Bir süre daha sevgili Barış

Çocuk babasının kucağında, baba ayakta, kamera onlara odaklanmış. Anne de arkada, yatağın üzerinde doğrulmuş, çarşafıyla oturuyor. Fotoğrafın kenarındaki karanlık bir leke gibi görünüyor.

Barış da soruyor; Resim’deki anneyi bulunuz.  

“Kadın’ın kariyeri annelik olmalı” diyenlerin düzenine isyan eden bir sanatçının, “kariyerinin” ilk günündeki bir annenin, fotoğraf karesine karanlık bir leke gibi yansımasına isyanı olarak okudum ben.

Hatta bebeğin tulumunun pembesi ile annenin çarşafının karası arasındaki tezat bana Nazım’ın bir şiirini hatırlattı;  “kadınlar, bizim kadınlarımız… Sanki hiç yaşamamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen”

“Kararmasın” diye mırıldandığımı hatırlıyorum, “ne bebeğin giyeceği, ne de geleceği…”

Sonra fark ettim ki epey büyümüş mesele. Gericiler Barış’ı dillerine dolamışlar, ne dinsizliğini bırakmışlar ne faşistliğini… Küfür kıyamet…

Sinir bozucu gerçekten… “Faşist” diye kalem oynatan İsmail Kılıçarslan isimli Yeni Şafak yazarı, Ahmet Atakan öldürüldükten sonra, “Yok yahu, devrimin olgunlaşması için bir yöntem olarak dava arkadaşını öldürecek adam yoktur Türkiye’de. Var mıdır yoksa?” diyecek kadar alçak, Berkin öldükten sonra “Polis şiddetine de hayır, Berkin’in ölümü üzerinden ellerini ovuşturan azgınlığa da” diyecek kadar yüzsüz, Soma katliamında, madende kaçak çalıştırılan 15 yaşında çocuklar olduğu gündeme geldiğinde, “15 yaşında bir çocuğun madende ne işi var ne demek biliyor musunuz? Yokluğu yoksulluğu bilmeyen şımarık bir itsiniz demek” diyecek kadar misyonuna sadık bir satılmış kalem. Bu yüzden, Barış’ın bu ve benzeri kalemlerin mürekkeplerinin üzerinde leke bırakmayacağını zaten bildiğini ve yazılanları, en fazla yazanlar kadar ciddiye alıp geçeceğini düşünüyorum.

Diğer taraftan şöyle dikkatli bakınca, iki ayrı tepki daha dikkatimi çekti;

Birincisi gericiliğe karşı verilen tepkileri Kemalizm olarak yuvarlayıp, bunları da faşizm kümesinde birleştirenler ki, bunlar Barış’ın tweetine dair Yeni Şafak yazarıyla neredeyse ağız birliği içindeler.

İkincisi de gericiliğe karşı her tür tepkiyi “Müslüman mahallesinde salyangoz satmayalım” titrekliğiyle reddeden, boşa düşürmeye çalışanlar.

Ben bu iki tepkiyle açığa çıkan akıl yürütmenin artık “bizim cenah” sayılmamaları gerektiğini, en hafif tabirle akıl tutulması yaşadıkları için izole edilmeleri, hatta biraz daha ileri giderek, gericiliğe meşruiyet katıp, AKP’nin ömrünü uzattıkları için karşı kıyıya doğru salıverilmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Özgürlüklerine sahip çıkıp meydanları dolduran ve Türkiye’nin gericileştirilmesine itiraz eden milyonlar AKP’den kurtulmak için solu göreve çağırırken, solun kendi değerlerine, laiklik ve özgürlük mücadelesine dair tereddüt yaşamasına kesinlikle izin vermeyelim.

Gericilerin saldırıları ancak “acaba bir yerlerde hata mı yapıyoruz” diye düşünmeden göğüslenebilir.

Daha önce Engin Ardıç için yazmıştım, “Her köpek sahibine göre havlar” diye…

Hepsinin ipini elinde tutan, Berkin Elvan’ı terörist ilan edip, acılı annesini kalabalıklara yuhalatan bir sahipleri oldukça, Barış Atay da namuslu, devrimci bir sanatçı olarak,“#BerkinElvan16Yaşında Kara gözleriyle gülümseyişine kıyanlar, hala yerinde...” demeye devam ettikçe, bu karşı devrimci güruhun havlamalarına bir süre daha tahammül edecek…

En azından hep birlikte, sahiplerinin evlerini başlarına yıkana kadar, bir süre daha sevgili Barış.