Birlik üzerine - III

Bir önceki yazımızda , Türkiye’de burjuva devrimin tamamlanmakla birlikte, demokratik devrimini eksik bırakmıştır demiştik. Büyük tarihsel devrimler düşünüldüğünde, “anormal” sayılamaz. Devrimler bir sürece işarete eder. Aşamalar, süreklilik, restorasyon, yükselme biçiminde ifade edilecek dönemlere de ayrılabilir. Ve, her devrim, kendi özelliklerini taşır. Bir burjuva devrimi, ulusal bağımsızlığa yol açan bir devrim de olabilir, parlamentonun üstünlüğü ve hatta “egemenliği” ele geçirdiği bir devrim de. Bir burjuva devriminin zorunlu ve kendiliğinden “demokratik” niteliğe sahip olması, içinde demokrasi talebi olmasına bağlıdır. Bir de, demokrasinin genel ve kuramsal, ya da, özel ve pratik olarak anlaşılıp anlaşılmadığına. Şunu ifade etmek istiyoruz. Örneğin 1908 Jön Türk Devrimi, 1923 Anadolu Devrimi, demokratik devrimin biçimsel, ideolojik ve hukuki yönüyle başarılıdır.İlki monarşinin yetkilerini azaltmış, modern ideoloji ve partilerin gelişmesine olanak sağlamış, diğeri monarşiyi tümden kaldırmış, ama tek partili de bir yönetim benimsemiştir. En önemli katkısı da, kısmen başarısız olsa da, laiklik politikasıdır. Bireyin ve toplumun dinin etkisinden kurtarılmasında önemli başarılara imza atılmıştır. 1960 sonrası ise, yine büyük ölçüde biçimsel düzeyde demokrasinin tamamlanmasıdır. Getirdiği haklar ve özgürlüklerin bir süre sonra saldırıya uğraması, demokrasinin içinden sosyalizmin gelişmeye başlaması nedeniyledir. Sosyalizm talebinin gelişmesi, demokratik devrimin tamamlanmadığını değil, devrimin bu kapsamda, sınırlarına gelmiş olduğunu gösterir. Tamamlanmıştır, ama eksik ve kusurludur.     

En önemli eksik ve kusur ise, demokrasimizin “işçi sınıfını” dışlayan bir demokrasi olmasıdır. Bu dışlama olduğu sürece de, eksik ve kusurlu olmaya devam edecektir. Zaten, demokrasi ve sosyalizm ilişkisi de bu tespit üzerine kurulabilir ancak. Demokrasimiz “işçi sınıfını”, örgütleri ve ideolojisiyle benimsemeye başlarsa, bu demokrasinin sosyalizmle karşı karşıya geleceği anlamına gelir. Bizim demokrasimiz de bu meydan okumayı kaldırabilecek derinlikte, esneklikte, değildir.

Demokrasimizin sosyalizm için anlamı, durumu, olanağı budur. Bu konuda aynı düşüncede olmamak için, bir yerlere savrulmuş olmak gerek diye düşünüyoruz. Demokrasimiz eksik ve kusurludur ve sosyalist mücadele için anlamı ve önemi, “sosyalist devrimci mücadele” olmadan kendi dinamikleriyle kendini geliştirip yeterli düzeye gelmek anlamında, “tamamlanamayacağıdır”.

Avrupa’da, demokratik gelişimin, uzun bir tarihi var ve orada tamamlandı bu devrim derken, kastedilen, bireyin feodal bağlardan kurtulması, “liberal” ve sonra sosyal ve ekonomik haklarla donatılmış olması, devlet otoritesine karşı korunması, dinin de yönetici ve politik bir güç olmaktan çıkmasıdır. Bugün bile yeni hak taleplerinin olması, demokrasinin “derinleşmesi” ile ilgilidir, “tamamlanmamış” olmasıyla, değil.

Türkiye sosyalist hareketi için, demokrasinin pek çok  gereği, çoğu biçimsel ama gereklidir, Kemalist Devrim ile gerçekleşmiştir. Ancak bizim demokrasimiz, “ulusal bağımsızlık”, “ulusal irade”, “ulusal pazar”, “ulusal kültür ve dil” gibi “ulusal demokrasi” düzeyinde kalmıştır. Hem tüm yurttaşları ve sınıfları kapsayacak biçimde genelleşememiş, hem de “bireye” yönelememiştir.

Sosyalizm için “birlik” arayışımızda Kemalist Devrim’in birleştirici “demokratik” yönleri yanında, “ayırıcı”, hatta “bölücü” özelliklerinin olduğunu belirtmek gerekir. Kemalist dönemin son derece otoriter ve dışlayıcı olduğunu biliyoruz. Otoriterdir, “gerici” güçlere karşı böyle olması gereklidir, ancak, kendisi dışında herhangi bir “ilerici” örgütlenmeye de izin vermemiştir. “Türk” olmak Anadolu öncesinde de olan bir etnik kimlik olduğu halde, “ulusal” ve “kültürel” bir yurttaşlık ve devlet kimliği olarak kabul edilmiş, baskın ve çoğunluk da olsa, bu “etnik” kimlik” üzerinden “ortak” ve “ulusal” kimlik geliştirilmeye çalışılmıştır.  “Kürt Sorunu”nun “devam ettiren” Kemalist sorun budur. Kemalizmin bu yönü, açıkça, solu, sosyalizmi “bölen”, “ayıran” temel nedenlerden biridir. Ayrıca, “Kürt Sorunu”, Doğu bölgelerimizde yaşayan yurttaşlarımızı düşünürsek, “İslamcılık” sorunun da bir nedenidir.

Kemalizmin sosyalistler için “birleştirici” unsur olması, anlaşılacağı üzere, sadece ve sadece, Türkiye demokrasisinin gelişiminde, o da “ulusal” anlamda, önemli bir yere sahip olduğu, bu kapsamda katkı yaptığı kabulünün ötesinde olanaklı değildir. Kemalizme daha fazla önem vermek, ancak sosyalistlerden çok, genel olarak “sol” hareketin birleştirici bir kabulü olabilir ancak. Kemalizme demokrasiye yaptığı katkı nedeniyle saygı duymalı, oldukça eksik ve kusurlu olduğu belirtmeli ve onu kendi haline bırakmalı diye, düşünüyoruz. Bir Fransız Marksisti, ya da sosyalisti için, bir Maximilien Robespierre ya da Napeleon Bonaparte, kendi hallerine bırakılmış, kusurları ve başarısızlıkları yanında tarihsel katkıları bilinen karakterlerdir. Daha fazlası değil!

Sosyalistlerin mezarlıklarla daha çok entelektüel, akademik ve bilimsel nedenlerle ilgilenmelerini, politika yaparken “yaşayan” insanlara daha fazla yönelmelerini öneriyoruz.

***

Bizleri neler birleştiriyor, neler bölüyor, devam edeceğiz...