Bizim Fidel

Gazetelerin vefat haberini “20. yüzyıl bitti” manşetiyle duyurmasında bir gerçeklik payı var. Fidel, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan devrimciler kuşağının en nitelikli örneklerinden birisiydi.

Herkesin sevgilisi Fidel…

Fidel için geride kalan bir kaç gün içinde pek çok şey söylendi, bolca yazı yazıldı. Yazıların  çoğunluğunda Fidel’e sevgi ve saygı ifade edilmesi önemlidir. İçinden geçtiğimiz karanlık günlerde sadece bu bile insanlıktan umudu kesmemek için önemli bir veri sunuyor.

Ölümünün hemen ertesinde sıcağı sıcağına edilen sözler, yazılan yazılar yerini daha soğukkanlı, daha derli toplu çalışmalara bıracak ve dünyanın dört bir yanında Fidel daha çok konuşulacaktır. Bundan şüphemiz yok, daha önemlisi buna ihtiyacımız da var. Bu kısa yazıda, daha sonra ayrıntılı olarak tartışmamız gerektiğini düşündüğümüz kimi noktalara işaret etmekle yetineceğiz. Amacımız, en geniş anlamıyla bizim cephede bolca gördüğümüz övgü ve hüzün ifadelerinin biraz ilerisine geçmek. Fidel’den bugüne ve yakın geleceğe dair kimi sonuçlar çıkarmak, en azından bunun için çaba harcamak…

Ayakları kendi toprağına basan bir ihtilalci

Doğal olarak ayrıntılı bir biyografi yazma olanağımız yok, genel olarak bilindiğini sanıyorum Fidel’in uzun mücadele yaşamının çeşitli evreleri var. Öğrenci hareketi liderliği ile başlayıp, gerillacılıktan Küba Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne uzanan uzun ve yoğun siyasal yaşamın her aşamasına damgasını vuran en önemli özelliklerden birisi birisi, Fidel’in ülkesiyle kurduğu kuvvetli ve sıcak bağdır.

Bizim Fidel, pek çok devrimci gibi ülkesinin ve halkının mahkum edildiği yaşamı insana yakıştıramayarak , bunu kabullenmeyerek başladığı arayışın bir ürünüdür. Ülkesinin tarihini, kültürünü, halkın değerlerini kurtuluş mücadelesinin ihtiyaçlarıyla birlikte ele alarak yürümüştür.

'Tarih beni haklı çıkaracaktır'

Fidel’in sözleriyle devam edelim, çok bilinen sözleri arasında en eski tarihli olanını hatırlayalım; “Tarih beni haklı çıkaracaktır.”

Küba Devrimi’nin ilk ciddi hamlelerinden birisi sayılan ve daha sonrasında Fidel’in önderliğindeki örgütün adını veren 26 Temmuz Moncada Kışlası Baskını’ndan sonra yargılandığı davada yaptığı savunmadan çıkan bu cümle Fidel’in en temel özelliklerinden birisine işaret ediyor.

Ağır bedeller ödenen başarısız bir hamle sonrasında bile kararlılığından bir adım geri atmıyor. Baskına karar verdikleri sırada bile çok küçük bir güç olmalarına, aldıkları darbeler sonrasında yok olma noktasına gelmelerine rağmen, haklılıklarından, kazanacaklarından ve mücadeleye devam edeceklerinden hiç kuşku duymadılar.

O şartlarda, eldeki güç ve birikim ile yapılabileceklerinin sınırlılığını işaret edip, mütevazi hedefler koymak, “uzun soluklu planlar yapmak” hatta adlı adınca geri çekilme taktikleri geliştirmek pekala mümkündür. Hatta denilebilir ki, “normal insanlar” bunu yapardı.

İşte Fidel Castro’yu “Bizim Fidel”e dönüştüren sürecin başlangıç noktası budur. Fidel ne yapılabilir değil, ne yapmalı diye soran ve yapılması gerekeni gerçek kılmak için tüm olanakları zorlayan bir devrimcidir.

'Devrim için savaşmayana komünist denmez'

Halkı için, bağımsızlık için yaşamayı hayatın merkezine koyarak kaçmanın değil iktidarla göğüs göğüse dövüşmenin yollarını aramak ve bulmak.

En zor şartlarda bile iktidara, zafere odaklanmak ancak ihtilalci bir kişiliğin imzasını taşıyacak bir hamle ile ileri atılmak.

Fidel’in daha sonra formüle ettiği biçimiyle söylersek, “Devrim için savaşmayana komünist denmez” özlü sözünde ifadesini bulan yaklaşım, bugün bizim açımızdan özel olarak önemlidir.

Durumun en uç örneğini yansıttığını düşündüğüm için doğrudan Fidel’in bir konuşmasını aktarmak istiyorum:

“Bizim devrimimiz taklitçiliğiyle değil, yaratıcılığıyla ayırt edilir. Hazır kalıpları olduğu gibi uygulamaya kalksaydık, biz bugün burada toplanmış olmayacaktık, 26 Temmuz olmayacaktı. Bu yarım kürede bir sosyalist devrim olmayacaktı, belki de buralarda herhangi bir devrim yapılmış olmayacaktı. Eğer hazır kalıplan uygulamaya kalksaydık, o basma kalıp teori bize burada devrim olamayacağını dayatıyordu: Evet teori bunu söylüyordu, kitaplar bunu söylüyordu.”

Konuşmanın tamamına bakıldığında Fidel’in kaba ifadesiyle “teori düşmanlığı” yapmadığını da özellikle vurgulamak isterim. Tam aksine bu konuşma, marksist-leninist teori ile ülke-bölge gerçeği, tarihi ve kültürü arasında nasıl bir ilişki kurduklarına dair vurgularıyla önem kazanıyor. Bu vurgu, aynı zamanda Küba deneyiminden sadece gerillacılık dersleri çıkarılmasına, “Küba taklitçiliğine” dair eleştirel bir uyarı olarak da okunabilir.

Sosyalizm dimdik ayakta

Çok az sayıdaki aklını, bileğini ve yüreğini birlikte kullanabilen devrimcinin ABD kuklası diktatörlüğe karşı başlattığı o büyük kavga, dünyanın dört bir yanında diktatörlüklere karşı verilen özgürlük mücadelesine ilham kaynağı olmaya devam ediyor. İnanıyorum ki, son diktatörlükler yıkılana, sınıfların ve sömürünün tümüyle ortadan kalkacağı bir dünya kurulana kadar da böyle olacak. Sevgili Fidel’i Küba devriminin önderi olmasının yanı sıra, özellikle sosyalizmin dünya üzerinde ağır bir yenilgi aldığı 90’lı yıllardan bugüne küçücük bir ada ülkesinden insanlığın geleceğini simgeleyen bir direnişe önderlik etmesiyle de hatırlayacağız.

Fidel, bizim için her şeyden önce yaşayan sosyalizmin başka bir biçimde söylersek sosyalizmin yenilmediğinin simgesiydi.

Bugün 30’lu yaşlarını geride bırakan devrimciler için söyleyebilirim, sürekli olarak sosyalizmin, “eski bir ütopya ve yıkılmış bir düzen” olarak kabul ettirmesine karşı mücadelemizin önemli dayanak noktalarından birisi Fidel’in önderlik ettiği o büyük direniş oldu. Küçük ama büyük zorluklar çeken, mütevazi ama emperyalist-kapitalist barbarlığa karşı dimdik duran Fidel önderliğindeki “Sosyalist Küba” inadımızın simgesiydi.

Peki hiç mi hatası yok?

Bu aşamada çok net olarak şunu söylemek gerekiyor; Fidel’in ölümü de bir turnusol işlevi gördü. Ölümüne sevinenler ve bunu küfür etmek için fırsat olarak değerlendirenlerin tümü insanlığın eşit ve özgür geleceğinin düşmanlarıdır. Yanlış anlaşılmasın, Fidel’in de bir insan olarak, bir siyasal kişilik olarak üstelik en az 60-65 yıl birinci dereceden sorumluluk üstlenmiş bir siyasetçi olarak elbette eksikleri olmuştur, hataları olmuştur. Bizim bunların tartışılmasına dair en küçük bir çekincemiz yok, ancak Fidel düşmanlığı başka bir şeydir ve bir kişiye dönük tepki olmanın çok ötesinde anlamları vardır, bunu özellikle vurgulamak gerek.

ABD himayesindeki Batista’ya karşı bir avuç devrimcinin isyanı ile bir bütün olarak kapitalist-emperyalizme teslim olmuş dünyada küçücük bir ülkedeki direnişin arasında bir bağ vardır. Bu bağın kendisi, bugünlere ve geleceğe uzanması, bunun ardında yatan fikri ve pratik süreçleri bütünlüklü olarak değerlendirmek Fidel’siz günlerin öncelikli görevi olarak önümüzde duruyor.

Bu değerlendirmeler sırasında koca dünyada tek başına kalmış olmanın yarattığı sıkışmaya bağlı olarak ortaya çıkan pek çok eksik ve yanlış tekrar edilmemek üzere değerlendirilecek ve birikimimizin bir parçası olarak tarihteki yerini alacaktır.

İnsanlığın karanlığa mahkum edilmek istendiği, umutsuzluğa ve çaresizliğe boğulduğu bir dönemde hepimiz için umudun ve direncin simgesi olmayı başaran bu büyük devrimcinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.