Bir türlü çöz(e)mediğimiz sorunumuz: Enflasyon!

Kendimi bildim bileli, Türkiye’nin en çok tartışılan, buna karşılık bir türlü çözülemeyen sorunlarının başında enflasyon sorunu gelir. İstisnasız her ay enflasyon rakamları açıklandığında büyük tartışmalar yapılır ve çoğu kez, açıklanan rakamların yeterliliği ile güvenirliği eleştiri konusu yapılır. Bu nedenle bu haftaki yazımızı enflasyon konusunu incelemeye ayırdık. Okurlarımız önce neyi tartıştığımızı bilsin diye, yazımıza birkaç soru-yanıtla başlayalım. Ardından da Türkiye’de enflasyon konusundaki gelişmelere geçeriz.

Soru: Enflasyon nedir ve nasıl ölçülür?

Yanıt: Enflasyon, bir ekonomide alım satıma konu olan tüm mal ve hizmetlerin belli bir süredeki ortalama cari fiyatlarını gösteren fiyatlar genel düzeyinde sürekli ve önemli artışı ifade eder. Bir ekonomide enflasyon varsa, bu, o ekonomide üretilen tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının arttığı anlamına gelmez. Burada önemli olan ortalama fiyatların artmasıdır. Enflasyon nedeniyle ülke parası değer kaybeder, tüketicilerin satın alma güçleri düşer. Enflasyon, talep çekişli, maliyet itişli ve beklenti kaynaklı olabilir. Talep çekişli enflasyon, üretilen mal ve hizmetlerin, toplam harcamaları karşılayacak kadar olmaması nedeniyle oluşur. Bunda merkez bankasının aşırı para basması önemli bir etken olabilir. Maliyet itişli enflasyon ise başta enerji olmak üzere hammadde fiyatlarındaki ani artış nedeniyle üretim maliyetlerinin artması sonucu oluşur. Nihayet üretici veya tüketicilerin ileriki dönemlerde yüksek enflasyon beklentileri de enflasyonun artmasına neden olabilir. Bu beklentiler sonucu üreticiler, mal ve hizmet fiyatlarını olması gerekenden daha fazla artırırken, çalışanlar daha fazla ücret talep edebilirler. Nedeni ne olursa olsun, enflasyon, reel geliri yeniden dağıtır. Bu yeniden dağıtım sürecinde, sabit gelirliler (çalışanlar, emekçiler); tasarruf sahipleri ve borç verenler olumsuz etkilenirken; gelirleri enflasyona endeksli olanlar ile borçlular bu yeniden dağıtımdan kârlı çıkabilirler.

Tüketici fiyatları ile üretici fiyatları farklı olduğu için, fiyatlar genel düzeyinin sürekli artış sürecini ölçmek için fiyat endeksleri kullanılır. Fiyat endeksleri kullanılarak, mal ve hizmetlerin bugünkü fiyatları ile ‘baz’ denilen dönemdeki fiyatları karşılaştırılır ve bu sayede enflasyon oranı hesaplanır. Bu amaçla en yaygın kullanılan iki endeks, Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) ile Yurt İçi Üretici Fiyatları Endeksi (Yİ-ÜFE)’dir. TÜFE kullanılarak tüketiciye yönelik mal ve hizmetlerin fiyat değişimi; Yİ-ÜFE ile ise yurt içinde üretimi yapılan ve yurt içinde satılan ürünlerin üretici fiyatlarının değişimleri ölçülür. Yani, fiyatlar üzerinde yurtdışı etkisini arındırmak üzere, Yİ-ÜFE hesaplanmaktadır.

Enflasyon oranı aylık ve yıllık olarak bu iki endeks kullanılarak ölçülür. Yıllık enflasyon, yılın ilk ayı olan Ocak ile son ayı olan Aralık arasındaki fiyatlar genel düzeyindeki artışı verirken; aylık enflasyon, yılın birbirini izleyen herhangi iki ayı arasındaki fiyatlar genel düzeyindeki değişimi gösterir.

Soru: Türkiye’de enflasyon kim tarafından ve nasıl hesaplanmaktadır?

Yanıt: Türkiye’de enflasyon Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hesaplanmakta ve her ayın 3'ünde saat 10:00’da haber bülteniyle kamuoyu ile paylaşılmaktadır.i TÜİK’in hesapladığı TÜFE ‘hanehalklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman içindeki değişimini ölçmektedir’. Bu endeksin baz yılı (referans aldığı, karşılaştırma yaptığı yıl) 2003 yılıdır (2003’te endeks değeri 100’e eşit kabul edilir). TÜİK bu endeksi hesaplamak amacıyla bir mal sepeti oluşturmakta ve sepette yer alan her mal ve hizmete de bir ağırlık vermektedir. Sepeti oluşturan mal ve hizmetlerin ağırlığını belirlemek amacıyla ‘tüm sosyo-ekonomik gruplardan’ hanehalkları ile anketler yapmaktadır. Ağırlıkları belirlemek için yaklaşık yıllık 15 bin ve üç yıllık toplamda da 45 bin hanehalkı ile Hanehalkı Bütçe Anketi, kurumsal nüfus anketi, yabancı uyrukluların Türkiye’de yapmış oldukları harcamalar için turizm anketi yapılmakta ve idari kayıtlardan elde edilen harcama ve ciro bilgileri kullanılmaktadır. Bugün kullanılan endekste 418 madde yer almakta ve harcamalar 12 ana ve 43 alt grupta toplanmaktadır.1,2 TÜİK, ‘manşet enflasyonu’ da denilen TÜFE’ye dayanarak hesapladığı tüketici enflasyonunu hesaplarken, yurtiçinde mal ve hizmet tüketmek amacıyla yapılan, tüm nihai parasal tüketim harcamalarını esas almaktadır. Fiyat bilgilerini, 81 il merkezinin tamamını da içeren toplam 225 ilçeden derlemektedir. Böylelikle her ay 418 maddenin 897 çeşidinden, 28 bin 19 işyeri ve 4 bin 274 kiracıdan 553 bin 64 fiyat derlenmektedir.

 

Soru: TÜİK’in enflasyon hesaplama yöntemleri nelerdir?

Yanıt: TÜİK her ay enflasyon rakamlarını kamuoyu ile paylaşırken aşağıda yer alan enflasyon verilerini açıklamaktadır. Bu açıklanan enflasyon rakamları hem TÜFE hem de Yİ-ÜFE için söz konusudur. Bunlar:

  • Bir önceki aya göre değişim oranı

  • Bir önceki yılın Aralık ayına göre değişim oranı

  • Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı

  • On iki aylık ortalamalara göre değişim oranı

Aşağıdaki tabloda son üç yıla ait Ekim TÜFE ve Yİ-ÜFE enflasyon rakamları yer almaktadır.

 

Örneğin bu tablodan, Ekim 2020 için TÜFE’de bir önceki aya göre yüzde 2,13; bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 10,64; bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11,89 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 11,74 artış gerçekleştiğini görmekteyiz. TÜİK, bu enflasyon rakamları yanında, enflasyon rakamlarını ana harcama gruplarına ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri olarak da açıklamaktadır. Gıda enflasyonu, halkımızı en çok ilgilendirdiği için oldukça önemlidir, çünkü gıda enflasyonu sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkar. Örneğin bu enflasyonda, bir aylık artış oranı ve bir önceki yılın aynı ayına göre yıllık artış oranı da oldukça önemlidir. Ama 12 aylık ortalama artış hepsinden daha önemlidir, çünkü bu oran hepimizin cebinden bir yıl içerisinde çıkan paranın yıllık artışını gösterir. Eğer yıllık net gelirimiz o yılki yıllık ortalama fiyat artışı kadar artmamışsa, ya daha az mal ve hizmet tüketiyoruz ya da diğer harcamalarımızda kesintiye gidiyoruz demektir. Ayrıca bu oran Türkiye geneli için ve her gelir grubundaki kişiler için açıklanan ortalama enflasyondur. Oysa, her bölgenin, her kentin kendine özgü bir gıda harcama kalıbı vardır ve bu nedenle gıda enflasyonu kişiden kişiye farklılık gösterir. Bunların yanında gıda ve enerji gibi malların fiyatlarındaki değişimi içermeyen çekirdek enflasyon hesaplaması da yapılmaktadır. Çekirdek enflasyon göstergesi olarak genellikle B ve C endeksi kullanılmaktadır. Bu endeksler para politikasının, gıda, enerji gibi bazı malların fiyatları üzerinde etkisinin sınırlı olduğu gerçeğinden yola çıkılarak hesaplanmaktadır. Ayrıca bu endekslerin kur etkisinin en iyi gözlenebildiği çekirdek enflasyon göstergeleri olduğu kabul edilir. Türkiye’de enflasyonun en önemli nedenleri arasında gıda fiyatlarının yükselişi ve döviz kurlarının artışı bulunduğu için bu enflasyon göstergelerindeki değişim kritik öneme sahiptir.

Soru: Enflasyonda baz etkisi ne demektir?

Yanıt: Yukarıda da vurguladığımız gibi, yıllık enflasyon oranını hesaplarken ya son 12 aylık enflasyonları dikkate alıyoruz ya da bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranına bakıyoruz. İlkinde yıllık enflasyon oranını hesaplarken, en son enflasyon rakamlarının açıklandığı ay da dahil olmak üzere son 12 ayın aylık enflasyon oranlarını hesaba katıyoruz. Buna göre Eylül 2020 yıllık enflasyon oranını bu yöntemle hesaplarken, Ekim 2019 ve Eylül 2020 dahil olmak üzere aylık enflasyon oranlarını dikkate alıyorum. Ekim 2020 yıllık enflasyon oranını hesaplarken, Kasım 2019 ile Ekim 2020 oranlarını hesaba katıyorum. Her yeni ay enflasyon rakamı açıklandığında, hesaplamada bir ay çıkarken, yeni bir ay hesaplamaya girmektedir. Eğer yeni giren ayın enflasyon oranı, çıkan aya göre yüksekse, yıllık enflasyon artacak; düşükse azalacaktır. İşte artış ve azalışlar bize baz etkisini vermektedir. Bir önceki yılın aynı ayına göre yıllık değişimde de benzer etki olur. Örneğin Ekim 2020 için bu hesaplamayı yapıyorsanız ve Ekim 2019’da olağanüstü nedenlerle bir fiyat artışı yaşanmışsa, Ekim 2020 yıllık enflasyonu, Ekim 2019’a oranla daha düşük çıkacaktır, çünkü baz aldığınız rakam yüksek olmaktadır. Baz aldığınız rakam düşükse yüksek çıkacaktır.

Bu açıklamalardan sonra aşağıdaki grafiği de temel alarak Türkiye’de enflasyon gelişmelerini değerlendirebiliriz. Yalnız bu değerlendirmelere geçmeden, dünya enflasyon ligindeki durumumuzla ilgili birkaç çarpıcı bilgi vermek istiyorum. Türkiye, G-20 ülkeleri ve 37 OECD üyesi ülke arasında en yüksek enflasyon oranına sahip ülkedir. Dünyada Türkiye’den enflasyon konusunda daha kötü durumda olan ülkeler Venezuela, Zimbabwe, Sudan, Lübnan, Arjantin, Surinam, Kongo, İran, Haiti, Angola, Liberya, Etiyopya, Zambiya, Sierra Leone, Türkmenistan, Suriye ve Nijerya’dır. Bu listede yer alan ülkelerin tamamı siyasi ya da iktisadi olarak ciddi sorunlar yaşayan ülkelerdir. Ülkelerin bazıları uluslararası yaptırımlar altındadır; bazıları ise iç savaşlar sonucu ekonomisi çökmüş ülkelerdir.

Grafikte, TÜFE, Yİ-ÜFE, B ve C göstergeli çekirdek enflasyondaki gelişmeler 2006 yılından itibaren gözlenmektedir. Yİ-ÜFE hariç, bütün enflasyon göstergeleri, 2018 yılının başına kadar %10’lar civarında dalgalanma göstermektedir, çünkü Yİ-ÜFE enflasyon artışı 2016’dan itibaren başlamaktadır. 2018’in başı ile 2019’un Ağustos ayına kadar ise ciddi enflasyon artışı gözlenmektedir. Son zamanlarda ise hepsinde yukarı doğru bir ivme vardır.

Şimdi bu enflasyon gelişimlerini daha sağlıklı değerlendirebilmek ve ileriye dönük çıkarımlar yapabilmek için bazı gerçekleri anımsatalım. Bir kere Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)’nün yayımladığı enflasyon raporu, dünya genelinde gıda enflasyonunda genel bir düşüş eğilimine vurgu yaparken, ülkemizde eğilim tam tersine artış yönündedir. Tarım sektörünün son yıllarda uygulanan ya da uygulanmayan tarımsal politikalarla ihmal edilmesi, başta mazot olmak üzere temel tarımsal girdiler olan gübre, yem ve elektrik girdi fiyatlarındaki artışlar, tarım alanlarının tarım dışı madencilik, enerji, inşaat, sanayi vb. amaçlarla kullanılması, köyden kente göç ve tarımsal üretimin bir düzen, plan ve politikadan yoksun şekilde verimlilikten uzak olması gıda fiyat artışlarında önemli rol oynamaktadır. İşin bir de talep, yani alıcı kısmı vardır. Gıda harcamaları yoksul halk kesimlerinin toplam harcamalarının büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı günümüz Türkiye’sinde gıda harcamaları, çok büyük halk yığınları için kira harcamalarından sonraki en yüksek harcama grubudur. Bu nedenle, gıda enflasyonunun yüksek olması, bu halk kesimlerinin temel gıda maddelerine erişiminde bile güçlükler yaratmakta ve bu da beraberinde çok ciddi iktisadi, sosyal, psikolojik ve sağlıkla ilgili sorunlar getirmektedir. Artan döviz fiyatları ve çok yüksek oranlara ulaşan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış işçinin, köylünün, dar gelirlinin emekçinin alım gücünü büyük ölçüde yok etmektedir. Bu fiyat artışlarına karşılık fiyatı yükselen her gıda maddesi için ithalatı çözüm yolu olarak kullanmak, yurttaşlarımızın ucuz, yeterli ve güvenli gıdaya ulaşmasını sağlamakta başarısız bir politika olduğu gibi, aynı zamanda yerli üreticiyi de cezalandırmaktadır. Böylelikle ülkemizin gıda güvenliği de riske edilmektedir. Her yurttaşımıza onurlu ve sağlıklı bir yaşam hakkı sağlamak temel görevimiz olduğu gibi, onlara güvenli, sağlıklı, yeterli ve satın alabileceği fiyatlarla gıda maddeleri sağlamak da kamunun ilk sıradaki görevleri arasında yer almalıdır.

Enflasyon konusunda üzerinde durulması gereken bir diğer önemli nokta, döviz kuru artışlarının eninde sonunda enflasyonu artıracağı gerçeğidir. Bir kere ulusal paramızdaki değer kaybının enflasyon üzerindeki etkisi, ekonomimizin ithal girdilere bağlı olması ve yoğun dolarizasyon nedeniyle kısa sürede görülebilmektedir. Tarım ve sanayi sektörlerinde kullanılan girdilerin çoğu yurtdışından dövizle geliyor. Ulusal paramız uzunca bir süredir sürekli değer kaybediyor. Buna karşılık, bu değer kayıplarının, yani dövizdeki artışın, enflasyona tam olarak yansıdığını söylemek mümkün görünmüyor. Örneğin, 1 ABD Doları ve 1 Avro’dan oluşan döviz sepeti, sene başından bu yana yaklaşık % 33,95 oranında değer kaybederken, yılın ilk 10 ayında enflasyon oranı %11,85’te kalmıştır. Kurdaki değişmelerin her maaş ve hizmetin maliyetini doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği gerçeğini göz önüne aldığımızda, kur artışlarının eninde sonunda yurt içi üretici fiyatları ile tüketici fiyatlarına yansıyacağını ve dolayısıyla yüksek enflasyon olarak karşımıza çıkacağını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Hatta yurt içi üretici fiyatlarının tüketici fiyatlarına göre kur artışlarına çok çabuk ve daha güçlü tepki verdiği gerçeğini anımsadığımızda ne yeni revize edilen yıl sonu enflasyon oranının ne de eski adıyla Orta Vadeli Program (OVP); yeni adıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP)’nda öngörülen enflasyon oranlarının gerçekçi olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz. Bir kere tekrar anımsatalım: Tüketici fiyatlarının arkasında yurt içi üretici fiyatları var. Üretici fiyatlarındaki artış er ya da geç tüketici fiyatlarına yansır. ABD Doları ile aldığımız malları TL ile sattığımızda fiyatlar kaçınılmaz olarak artıyor. Dolayısıyla bu vesileyle, bana ne dolardaki artıştan diyenlere de iki çift söz etmek gerekir. Bir kere ben ithal malı kullanmıyorum, Türk malı kullanıyorum demekle bu etkiden kaçamazsınız. Patatesin, soğanın, ekmeğin, ayakkabının, elbisenin dolarla ne işi var diyemezsiniz! Türkiye ekonomisinin geldiği, getirildiği noktada, yurt içinde üretilen tarım, sanayi gibi her türlü ürünün içinde dolar girdisi var. Tarımsal sulamada kullanılan pompalar dahil olmak üzere her türlü araç mazot ile çalışıyor. Gübre desen ithal girdiler ile üretiliyor. Yediğimiz ekmek bile ABD Doları ile ithal edilen yakıtların kullanıldığı fırınlarda pişiriliyor. Bu nedenle doların artması sadece dolar borçlusu olanları değil, hepimizi ilgilendiriyor, çünkü ulusal paramız değer kaybettikçe hayat pahalılığı daha da hissedilir hale geliyor. Etki bununla sınırlı kalsa yine iyi. Artan enflasyon, enflasyon beklentilerini de artırıyor. Bu da ekonomide fiyatlama davranışının bozulmasına neden oluyor. Bunun sonucunda fiyatlar talep ve maliyet artışlarının neden olduğu artışların çok üstünde artma eğilimine giriyor. Borçlanma maliyetleri artarken, zaten bıçak sırtında olan yatırım ve tasarruflar da bu durumdan olumsuz yönde etkileniyor. Bütün bunlar enflasyon hedeflemesi politikası uygulayan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası için alarm zillerini çaldırmakta ve sürekli merkez bankası başkan değişikliğine gidilmektedir. Unutmayalım ki, enflasyonla mücadele için enflasyon hedeflemesi yapan bir ülke, döviz kurlarında ortaya çıkan aşırı yükselmeleri önlemek zorundadır. Eğer fiyat istikrarı amacını gerçekleştirmek istiyorsanız, enflasyonu kontrol etmek istiyorsanız, öncelikle kurdaki dalgalanmaları sınırlı düzeyde tutmanız ve dahası enflasyon hedefi ile uyumlu gerçekçi bir kur politikası izlemeniz gerekir.