Boğaziçililer ve bir muhbirin öyküsü

2007 yılı 1 Mayısı…
Taksim’e çıkma kararı alındı. 
AKP iktidarı izin vermeyeceğiz diyor. 
Geceden organizasyon yapıyoruz. Taksim’in etrafı kapalı. Beşiktaş’ta buluşup zorlayacağız. Köprüler kapatılacak belli ki. Avrupa yakasında kalınacak. Kimi pankartlar giysilerin altına sarıldı. Kimileri civarda park halinde tuttuğumuz minibüste zulalandı. 
Buluşma saatini bekliyoruz. 
Üsküdar motorlarının kalktığı iskele yakınlarında toplanma başladı. Gelecekler var, yetişemediler biliyoruz ama daha fazla beklersek, slogan dahi atamadan saldırıya uğrayacağız. 
Bakışlarımızla anlaşıyor, eylemi başlatıyoruz.
Yoğun bir polis ablukası. Kollarımızı birleştiriyoruz, zincir oluştu. Birkaç sloganın ardından polis saldırısı başlıyor. Gaz ve cop… Zincir dağılıyor. Bir kısmımız deniz tarafına, bir kısmımız Barbaros Bulvarı’na doğru sürükleniyoruz. 
Bulvarın başında, yaya geçidi hizasının hemen üstünde o vakitler bir Tansaş mağazası var. 
Mağazanın önünde bir cop darbesiyle yere yığılıyorum. Tansaş’ın merdivenlerinde yere çömelmiş bir haldeyiz, arkamız dönük. 15-20 kişiyiz. 
Düzenli olarak baldırlarımıza tekme, üst bölümlerimize cop yiyoruz. Bu yaklaşık 20 dakika kadar sürüyor. 
Üç gözaltı aracı var. Ters kelepçeyle araçlara bindiriliyoruz. Sağ bileğin kemiği, diğerinin içine girecek sanki…
Bir yandan cop yemeye devam ediyoruz.
Araçtaki arkadaşlarımızdan birinin arka cebinde telefonu çalıyor. Polise coplamak için yeni bahane çıktı. Kelepçeli elleriyle cebine uzanamıyor. Uzanamadıkça cop ve küfür yemeye devam ediyor. Polis kelepçeyi açmaya çalışıyor. İki anahtar kırılıyor. Kemikler belli ki daha da kaynaşıyor. O telefon susmuyor. O kadar uzun çalan bir telefon ben duymadım. An uzuyor.
Vurmayın diyoruz. Bu kez üç tanesi bizim üstümüze çullanıyor. Bize yüklendiklerini görünce diğer arkadaşlarımız bağırıyor.
Polis “Susun!” diyor. “Aşağı bak!” diye höykürüyor.
“Başımızı eğecek bir şey yapmadık. Başımız dik duracak!” diye yankılanıyor otobüs. Coplar, yumruklar iniyor ama baş öne eğilmiyor.
Vatan Emniyet’teyiz. Araçtan çıktığımız an muamele değişiyor. AB kriterleri betonda devreye giriyor. 
Yan otobüsteki arkadaşlara bakıyorum. 
Canları sıkkın…
Polis, başınız yerde marş okuyun deyince, biri başlamış.
“Biz okumadık” diye anlatıyor ama yapana öfkeyle bakıyor. 
Sabaha karşı hastaneye götürülüyoruz, sağlık kontrolünün ardından serbestiz. 
O gün Taksim çevresinde binlerce kişi gözaltına alındı. Bir sonraki yıl daha az… Ve 2010’da Taksim’i açtık.

O karar anında polise başını eğen, istediği marşı okuyan adam Gezi Direnişi’nin ardından ihbarcı oldu. 
Gezi davası iddianamesinde, aralarında bu satırların yazarı da dahil onlarca kişinin ismi o adam nedeniyle yer aldı. 
Nihayet, soyadını değiştirdi. 

Demem o ki… Baş bir kere aşağı inmeye görsün, iraden bir kere kırılmaya görsün… Düşmenin sınırı yok, muhbir oluyorsun.
Ama orada, faşistin birinin seni itaate zorladığı o anda aşağı bakmıyorsan, başın yere eğilmiyorsa, özgürleşiyorsun.
İster nezarette ol, ister cezaevinde…

Bu halkın aşağı bakmayacağını, teslim olmayacağını dün bir kez daha kanıtlayan Boğaziçililere selam olsun.

“Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum…”