Bu bir anayurt savaşı mı?

Suriye’ye emperyalist saldırının bir plan olmaktan çıkıp, adım adım örülmeye başlandığı dönemin başlarında Van’da gerici bir derneğin ÖSO’cu bir komutanı davet ettiği bir paneli izlemeye gitmiştik. Haremlik selamlık bir salona sinevizyon gösterimi esnasında girip karanlıkta yerimizi aldıktan sonra, ÖSO’nun Suriye’deki katliamlarını kahramanlık görüntüleri olarak sunan gösterim, bizim midemizi bulandırırken, salondakilerin göğsünü kabartıyordu.

Daha sonra, konuşmacılar yerini almış, ilk söz de bu komutana verilmişti. Çeviri eşliğinde yapılan konuşma tamamen Esad karalaması ve Müslümanların dinlerine sahip çıkmaları üzerine oturtulmuştu. Soru cevap kısmında ise işin rengi yavaş yavaş açığa çıkmaya başlamıştı. Çok soru soruldu. Ancak bir soru - cevap vardı ki, emperyalizmin Suriye planın da zayıf karnını ele vermeye yetiyordu. Soru, “Suriye’de bir bölünme olur mu?” idi. Cevap sert ve inandırıcı olma çabasının çok uzağındaydı. Bu komutan bir saat boyunca yaptığı Esad karalamasının tersine aynen şu cevabı vermişti. “Bölünme bizlerin işine gelmez. Üç parça Suriye’de Nusayrilere en merkezi bölgeler, Kürtlere en stratejik bölgeler bize ise en önemsiz yerler kalır. Esad mı kalsın yoksa Suriye mi bölünsün diye bir tercih yap derseniz, Esad kalsın derim”

Sonrasını biliyorsunuz. Direnen bir Suriye halkının karşısında emperyalistlerin planlarında köklü bir değişiklik olmadı ancak yukarıdaki örnekte olduğu gibi işbirlikçilerinin herhangi bir şeye emperyalizmden bağımsız bir şerh koymalarına da izin verilmedi. Ancak en geniş bir stratejik birliktelik sağlanamadığı gibi, Suriye’deki “muhaliflerin” yeniden yapılandırılması ihtiyacı ABD yetkilileri tarafından sürekli masaya yatırıldı. Daha işin başında birden fazla silahlı örgütün, faaliyet gösterdiği yer, üye sayısı gibi ölçeklere bakılarak silahlandırma ve mali olarak desteklenmeleri, aradaki rekabete de bağlı olarak bu grupların kimi zaman birbirleriyle çatışmalarını dahi engelleyememiş, “Esad sonrası” planlar konusunda bir ortaklık sağlayamamış, “Ha şimdi, ha üç gün içinde Suriye’ye harekat başlatabiliriz” deyip, geri adım atmak zorunda kalmış bir ABD, bu grupların siyasi kanatlarını istediği ölçüde homojenleştirememişti.

Şimdi bu zayıf karnın güçlendirilmesinde emperyalistlerin imdadına IŞİD’in yetiştiğini söylemek mümkün.

Suriye’yi işgal planı hız kesmezken bu örgütün özellikle Türkiye sınırında ve haliyle Kürt bölgesi olarak adlandırabileceğimiz bir alana yoğunlaşmasının birkaç önemli nedeni var.

İlki, Suriye’nin içlerine ilerledikçe Suriye Ordusu ile karşı karşıya gelecek olması ve bu işin henüz büyük bir lokma olarak görülmesi. Bunun yerine örgüt, stratejik olarak da, YPG ve HPG güçlerinin kontrolünde olan bölgelerde daha denk bir güçle mücadele etmeyi ve Suriye’nin içi kadar önemli ve stratejik bölgelerde bayrak dikmeyi planlamış olması.

İkinci ve en az bunun kadar önemli bir neden ise, bu stratejik alanın insansızlaştırılmasıdır. Salih Müslim’in İleri Haber’e verdiği demeçte “IŞİD Kobane’de neden bu kadar ısrar ediyor biz de bilmiyoruz. Gayri müslim arıyorsa orada gayri müslim yok, rejimi arıyorsa orda rejim de yok, sünnileri arıyorsa orada sünniler de yok. Biz şunu iyi biliyoruz IŞİD başka güçlerinin elinde bir alettir” şeklindeki ifadeleri de bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Diğer bir neden ise Irak savaşında da gördüğümüz Kürt kartının elinin güçlendirilmesidir. Ancak bu Irak’takinden farklı olarak bugün bir Kürt kıyımı ve Kürt göçüne mal olmaktadır. Kürt kartı derken kastım şudur. Aydınlık gazetesinde yayınlanan ve henüz temelden yalanlanmayan İmralı tutanaklarında uzunca bir bölüm Suriye meselesine ayrılmıştır. Tutanakların özellikle bu bölümünün tamamının okunmasını tavsiye etmekle birlikte, özet anlam içeren şu cümleyi buraya alayım. “Tarihi bir ittifak doğuyor. Bütün Kürtler Türkiye ile sağlam bir ittifak kuracak. Ermeniler zaten bundan rahatsızlar. Misak-ı Milli Komisyonu bunu tartışacak. Türk-Kürt birliği olmadan kimse bölgede sağlam kalamaz. Ta Hititlerden beri bu ittifak vardır. Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü eşittir Irak ve Suriye'deki hatta İran'daki sorunun çözümüdür. Bunun sonrası Ortadoğu demokratik ittifakıdır.”

Öcalan’nın bahsettiği nitelikteki ittifakın yolları ise şu an yoğunlukla Kürt halkına yaşatılan dram ile döşenmektedir.

İşgalcilere karşı yurtseverlik duyguları ile verilen savaşların tümü ana yurt savaşlarıdır. Bu kapsamda yıllardır Suriye devleti ve halkının verdiği mücadelenin yanında, Rojava’da ABD beslemesi İŞID’e karşı verilen mücadele tarihsel Kürt bölgesi olması sıfatıyla da bir anayurt savaşımı ya da direnişi olarak tarihe geçmektedir. Anayurtlarından göçmek zorunda bırakılan yüz binlerce insanın varlığı, özellikle Rojava bölgesindeki bu savaşı bir askeri organizasyona daralmaktadır. Bu anlamda emperyalizmin bölgenin insansızlaştırılması projesi yolunda gitmektedir.

Suriye’de verilen bu anayurdun korunması tablosunu özgünleştiren yana vurgu yaparak bitirelim.

Ya anayurdunuzu korur ya da kaybederseniz. Ana yurdun kazanılması ise tarihsel ve ideolojik olarak başka bir savaşımla, sınıf savaşımı ile mümkündür. Şu anki tabloda Suriye Kürtlerinin verdiği bu savaşın ya da direnişin anayurdu korurken onu kazanamamak aralığına epeyce sıkıştığını belirtmek gerekir. Bu bölgedeki savaşın çok hızlı bir şekilde ve emperyalizmin de siyasi hamleleri ile korunacak bir anayurttan, korunacak bir halka, oradan da ortada bir halk kalmayıncaya kadar gitmesi mümkün görünmektedir. Kürtlerin yurtseverlik duyguları ise sıkça kullandıkları “Suriye Rejimi”ne karşı pekişmesinden ziyade asıl işgalci devletlere karşı güçlenmesi, özetle bir ittifak projesi olmaktan çıkıp, tarihsel bir ileri adıma hizmet etmesi ile değer kazanabilir. Bu tıpkı Suriye’nin genelinde olduğu gibi Rojava bölgesinde direnen halkların sırtına bırakılamaz. Özellikle Türkiye’deki halkların bölgedeki işgal planlarının ortağı AKP ile hesaplaşması, ona yenilgiyi yaşatması, bölgede ana yurdun yalnızca korunması değil onun kazanılması için de asgari koşulu sağlayacaktır.