Bir neoliberalizm eleştirisi

Yazının başlığı, haklı olarak, “neoliberalizm yıllardır eleştiriliyor; söylenecek ne kaldı?” tepkisine yol açmalıdır.          

Ne var ki, böyle bir eleştiri IMF’den gelmişse işler değişir; haber ve tartışma konusu olur. Zira, neoliberalizmi ülkelerimize, günlük hayatlarımıza sokan, uygulatan kurumların başında IMF gelir. Kendi dergisinde (Finance and Development, Haziran 2016’da); “Ölçüsü Kaçan Neoliberalizm” başlıklı bir makale üç IMF yetkilisinin imzasıyla yayımlanınca, merak, sorgulama peşinen başlar:  “Özeleştiri mi? Hangi dozda?”

Üstelik yazarlar, (J.D. Ostry, P. Loungani ve D. Furceri) bu tür makalelerde sık rastlanan “buradaki görüşler kişiseldir” notunu eklememişler. İkisi, IMF’nin araştırma bölümünde yönetici konumdadır. Makalenin, IMF yönetimince de (en azından sessizce) onaylandığı anlaşılmaktadır.

Bu nedenle bu kısa makale, dış ve iç basında hızla haberleştirildi; tartışılmaya başlandı. Ben de kervana katılıyorum.

IMF’ye göre neoliberalizmin iki ayağı

Üç IMF görevlisine göre, neoliberalizm iki ayak üstünde durur: Rekabetin artırılması ve devletin küçültülmesi…

Artan rekabet nasıl sağlanır? Kuralsızlaşma ve iç piyasaların, finansın dış rekabete açılması ile…

Devletin küçültülmesi ile ne kastediliyor? Özelleştirme, kamu açıklarının ve borçlarının sınırlanması…

Bu açıklamalar bir tanım mıdır? Eskilere göre, tanım, “efradını cami; ağyarını mani” olmalıymış. Yani söz konusu “şey”, tüm öğeleri içerilmiş; ona ait olmayan hiçbir şey kapsanmamışsa tanımlanmış olur. IMF makalesi, “kuralsızlaşma” ile bölüşüm ilişkilerinin, tamamen piyasaya teslim edilmesini (örneğin işgücü piyasalarının tam esnekleştirilmesini) de kastediyorsa, bildiğimiz neoliberalizmin önemli bir öğesini de  içermiş olur.

Buna karşılık, IMF yetkilileri, neoliberalizmin “devletin küçültülmesi” programını üç öğeye (özelleştirmeye, kamunun açıklarına, borçlarına) indirgiyorlar.  Bu, bildiğimiz neoliberalizmin önemli bir bölümünü içermemektedir: Refah devleti/sosyal devlet  düzenlemelerinin, sosyal güvenliğin  ticarileşme, metalaşma süreçlerine devredilmesi; giderek tasfiyesi yer almamaktadır.

Yani, makalede neoliberalizm eksik kapsanmıştır.     

Ben, neoliberalizmi, sermayenin sınırsız tahakkümünü hayata geçirme programı olarak tanımlıyorum. Bu tanım, amaçtan, amaçlardan hareket etmektedir. IMF makalesindeki neoliberalizm ise, araçlar (artan rekabet, küçültülen devlet) sayılarak açıklanıyor.

Peki, amaç nedir? Bu araçları, politikaları kullanarak  neoliberalizm neyi hedeflemektedir?

Makalenin başlangıcında yanıt yoktur. Sonuna doğru anlıyoruz ki iki amaç söz konusuymuş: Büyüme ve gelir dağılımı… Yani, neoliberal politika araçları (yani piyasa mekanizmasının genişletilmesi ve devletin küçültülmesi); IMF tarafından gelir dağılımını düzelteceği ve artan büyüme sağlayacağı için önerilmiş, hayata geçirilmiştir.

Büyük boyutlu bir toplumsal mühendislik uyguladılar. Bu iki hedef gerçekleşti mi? Makaleye bakalım.

İki aksama: Serbest sermaye hareketleri ve kemer sıkma

IMF yetkilileri, makalenin başında çerçevesini çizdikleri neoliberal programın sadece iki öğesini tartışıyorlar: Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve kamu maliyesinde kemer sıkma…

Makale, sermaye hareketleri içinde, sadece doğrudan yabancı yatırımların büyümeyi besleyebileceğini kabul ediyor. Bu yatırımları ayrıştırmıyorlar. Önemli bölümlerinin (satın almalar, özelleştirmeler gibi) ulusal varlıkların sadece el değiştirmesinden  ibaret olduğuna  değinmiyorlar.

Yazarlar, buna karşılık, banka kredilerinin, portföy yatırımlarının, özellikle sıcak para akımlarının büyüme süreci üzerindeki net etkilerini olumsuz görmektedir. Ana neden, sermaye hareketlerinde dalgalanmaların finansal krizlere yol açmasıdır. Bu krizler büyümeyi aksatmakta; orta dönemdeki eğilimini aşağı çekmekte; ayrıca, eşitsizlikleri de artırmaktadır.

IMF, başlangıçta, sermaye hareketlerinde sınırsız serbestleşmenin ödünsüz savunucusuydu. Finansal krizlerin sıklaşması, ağır sonuçları doktrinde revizyona yol açtı. Sermaye hareketlerindeki çalkantılara karşı öncelikle döviz kuru ve finans politikalarıyla önlem alınması; son çare olarak da sermaye hareketlerinin geçici olarak denetlenebileceği önerildi. Makalenin yazarları daha ileri gidiyorlar: “Sermaye hareketlerinin denetlenmesi bazen tek seçenek olabilir.”

Gelelim, IMF’nin ünlü “kamu maliyesinde disiplin” tutkusuna…  IMF’nin ana sözleşmesine göre üye ülkelerle imzalanan geleneksel stand-by ve kredi anlaşmaları, ciddi bir ödemeler dengesi krizinde gündeme gelir. Krizin kaynağı dışsal veya içsel  olabilir. İç dengesizlikler de özel sektörden veya kamu maliyesinden kaynaklanabilir.

IMF nedenlere bakmaz; ödemeler dengesindeki uyum yükünü tamamen kamu sektörünün üstüne yıkar. Kredi anlaşmasını, öncelikle devlet bütçesinde kemer sıkma koşuluna bağlar. Kemer sıkma ölçütleri de insafsızdır: Sadece bütçe açıklarının aşağı çekilmesi değil; geçmişin normal dönemlerinde birikmiş olan devlet borcunun da adım adım eritilmesi hedeflenir. Faiz dışı bütçe fazlası ve kamu harcamalarında kısıntı hedefleri abartılı ise milli gelir daralır; bütçe fazlası/milli gelir oranı tutturulamaz; hatta, artabilir. Bir kısır döngü oluşur.

IMF bu acı reçeteyi, 1980 sonrasında Latin Amerika’dan Doğu Asya’ya; Kuzey Afrika’dan Avro Bölgesi garibanlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada ısrarla uyguladı; ekonomik bunalımların derinleşmesine; siyasi krizlere, hükümetlerin devrilmesine katkı yaptı.

Bu son makalede ihtiyatlı bir özeleştiri yer alıyor. Yazarlar, ülke deneyimlerine bakıyorlar ve belirliyorlar ki, “ekonomiyi genişletici kemer sıkma” senaryosu geçersizdir. Kamu maliyesinde kemer sıkma, milli geliri aşağı çekmekte; üstelik gelir eşitsizliklerini artırmaktadır.

Bu saptamadan hareketle geleneksel reçetenin iki doğrultuda düzeltilmesini öneriyorlar: Kamu maliyesinde hareket serbestliği olan (yani yüksek bütçe açığı göstermeyen) ülkelerde kemer sıkma ısrarı gereksizdir. IMF’nin acı reçetesi, örneğin, dış piyasalardaki  bozulmalar nedeniyle ihracat gelirleri düşen veya dış açıkları özel sektör borçlanmasından kaynaklanan ülkelerde uygulanmamalıdır.

Yazarlar, ikinci olarak da, kamu borcunun milli gelire oranının kemer sıkma yoluyla eritilmesine (geçmiş IMF reçetelerinin bu öğesine) de karşı çıkıyorlar: “Borç oranlarının büyüme yoluyla indirilmesi, geçmişte yeterince savunulmadı.”

Yine de, yüksek bütçe açığı veren ülkeler için mali disiplini gerekli görmekte ısrar ediyorlar. Çünkü, finans kapital son sözü söyler ve “piyasalar bunların daha fazla borçlanmasına izin vermez.”  

Kamu açığı bir dış dengesizlik yaratmamışsa, olağan çözüm ulusal parayla iç borçlanmadır ve IMF’nin müdahalesi söz konusu olmamalıdır. Avro Bölgesi krizi farklıdır; IMF müdahale etmiş ve çok kötü şeyler yapmıştır.  Makale, tahmin edileceği gibi,  bu bilançonun eleştirisini içememektedir.

Sonuç: Hayal kırıklığı

IMF yetkilileri uzmanları inceledikleri neoliberal politikaların bilançosunu şöyle bağlıyorlar: “Hayal kırıcı üç sonuca ulaşılmaktadır: (1) Büyümeyi yükseltecek katkılar şüphelidir. (2) Eşitsizlikler açıkça artmaktadır. (3) Eşitsizliklerin artışı büyümeyi de olumsuz etkilemektedir.

Sonunda keşfetmişler ki, yıllarca önerdikleri, uygulattıkları politikaların önemli bir bölümü, tam ters sonuçlar vermiştir.  O zaman büyüme, bölüşüm amaçlarının tam tersini gerçekleştiren neoliberal model, sadece araçlardan ibaret bir “hilkat garibesi” olmaz mı? İnsanlara, halklara sadece eziyet veren bir dizi politika… Bu uluslararası kurum da, masum olduğu bilinenlere işkence  etmekle yükümlü Sansaryan Han, Emniyet’in Birinci Şubesi gibi bir şey…

Yazarlar, eleştirilerinin “neoliberal gündemin tümüne ilişkin olmadığını” ifade ediyorlar; ama bu mazeret yeterli bulunmuyor. Bu nedenle büyük finans kapitalin önde gelen sözcülerinden Financial Times, 30 Haziran tarihli başmakalesinde IMF’yi sanık sandalyesine oturtuyor:

IMF’nin neoliberalizme bu saldırısı çok tehlikelidir. Dünyanın çeşitli yörelerinde, neoliberalizm karşıtı kampanyalara öncülük yapan  baskıcı rejimlere destek sağlamaktadır. Buralarda devletin tüm  gücü kullanılarak, insanların israfçı ekonomik politikalara ve aşırı eşitsizliğe mahkum edilmesini kolaylaştırmaktadır. [Neoliberalizmi] eleştirme modasına özenmekle IMF, beyzbol kasketini ters takan orta yaşlı bir adam gibi demode olmaktadır.”

Hangi baskıcı rejimler? Neoliberalizmin “Güney” coğrafyasındaki ilk laboratuvarı olan Pinochet Şilisi mi?

Nerelerdeki aşırı eşitsizlik? Neoliberal “şok tedavi” sonunda, devlet mülkiyetini topluca oligarklara aktaran Yeltsin Rusyası mı?