Defalarca ölmeyi düşündü…
Ölümün sıcak koynuna kendini bırakmayı. Böyle her gün ölüm korkusu yaşamaktansa gerçekten ölümü seçmeyi.
Yine düşündü…
‘Kadınlık görevi’ deniyordu da geceleri burnunu tuta tuta yatağa girişi işkenceydi. Ölüm mü? Uzanan ellerin, akan salyanın, pis nefeslerin düşmanı gibi göründü gözüne. Bıçak saplar gibi ya da sanki vücudunu ikiye böler gibi üstüne abananın giremeyeceği bir tatlı kuytuydu ölüm.
Ölse artık dayak da yemezdi. Kimse ölmüş bir kadını dövemezdi. Dayağa çare bulmuştu.
Kafasını kollarının arasına alarak kendini savunacak hali yoktu. Bu düşünce çok hoşuna gitti. Tuzluğu uzatmadı diye, tayt giydi diye, facebook hesabı var diye, çocuk ağlıyor diye, yemek pişmedi diye dövemeyecekti.
Doktor odasında ‘merdivenden düştü’ diyerek sırıtışı gözünün önüne geldi. Öfkelendi, utandı.
Bir gün öldürülecekti kesin. Kendini öldürse bu olmayacaktı. Ölüme çare bulmuştu.
Kimse ölmüş bir kadını öldüremezdi…
Yine de düşündü…
Yine de işte yaşama isteği, bazen de kırılan kola inat, sürüp sürüştürüp, çiçekli elbiseler giyip, vitrinleri seyretmeye çıkma isteği ağır bastı. Hatta bazen önceki gece yenilen dayağın acısını komşuya anlatmak ve tam da hüngür hüngür ağlayacakken, kahve falında çıkan ‘balık gibi kısmet’ için deli kahkahalar atmak daha iyi göründü.
Terliklerine vura vura evin yolunu tuttu. Biraz rahatlamıştı. Sonuçta yuvası yıkılmasındı. İnsanlar neler yaşıyordu. Sahi insanlar neler yaşıyordu? Belki de o kahve falında çıkan gözdü sorun. Hemen bakmaya koyuldu o gözü çıkartacak muskalara, dualara, nazarlıklara. Hiçbiri fayda etmedi.
Fayda etmedi ama hak vardı, hukuk vardı. Artık canından bezmişti. Şikayet etse, belki birkaç ay tıksalar içeri, belki biraz burnu sürtse…
Hiçbiri fayda etmedi. Her umut, cama konan kuş gibi havalanıp gözden kayboldu.
***
Anlatılan hikaye, bu ülkede yaşayan belki milyonlarca kadının hikayesi. Komşumuzun, çocuğumuzun öğretmeninin, pazarcı kadının, belki teyzemizin hikayesi…
Şiddet sarmalı büyüdükçe büyüyor ve her şekilde kadınları yutuyor. Ölerek ya da çok nadiren bile olsa öldürerek.
Geçtiğimiz hafta, kocası tarafından fuhuşa zorlanan, sürekli şiddet gören, defalarca polise başvurmasına rağmen hiçbir sonuç elde edemeyen ve canını kurtarmak için kocasını öldürmek zorunda kalan Çilem Doğan’ın duruşması vardı.
Geçen sene bir ‘haber sitesi’(!) haberi şöyle sunmuş:
Haberin manşeti “Bu kadına dikkat!! Eski kocasını kurşuna dizdi”
“Adana'da şiddetli geçimsizlik yüzünden bir yuva daha yıkıldı. Sürekli tartıştıkları bildirilen çiftlerden biri mezarı, diğeri de hapsi boylayacak. Birlikte yaşadıkları eski eşine kurşun yağdıran kadın kayıpken, talihsiz koca omzundan aldığı 6 kurşun ile yatak odasında ölü bulundu.”(1)
Yıkılan yuva, mezarı boylayan ‘talihsiz koca’(!) ve kocaya kurşun yağdıran kadın…
‘Aman yıkılmasın’ denilen yuvanın, bir ayağı şiddete öbürü zorla fuhuşa basıyor.
‘Talihsiz koca’ denilen de çete, silahlı tehdit, uyuşturucu gibi 19 tane suç kaydı bulunan bir ‘talihsiz’.
***
Konu elbette ‘Adana’lı ailenin dramı’ değil. Konu oldukça toplumsal. Asla ‘üçüncü sayfa haber’ muamelesi çekilecek türden değil. Peki nasıl bakacağız? Ne yapacağız?
Eğer mesele toplumsal bir meseleyse, toplumsal koşullarını görmezden gelmek, tersten bir kriminalize etme girişimi olacaktır. Gericilik, yoksulluk ve eşitsizliğin başkahramanlar olduğu şüphe götürmez. Özeti ise bugün bunun adı AKP’dir.
Eğer somut olarak şiddet dahil kadın düşmanlığından bahsediyorsak, öyle çok eskilere ya da kestiremediğimiz bir geleceğe uzanmak, kanlı canlı sorunlar karşısında apolitizmin tatlı sularında yüzmek anlamına gelecektir.
Mücadelemizin konusu tam da bugünün konuları. Üstelik bugün, özel olarak kadınlar için de bir vadeden bahsetmek mümkün. Can Soyer’in tespitini hatırlamakta fayda var:
“Dediğimiz gibi, üç, beş yıllık bir vadeden söz edebiliyoruz. Türkiye, bu kısa zaman dilimi içerisinde ya dibini boylamış olduğu çukur tarafından yutulacak ya da dibinde olduğu çukurda zemine kuvvetlice basıp sıçrayacaktır.”(2)
Bu vadenin kadınlar için anlamı, giderek daha fazla kadının şehvet konusuna dönüşmesi, küçücük çocukların evlendirilmesi, taciz-tecavüzcülerin aklanması, şiddetin meşru görülmesi, hayatın din kurallarına göre düzenlenmesi ve belki de zorla başların kapatılması olacaktır.
Bu vade içinde kadına yönelik şiddet, bir metafor olmanın ötesinde, yaşamla ölüm arasındaki çizgidedir.
Tam da bu yüzden somut olarak kadına şiddete karşı mücadele, ayağını evlere, mahallelere, okullara ve işyerlerine, mümkün olan en geniş dayanışma ağlarına basmak, kendini savunmasını da, şiddet görene arka çıkmasını da buralarda kurmak zorundadır.
1-http://www.netinternethaber.com/bu-kadina-dikkat-eski-kocasini-kursuna-dizdi/197459/
2-http://ilerihaber.org/yazar/son-kavga-51019.html