Bir şiir, bir kardeş, bir Sait Abi (*)

Gezi direnişi zamanıydı. Dalga geri çekilmişti. Berkin derin uykudaydı.

Şeytan uçurtması bir türlü havalanmıyordu. Havalanır gibi yapıyor, tam salınır gibi olurken yüz üstü yere kapaklanıyor, kara kaşlı çocuk, inatla tekrar ve tekrar uçurtmayı havalandırmaya çalışıyordu.

Haziran’da ölmek zordu. Genç ölüleri bağrımıza basarak giderek kararmakta olan ufka bakıyorduk.

İlk düşen, adı sonradan Kadıköy’de bir parka verilen Ayvalıtaş’tı. Mehmet’ti adı. Büyük kentin varoşlarındandı. Sonra Antakyalı Abdullah düştü toprağa. Ardından işçi Ethem, Ethem Sarısülük vuruldu. Ve hemen ardından Liceli Medeni Yıldırım. Sonrasında bir başka Antakyalı, Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşında aramızdan ayrıldı.

Her forum öncesi, çoğu bir dönemki mücadele arkadaşlarımızın çocukları yaşındaki direnişçilerle ölenler için saygı duruşunda bulunuyorduk. Vakitsiz, hiç vakitsiz aramızdan ayrılan genç ölülerimizin ismi üç kere zikrediliyordu. Önce ilk ölen, sonra sırasıyla diğerleri. Ve ben her seferinde, ölenlerin matemini tutmaya vaktimizin olmadığı geçmiş zaman anmalarını hatırlayarak sıkılmış yumruklara bakıyordum.

Bunaltıcı yaz bitmiş, park forumlarındaki kalabalık yerini sayıları giderek azalan topluluklara bırakmıştı. Çok şükür bugünleri de gördük diyerek içinde yer aldığımız o muhteşem dalga geri çekilmişti çekilmesine ama artçı dalgalar devam ediyordu. O günlerde geldi Ahmet Atakan’ın ölüm haberi. Ankara’da ODTÜ ve Tuzluçayır’daki protestolara destek vermek için Antakya’nın Armutlu ilçesinde gerçekleştirilen eylem sırasında polis tarafından kafasından gaz fişeğiyle vurulmuştu. Sosyal medya aracılığıyla paylaşılan, daha sonra onunla özdeşleşecek bir fotoğrafta, “Ne Oldu Lan... Büyük Adam Olamadıysak! Hayallerimizi Satmadık Ya!..” yazısı okunuyordu. Mavi renkli sprey boyayla duvara yazılmış yazının hemen solunda Ahmet, gülümseyerek ufka bakıyordu.

Kendisinden önce toprağa düşen diğer güzel çocuklar gibi Aleviydi Ahmet, yoksuldu, devrimciydi.

Sait Abi, Alevi değildi. Orduluydu. Ertan Saruhan’ın yoldaşıydı. “Yenice Yolları” türküsünü ve “Ay Carmela” şarkısını çok güzel söylerdi. Devrimciydi. Hayallerini satmayanlardandı.

Güz eksilerek geçmişti. Zorlu bir kışın ardından Berkin de aramızdan ayrılmıştı. Yıldönümünü takip eden yaz ayları boyunca, genç ölülerin fotoğrafları altında Gezi’nin ne olup olmadığı tartışılmıştı. Tartışma ve eyleme mekanlarından biri de kendisini Gezi’nin bakiyesi olarak gören “park forumları”ydı.

Sait abi, İstanbul’da, Gezi sonrası ortaya çıkan iki büyük park forumundan biri olan Yoğurtçu Parkı Forumu’nun emekçilerindendi. Ahmet Atakan’ın ölüm yıldönümü, Kadıköy İskele Meydanı’nda yapılmıştı. Kalabalık değildi. Dilek fenerleri tek tek gökyüzüne yükselirken Sait abi, her bölüğün başındaki dizenin sonuna “kardeşim” eki getirerek şu şiiri okumuştu:

 

UZAK GÜNEYE GİDERSEN EĞER (1)

 

(Ahmet Atakan’a Şarkı)

 

Uzak güneye gidersen eğer 

Kül bir türküdür (ateşten kalan)

Gözlerini kapat

Ve ateşi dinle.

 

Üzgün güneye gidersen eğer 

Gül bir ölümdür (dikenden kalan)

Dişlerini sımsıkı sık

Ve dikeni dinle.

 

Öfkem güneye gidersen eğer

Dün bir silahtır (kandan kalan)

Kalbimi bir yarada bul

Ve kanı dinle.

 

Sonsuz güneye gidersen eğer

Ben ardından ağlamam

Gül… türkü… ve silah

Bir taşın dağını hatırlar: 

 

Sen göğü dinle.

 

........................

 

Sait abiyle birlikte uzun geceler boyunca göğü dinleyerek düşler kurduk, şarkılar söyledik.

Sonra bir gün, bir Haziran akşamı Sait abi, hayallerini anlattığı, net olmak gerektiğini vurgulamaya çalıştığı bir konuşma sırasında kalp krizi geçirerek aramızdan ayrıldı.

Haziran’daydık. Güzel yüzlü çocuklar zamanıydı.

 


 

DİPNOTLAR 

(*) Bu yazı, 20 Eylül 2020 tarihinde İleri Görüş’te yayımlanmıştır.

(1) Ekim 2013, Emirhan Oğuz.