Bir rasyonalite var mı ki biçelim?

İdlib’deki gelişmeler ve Osman Kavala’nın başına gelenler son günlerin ağırlıklı gündem maddelerini oluşturuyor.  

Türkiye’nin Suriye serüvenleri ile Gezi Davası birbirinden apayrı gündemler gibi görünse bile arada iki önemli ortak nokta var. Birincisi, ilki doğrudan, ikincisi daha dolaylı olmak üzere her iki gündem de Türkiye’nin uluslararası plandaki yeriyle ilgili bir boyuta sahip. İkincisi: Her ikisi de kendi içinde bütünlüklü ve tutarlı bir siyasal iradenin önceden planlanmış bilinçli tasarruflarından ziyade “bakalım ne olacak” mantığıyla ve el yordamıyla yürüyen bir “siyaset yönetimine” işaret etmektedir.

Suriye konusunda, Türkiye’nin kendi güney sınırlarının ötesinde belirli bir nüfuz alanı istediği açıktır ve bu istek çok yeni de değildir. Ancak Türkiye’deki rejim bu hedefe tek başına kalmadan, ABD ve NATO ile birlikte, hatta bir noktada Rusya’nın da yeşil ışığıyla ulaşmak isterken ipin ucu kaçmıştır. İdlib’de bugün gelinen nokta önceden planlanmış bir etap değildir ve rejim fazla çizik yemeden bu işi yatıştırmanın yollarını arayacaktır.

Bize göre, bırakın Rusya’yı, Suriye ile topyekûn bir savaş da şu an için uzak bir ihtimaldir.

Sonra, “Avrasyacılıktan vazgeçen” (!) Türkiye’nin Atlantik cephesine (ABD ve NATO) örneğin 1950’lerdeki gibi “yeniden” demir atması da mümkün görünmemektedir. Türkiye’deki rejimin bu alandaki muhatapları gözündeki inandırıcılığı ve güvenilirliği bir yana ne ABD ne de NATO,  kendilerine angajmanı “1950’lerdeki gibi” olan bir Türkiye istemektedir.

Mayın eşeği onlara da lazımdır.

***

Artık işin iyice suyu çıkmış görünüyor.

Öyle ki Gezi’deki tahliye kararıyla Atlantik cephesine göz kırpan Türkiye, bundan 6-7 saat sonra Kavala’yı yeniden tutuklayarak bu kez öbür gözünü Avrasya cephesine kırpma gereği duyuyor…

Tabii, bunlar saçma şeylerdir; Gezi ve Kavala ile ilgili yargı kararlarının Türkiye’nin dış ilişkileriyle belirli bir bağlantısı elbette vardır; ama bu kadar ve bu yakınlıkta değil! Gezi kararı ve Kavala olayı söz konusu olduğunda işin aslı, mevcut iktidar bloku içindeki çeşitli odakların birbirlerine karşı üstünlük kazanıp Reis’i yönlendirme yarışı içinde olmalarıdır.

“Pelikancılar…”

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve onu yemeye çalışanlar…

AKP’ye yanaşan eski “Ergenekoncular”…

Şurada burada hala oldukları söylenen eski Fetöcüler ve “Kemalistler”…

Havayı koklayıp icabında Davutoğlu’nun ya da Babacan’ın yanına gitmeyi planlayanlar…

Ve Reis’in kendisi...

İşler gerek dışarda gerek içerde öylesine karmakarışık bir noktaya gelmiştir ki Reis’in bir “Yetti lan!” narası patlatıp tüm ipleri yeniden ve hepsini sonuna kadar gererek elinde tutması da artık çok güç görünmektedir.

Böyle yuvarlanıp gideceklerdir…

Bu nedenle yapılacak analiz ve değerlendirmelerde taraflara değil de bileşke olarak ortaya çıkan süreçlere fazla “rasyonalite” biçilmesinin pek anlamı olmayacaktır. 

***

Gezicilerin beraatı ve Kavala’nın tahliyesinin de daha sonra yeniden tutuklanmasının da Erdoğan’ın bilgisi dışında tasarruflar olduğunu sanmıyoruz.

Gezi, özellikle Erdoğan’ın bir türlü yenemediği korkulu rüyasıdır.

Erdoğan gibi liderler bir isimle özdeşleştirip öyle referansta bulunamadıkları olgulardan korkarlar. Birine Bay Kemal, öbürüne Davutoğlu, berikine Fetullah, bir başkasına Soros vb. adlarıyla hitap ediyorsun da Gezi’ye ne diyeceksin?

Görebildiğimiz kadarıyla Reis kısa bir süre içinde “Ona da Osman Kavala demek gerektiğine” ikna edilmiştir…