Bloklar

Atatürk’ün ölümüyle birlikte, onun önderliğinde kurulan “blok” çatlamaya başlar. İnönü’nkü çatlağın yarılmalara dönüştüğü bir dönemdir. Yeni bir blok eski parçalardan kurulur. İnönü olmasa, CHP dibe vurup, tekrar toparlanamazdı. Yeni blok da iki kişinin önderliğinde kurulur. Menderes ve Bayar. Bu blok her ikisi de devre dışı kalınca, yeni bir isim, özellikle Demirel sayesinde kurulur, geliştirilir. CHP toparlanır, Ecevit karşı “sol”da başka bir blok kurmaya çalışır. Her ikisi de devre dışı kalınca, meydan, blok kurma görevi, Özal’a kalır. Ecevit ve Demirel, diğer tarafta Türkeş ve Erbakan, Özal’ın bloğu yerine yeni bir paylaşıma girerler. Blok fazla dağılmış, pek çok parçaya ayrılmıştır. Ne Demirel, ne Ecevit kurdukları blokları fazla büyütemezler.

Tüm bloklar, kişilere bağlı ve bağımlıdır. Atatürksüz, İnönüsüz bir CHP, sadece belli dönemlerde, koalisyon ortağı olabilir. Menderessiz, Bayarsız bir DP, ancak Demirel’in AP’si biçiminde devam eder. Erbakansız bir Milli Görüş, devam etse de, tür değiştirmek, gömlek değiştirmek zorundadır. Özalsız ANAP, partisi binasının kirasını bile ödeyemez hale gelir. Demirelsiz DYP, söylemeye gerek yok, ömrü kısadır.

Bu uzun anımsatma, Türkiye’de, meclis partileri, ana sağ ve sol akımlar ile “blokların” niteliği üzerine şu saptamaları yapmak içindi: Kişisel karizma ve otorite, seçimler ve partiler yasasından daha fazla olmak üzere, kaynaştırıcı, birleştirici, devam ettirici güçtür. Karizmanın, otoritenin yoğunlaştığı kişi, önder, devre dışı kaldığında, “mekanik” dayanışma ilişkileri bitmekte, bloga olan kitle desteği hızla bitmekte, başka bloklar oluşmaktadır.

Blokların oluşması ve dağılmasında kişilerin önemi, kitaplar dolusu açıklama gerektirir. Karşılaştırmalı tarih, özellikle karşılaştırmalı modernleşme tarihi analizlerini. Ya da bize has özellikler öne çıkartılabilir. Seçim ve partilerle ilgili yasalar esas belirleyicidir denebilir. Mesele ilk siyasi partilere, oradan tek parti dönemine gidip açıklanabilir. Özetle, politik modernleşme tartışmalarıdır bunlar.

Meseleye Marksist açıdan nasıl yaklaşabiliriz? Sınıflar analizini “makro” ve “mikro” düzeyde yaparak elbette.

Avrupada politik modernleşme önce burjuvazinin eski sisteme muhalefeti, bu muhalefet sırasında işçi sınıfıyla ittifakı, sonra da işçi sınıfının burjuva iktidarına karşı yürüttüğü mücadelenin tarihidir. Avrupa’da modernleşme sınıf mücadelesiyle gerçekleşmiştir. Avrupa’daki önce kısıtlı liberal, sonra yaygın sosyal demokrasilerin gelişiminde, işçi sınıfının zorlayıcı, itici, yaratıcı gücü vardır. İşçi mücadelesi olmasaydı, bugün Britanya’da Whig’lerle Tory’ler küçük meclis grupları halinde kendi sınıfı içi demokrasilerini yaşıyor olurlardı sadece.

Türkiye’de Cumhuriyetin daha ilk yıllarında, işçi sınıfı politik ve ideolojik olarak tasfiye edilmiştir. Politik modernleşmede tek bacakla yürünür. İşçi sınıfı devreden çıkmıştır ama, köylülük esas kitle ve sınıfı desteğidir. Marks’ın dediği gibi, köylü kitlesi, kendisini temsil edemez. Birileri onun adına konuşur. Geçiş döneminin otoriterliği de eklenince, “tek adam”, “ikinci adam” gibi, numaralı adamlar geleneği iyice ortaya çıkmış olur. Sınıflar arası mücadele sınıf içi kavgalara dönüşünce, kişiler özel önem kazanmaya başlar. Yönetici sınıfın sayıca azlığı da, kişileri güçlendiren etkenlerdendir.

Peki ama, 1950, 1960 sonrası Türkiye, gerçek çok partili, kitlesel politika alanı geçtiğinde kişiler neden hala partiler ve bloklar için önemini koruyorlar? Hem modern sanayi gelişmekte, hem de işçi sınıfı sendikalarına, partilerine kavuşmaya başladığı halde! Politik modernleşme artık iki bacaklı hale gelmek üzeredir. Hemen yazalım, bacaklardan biri hemen yine kırılmaya başlanmıştır. İşçi sınıfının ekonomik ve siyasi örgütlenmesine karşı 1960’ların hemen sonunda karşı tedbirler alınmaya başlanmış, sınıflar arası mücadele yine sınıf içi mücadeleye dönüştürülmeye çalışılmıştır. Alternatif iki blok liderleri yine eski İnönü ile, yeni figür Demirel’dir. Karşı tarafta bir Aybar’a, bir Boran’a izin verilmemiştir. Yönetici blokların içine Erbakan ve Türkeş dahil edilmiştir ama. Yine tek bacak teşebbüsüdür ama bu bacağa Erbakan ve Türkeş destek olarak eklenmiştir.

İyi ama, köylülük çözülmeye, işçi sınıfı büyümeye başlarken, kitle toplumu ortaya çıkarken, tek bacakla ne kadar yürünebiliyor? Burada, Antonio Gramsci’nin İtalya’nın önemli liderlerinin kurdukları koalisyonlarla ilgili analizinden esinlenerek şunu söyleyebiliriz: Artık yeni bloklara işçi sınıfı ve köylülük iki büyük lider tarafından, değişik sınıf ittifakları şeklinde dahil edilebilmiştir. Demirel köylülüğü ve eşrafı, Ecevit ise sol entellektüelleri ve işçi sınıfını, İstanbul burjuvazisinin liderliğine bağlayabildikleri için, iki önemli “kişi” olarak güç toplayabilmişlerdir. İkisi de sınıf mücadelesini, sınıflar arası olmaktan böyle çıkarmaya çalışmışlardır. Fakat, tek bacakla gitmek gittikçe zorlaşmış, Demirel tarafında önce askeri, sonra kriminal kitle desteğine ihtiyaç duyulmuştur.

Politika yönetici sınıf içine hapsoldukça, kişiler hep önemli olmuştur. Tek bacakla gitmek, dışlayıcı ve sınırlı parti politikasını, dışlayıcı seçim sistemini, parti içi disiplinini, birleştirici, haliyle karizmatik kişileri gerektirmiştir.

Bloklar blokları takip ederken, kişiler kişilere bırakmıştır yerini. Kişiler gidince bloklar da çözülmektedir. Ya da, bloklar çözülmeye başladığında, kişilere yol gösterilmekte, adeta iç tasfiye yapılmaktadır. Ancak, bizzat kişilerin gitmesi, blokların çözülüşünü hızlandırmaktadır.

Ecevitsiz CHP, Demirelsiz AP-DYP, Özalsız ANAP, Erbakansız Milli Görüş, Türkeşsiz Milliyetçi Hareket’ten sonunda gelelim Erdoğansız AKP’ye.

Erdoğansız AKP, Sakıp Ağa’sız Sabancı Holdinge hiç benzemez. Ama, Sakıp Ağa’nın dediği “İkinci Özal Treni”nin son istasyonuna geldiği anlamına gelir. Özal taşra, burjuvazi, küresel sermaye ve entellektüel küçük burjuvadan özel bir blok kurabilmişti. Ya da malzemesi, dönemi ve ortamıyla gelişmeye “müsait” böyle bir blok’un başına geçebilmişti diyebiliriz. Elbette, Özal olmadığı, daha doğrusu etkisiz Cumhurbaşkanlığı makamına geçtiği için bu blok çözülmeye başlamıştır denebilir. Elbette kişileri bu kadar öne sürmek bilimsel değildir. Ancak, Özalsız bir ANAP, ANAP’sız blok, yani hakim bir partiden mahrum kalmış yönetici blok demektir. Blokların kişilere özel bir bağımlılığı söz konusudur. Söz konusu kişi devreden çıktığında blok’un partisi yönetim ve liderlik krizine girmektedir. Karizmatik kişi yanında sadece cüceleri bırakmış olduğu için, yerini aynı karizmada, otoritede bir başka kişiye bırakamamaktadır.

Erdoğan’ın bloklar ve blokların hakim partisinin “özel”, “karizmatik”, “otoriter” kişilere bağımlı olduğuna dair güçlü bir “tarih bilincine” sahip olduğu her halinden bellidir. Bu bilinci vardır, ama, yapabileceği bir şey de yoktur. Kendisinden önceki blokların liderleri gibi, o da, çevresinde, yanında sadece politik cüceler bırakmıştır. Kendisi giderken kara delik oluşacak, cüceler de bu deliğe düşüp, politikanın galaksisine karışacaktır. Tek çare gördüğü “başkanlık” ise, tarihsel “blok” kurma “bilincinin” dışında, “coğrafi” blok kurma teşebbüsü olabilir ancak. Bu ise hem yönetici sınıfı, hem de bizzat Türkiye’yi bölmek anlamına gelebilir sadece. Hadi bırakalım tüm bunları. “Başkan” oldu diyelim! AKP’ye ne olacak? Yoksa, AKP’ye ihtiyacı olmayacağını mı düşünüyor?

Erdoğan blokların tarihsel kaderine tarihsel bir çözüm bulmaya çalışmaktadır. Hep öykündüğü Menderes’i, Demirel’i, Özal’ı düşünüp, alttan partisi çekilmiş halde, yukarı yalnız kalmak istememektedir. Kendi hatası ve yetersizliğidir. Yapılması gerekeni yapmamış, kişisel hırslarına yenik düşmüştür. Gül’ü etkisiz şekilde yukarıda bırakıp, partisinin başında devam etmeyi kendine yedirememiş, bizzat politik yaşamını kendisi bitirmeye başlamıştır.

Blok politikasından vazgeçen, sınıflar arası mücadeleyle karşı karşıya kalır!

Sınıflar arası mücadeleyi sınıf içi mücadeleye, korkuyla, zorla dönüştürmek, her şeyden önce, yönetici sınıf içi yönetim ve hakimiyet sorunu, bunalımı yaratır. Her bunalım sınıflar arası mücadeleyi tekrar politikanın, ekonominin, ideolojinin merkezine koyar.

Bakalım bu blok nasıl çözülecek ve yerine yeni bir blok kurabilecekler mi? Ama bu “başkanlıkla” olmaz!

Ama, fazla da akıl vermeyelim!

“Başkanın Adamları”nın işidir bu....