Bir Selahattin Demirtaş yazısı

90’lı yıllarda üniversitede okuyanların daha sık, sonrasında daha seyrek karşılaştıkları Kürt hareketi kadro tipolojisini unutmak mümkün değil. Güncelin anlamlı bir polemiğe, geçmişin keskin bir öfke ortaklığına, geleceğin ise koyu bir sohbete döndüğü yan yana gelişler, farklı siyasi hareketlerden de olsa kurulan duygudaşlıklar, yarın nerede olacağını kestiremeden, belki de son sohbetini yaptığını düşünmeden edememenin yarattığı o garip hissiyat… Ve hatta “Hocam sen galiba şu siyasi harekete daha yakınsın, gel seni o arkadaşlarla tanıştırayım” olgunluğunun peşi sıra “Ama bizi de hafife almayasın” demelerin, “ Bizim heval bir de Lenin’i senden dinlesin” demelerine eklenmesi…

Böyle olur elbette, zaman değişir, bu defa, güncel, ayrı ayrı öfkelere; geçmiş bu defa anlamlı bir polemiğe, gelecek ise koyu bir sohbete gelmeden, “süreç heval” ünlemine gelir dayanır.

Kürt hareketi açısından, kitlesini sevk ve idare eden baskın bir kuşak tanımlaması şu an için yapılamaz. Ancak, özellikle yasal alanda, örneğin meclis temsiliyetinde, HDK projesinin geliştirilmesinde, bahsi geçen kuşağın dokularına daha sık rastlamak mümkündür. Bu kuşak yani görece daha genç, kentlerde mücadele deneyimi olan, sol, sosyalist hareketleri tanıyan, eğer üniversiteden mezun olabilmişlerse mesleki deneyimlerini mücadeleleri ile birleştirebilen bu kuşak, Kürt hareketinin çıkarları doğrultusunda ve ipi göğüsledikleri oranda bir çarpan etkisi yaratır. Bu bizler için hem negatif hem de pozitif örnekler açısından da böyledir. Örneğin, Haziran sürecinin bir darbe girişimi olarak yorumlanmasının yaratacağı tepki ya da etki, Altan Tan’ın söylemesi ile Selahattin Demirtaş’ın söylemesine göre farklılık içerir. Keza son seçimlerde ya da daha geniş bir zaman diliminde de gözlendiği gibi Ahmet Türk’ün ağzındaki emekçi ile Selahattin Demirtaş’ın dilindeki emekçi, en basitinden bir samimiyet ölçeğinden geçmek zorunda kalır.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş tercihi de bu kapsamda değerlendirilebilinir. Bu tercihte belirleyici olanın Kürt hareketinin karar verici organları olduğu gerçeği yadsınamaz ve dolayısıyla Kürt hareketinin seçimlere, bunun sonuçlarına biçtiği anlamdan bu tercih, çok da ayrı düşünülemez. Son tahlilde Kürt siyasi hareketinin güçlü bir sonucu güçlü bir adayla alabileceği, bu güçlü adayın gücünü ise, sadece siyasallaşmış bir kitleden alamayacağı, müzakere etmeye alışmış olmanın yanında mücadele edebiliyor olmaya da yabancı olmadığının gösterilmesi gerekiyordu, hatta inandırılması…

Şimdi sevgili okuyucularımız çok haklı olarak sorarlar bana. Kabulümdür. Sen bu Selahattin Demirtaş’ı övüyor musun, yeriyor musun ! Öyle ya başlık, Selahattin Demirtaş üzerine … Başım üstüne…. Hemen hızlanayım…

Hiçbir siyasi kişilik, bulunduğu siyasi düzlemden, üstlendiği misyondan, yaptıkları ve yapamadıklarından bağımsız düşünülemez. Ve bu kişiliklerin üstünde o kişilikleri belirleyen bir karakterin de olduğunu belirtmek gerekir.

Selahattin Demirtaş, girmiş bulunduğu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasi kişiliği ile, TRT konuşmasındaki etkileyici girişi ile, bağlamadan başka bir şey çalmamış olması ile, annesinin ona hâlâ “yasaklı şeyler konuşma” dediğini hatırlatırken yüreğimizi oynatması ve hayatını anlatırkenki samimiyeti ile duygularımıza dokunmuştur. Bu onun siyasi kişiliğinin doğal yansıması olduğu için içtendir. Bu gayrı meşru seçimde dahi alışılmış ortalamanın üstünde oy almasının bence bir etkisi de budur. Ekmeleddin ve afedersin başbakanın da girdiği bu yarışta, Selahattin Demirtaş, aslı gibidir.

Ancak bir de duygulardan daha önemli düşünceler, kişilikten daha önemli siyasi karakter meselesi var. Demirtaş’ın seçim politikasının bir yerden sonra şu müzakere süreci ile bağlantılı olarak “düşmansız bir seçim politikasına" dayanması, daha somut bir örnekle, Tayyip’in alması gereken yeri TRT’nin alması, bir basın toplantısında, soldan gelen ilk soruda dahi bir küçümsemeyi gizleyemeden “Birgün değil mi?” demeden edememesi, çocukları dahi unutmayan bir propaganda konuşmasında, dini özgürlüklerin cemaatlere devredilmesini aynı rahatlıkla savunması ve hepsinden önemlisi, bu seçimin iki önemli noktasını yani, Tayyip’in adaylığını ve bu seçimin bir baraja dayandığını, dolayısıyla gerçek anlamda halkın seçimine dayanmadığını neredeyse hiç konu etmemesi yeterli örneklerdir.

Bu örnekler, Demirtaş’ın üstünü başarıyla örttüğü noktalardır. Örttüğü noktalarda ise Kürt hareketinin siyasi karakterini bulmak mümkündür. Oylardaki artışı yaratan oranın ise bu karaktere verilmiş olması neredeyse imkansızdır.

Son olarak, Demirtaş’ın ısrarla talep ettiği ve her duyduğumda ah keşke dediğim diğer cumhurbaşkanı adaylarıyla aynı programda yan yana gelme isteğini revize etmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum.

Nasıl mı? Tayyip’i aradan çıkaralım. Aynı yayında bu defa bizler halkın, emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, gençliğin, ezilenlerin güzel geleceği için mücadele edenler yan yana gelelim. Halk kimi seçeceğine karar versin diye değil, duyguların yanına düşünceler de konabilsin diye.

Ne dersin “Selo başkan”, sen de benim gibi ah keşke der misin?