların yaptığı gibi, yeniden, yeni bir dil, tarih ve coğrafya istiyorum.
“Evet sabah olacaktır, sabah olur geceler, Tulû-i haşre kadar sürmez” demişti Cumhuriyet devrimcilerinin ilham kaynağı Tevfik Fikret. Onların sabahı bizim dil, tarih ve coğrafyamızı kurmuştu. “Güzel günler göreceğiz” diyor Nâzım Hikmet; Ataol Behramoğlu’nun dizeleriyle, bir gün mutlaka!