Borçlar, direnişler ve grevler…

Ülkenin gündemi farklı, bu başlıkta yazı yazmak da nereden çıktı cümlesiyle sorgulama yapmaksızın okumanızı tavsiye ederim. Çünkü, bu başlıklar, gündemden hiç düşmeyen başlıklar. Savaş halinde de, sözde barış halinde de ‘başbelası başlıklar’ olarak önümüzde duruyor.

Borçlar derken, her birimizin kişisel borçlarından ya da torba yasalar eliyle Borçlar Kanunu’nda yapılan değişikliklerden söz etmeyeceğim.

Yerine, içinde bulunduğu sınıfın siyasal anlayışı iktidardayken, borçlarına sadık olamayan sözde işverenlerden söz edeceğim.

Derince ilçesinde faaliyet gösteren AD Demirel fabrikasının sahipleri, tam da bu sınıfa dahil olan cinsten.

1964 yılında kurulan fabrika, demir çelik üzerine imalat ve montaj yapıyordu. Katar’da iş yapmak için yatırım yapan ancak karşılığını alamayan fabrika, geçtiğimiz yıl üretimini durdurmuş, fabrikadaki bazı makineler icra yoluyla parça parça satılmış, ama olan yine işçiye olmuştu.

Birleşik Metal İş Sendikası ile işveren arasında ‘’işçi alacaklarının ödenmesi’’ için protokol imzalanmasına rağmen işveren halen ödemeyi tamamlayamadı. Kıdemleri 3-27 yıl arasında değişen işçilerin bazılarının 100 bin TL’ye varan tazminatları söz konusu. İşveren, bu tazminatları ödemek için 35 dönümlük fabrika arazisinin 22 bin 522 metrekarelik alanının icra yoluyla satılmasını bekliyor. 32 milyon TL’lik bedelle satışa çıkartılan bu alan için yapılan ikinci ihaleye de alıcı çıkmadı. Çünkü, fiyat yüksek geliyor.

50 yıldır üretim yapan, karşılığını alan ve söz konusu dönemlerde çalışanlarını mağdur etmeyen bu işletmeye son 5 yılda ne oldu da, bu duruma gelindi. İşte bunu iyi sorgulamak, sahiplerine bedel ödettirmek gerekir.

Sermaye temsilcisi siyasal iktidar benzer durumdaki işverenleri koruma kalkanı altına alan yasalarda düzeltmeye gitmeli.

Hani, ‘’hak-hukuk’’ diyorlar ya, işte sadece bu sözler için.

Ne de olsa, çalışanlarına borçlular, yani ‘’kul hakkı yemiş’’ durumdalar...

******

Yerlisi böyle de yabancısı çok mu iyi sanki ?

Elbette değil, hele ki uluslar arası tekelci sermaye içinde yer edinen gruplar. Öylesine acımasız davranıyorlar ki, bu davranış biçimlerini sadece kendi ülkelerinde değil sermaye transferini sağladıkları tüm ülkelerde ortaklarıyla birlikte gerçekleştiriyorlar. Hem de, hiçbir yasa onları engelleyemiyor.

İşte, bu tür bir durumla Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde (GOSB) kurulu Amerikan sermayeli IFF Aroma Fabrikası işçileri karşı karşıya. Bu fabrikada, üretim sürecinde daha sağlıklı koşullarda çalışabilmek amacıyla durumlarında farklılık yaratıp Tek Gıda-İş Sendikası’na üye olan işçilerden 30’u, iş akitlerinin feshedildiği Eylül ayından bu yana işe dönüş için direnişlerini sürdürüyor.

Direniş 100 günü geçti ama sorunun çözümü için atılmış tek adım bile yok.

Yani, işveren, Anayasa’da ‘’çalışma ve örgütlenme hakkı’’ üzerinden yazılı kurallara rağmen ‘’ben Anayasa ve yasa tanımam’’ tavrını sürdürüyor.

Direnişten geri adım atmayan işçiler, pompalı tüfek ve palayla saldırı girişiminde bulunulduğu günler yaşadı. Kurdukları direniş çadırı polis ve zabıta operasyonuyla fabrika önünden kaldırılınca açlık grevi yaptı. Seslerini duyurmak için İstanbul Sarıyer’deki ABD İstanbul Başkonsolosluğu önünde de eylem yapan IFF işçileri, ‘’şimdi dayanışma zamanı’’ çağrısı yapıyor.

Diyorlar ki, “1 ekmeğinizi bizimle paylaşır mısınız?”

Elbette paylaşılmalı, bunun için banka hesapları açmışlar ama bu yolla yardımcı olmak yerine fabrika önündeki direnişlerini ziyaret etmek ve ilişki kurmak daha anlamlı olacaktır.

******

Ve grevde yalnızlaştırılan işçiler…

Dytech fabrikası, bugünlerde garip bir grevi yaşıyor. Fabrikada toplamda 550 kişi çalışıyor. Bu işçiler, 3 dönem toplusözleşme imzalayan Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası üyesiydi. Bu sendika, yeni dönem için toplusözleşme görüşmelerini yürütmek için de bakanlıktan yetkisini aldı.

Ama, ne olduysa ondan sonra oldu.

Yetkinin tescili arkasında sendikal çalkalanma yaşanan işyerinde, işçilerin 545’i Hak-İş’e bağlı Çelik-İş Sendikası’na üye oldu.

Türk Metal bu, geri adım atar mı ?

Atmadı tabi ki ve elindeki yetkiye dayanarak işvereni toplusözleşme masasına çağırdı. İşveren ise fiili durumu dikkate alarak masaya oturmayınca bilinen yasal süreçler başladı ve Türk Metal yasal olarak hak sahibi olduğu dönem için grev kararı aldı. Karar, 15 gün önce sadece 5 üye işçiyle uygulamaya konuldu.

Sonrasındaki tablo içler acıtan bir durum…

O fabrikada çalışan Çelik-İş üyesi diğer işçiler, ‘’Bu grevi tanımıyoruz, biz çalışıyoruz’’ açıklaması yaptı. Hal böyle olunca, o greve de kimse sahip çıkmadı, çıkmıyor.

Ama, her koşulda Türk Metal’in yanında olmaya özen gösterenler yok mu ?

Elbette var ve onlar bugün de Türk Metal’in ‘meşruiyetini yitirmiş’ ama yasal zırha bürünerek oluşturmaya çalıştığı grev eksenli kamuoyu baskısına çanak tutuyorlar.

Destek verenler, Türk-İş içindeki bazı sendikaların şube başkanları ve yöneticileri. Onların tamamı, zaten muhafazakar kültürle sendikacılık yapmaya çalışan, işçinin taleplerinden çok işverenin çıkarlarını gözeden anlayışın sahipleri. Bir de, Türk Metal’in logosundaki ‘kurt’u simge kabul eden siyasal anlayışın sahibi MHP’liler var. MHP’liler, uzun zamandır ilk defa bir grevi ziyaret edip destek olduklarını açıklıyorlar. Ama, ‘’Yahu, bir işyerinde çalışan 545 kişinin katılmadığı grevi 5 kişi niye başlatır ve sürdürmeye çalışır. Bunun altından bir çapanoğlu çıkmaz mı’’ sorusunu ne yazık ki sormuyorlar.

İşte, o grevi sürdüren 5 işçi de, sadece bu yüzden yalnızlaştırılmış durumda…

Borçlanan işverene, direnen ve greve çıkan işçilere bakınca, yasal ya da meşru zeminlerde mücadele edilmesinin önünü kesmek için neler yapıldığı görmek gerekir.

Bu tür engeller kalkmadığı sürece, çalışanlar ve emekçiler rahat nefes alamayacaktır. O yüzden de, kesintisiz mücadeleye devam.

İşçi sınıfı, ‘’BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM’’ sözünün altını daha fazla doldurmalıdır.