Bir 'millet' geliyor

Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik harekatı son bir haftanın en önemli gündemi. Anlık haberlerin birbirini izlediği böylesi bir gündemde, haliyle, sıcak siyaset tartışmaların yoğunlaştığı alan oluyor. Öte yandan, tıpkı Suriye harekatının sadece Suriye’yle ilgili olmayıp aynı zamanda ülke siyasetiyle ilgili olması gibi, atılan adımlar da sadece siyasetle değil, aynı zamanda ideolojik hegemonyayla ilgili.

Zaten harekatın bir haftalık seyrine baktığımızda, ideolojik hegemonya mücadelesini işaret eden performansları görmek de mümkün. Örneğin, Akit gazetesi cephede savaşan kahraman askerin tüm maaşını boşandığını eski eşine nafaka olarak ödemesinin göz yaşartıcı dramını sayfalarına taşıyarak, savaş konjonktüründe kadın haklarına saldırı fırsatının nasıl kullanılacağını gösterdi. 

Bir başka örnek, cepheye cihatçı militanları taşıyan araçların plakalarının “82 TC 1453”, “83 TC 1071” şeklinde seçilmesiydi. Böylelikle, Osmanlı geçmişinin muhayyel şanının, savaş merceğinin güçlü yansıtma efektiyle birlikte, toplumsal yaşam üzerindeki hakimiyeti sağlanmış olacaktı. 

Elinde balta ve kılıçlarla sınır hattına konuşlanmış gazeteciler, asker selamı çakan futbolcular, bir türbe gibi sınır noktasını ziyaret edip fotoğraf veren ünlüler; bunlar ve daha birçok örnekte gördüklerimiz, aynı zamanda içeriye dönük bir hamle olan Suriye operasyonunun esasında bir tür ideolojik hegemonya inşasıyla birlikte düşünülmesi gerektiğini gösteriyor.

Bunun bir tesadüf olmadığı, AKP iktidarının kendine özgü bir tarz olarak geliştirip uygulamaya koyduğu bir ideolojik stratejiden kaynaklandığı, Türkiye’nin ana muhalefetinin basiretsizliğinin de esasen buna mukabil bir stratejiye sahip olmamaktan doğduğu ise açık olmalı.

***

“AKP iktidarının kendine özgü bir tarz olarak geliştirip uygulamaya koyduğu ideolojik strateji” derken neyi kast ediyoruz? Biraz açmaya çalışalım.

Türkiye’de siyasal islamcılığın kendini ideolojiler alanında temsil etme biçimi her zaman sorunlu bir uğraş olagelmiştir. Kuruluşu itibarıyla Türkiye, pratikteki karşılığı ne olursa olsun, ulusun bir din içerisinde değil, dinin bir ulus içerisinde tanımlandığı modernist/batıcı yaklaşımı referans alan ülkelerden biri olmuştur. Haliyle, bu tür bir zeminde din temelli siyasal hareketler ya ana yatak olarak ulus nosyonunu kabullenip dinsellik halesini zayıflatmak ya da şarkiyatçı bir yaklaşımla geçmişin simgesel yüceltimine abanarak gündelik yaşamda meczuplaşmak arasında sıkışmıştır. Daha doğrusu, bu arada kalmışlık hali içinde emperyalizmin ve sermaye sınıfının ihtiyaçlarını karşılamakla sorumlu bir aparat olarak görülmüş, hatta güdülmüştür.

AKP iktidarının ideolojik hegemonya stratejisinin temeli de buradan hareket etmiş ve söz konusu arada kalmışlığı tersine çevirerek aşacak bir tarz üretmiştir. Daha açık bir ifadeyle, AKP’nin stratejisi, ulusu din içerisinde tanımlamayı ve inşa etmeyi merkeze almaktadır. Bu anlamda, popüler söyleminde ne kadar yer tutarsa tutsun ve bu söylemin kapasitesinden uluslararası ilişkiler alanında ne kadar yararlanırsa yararlanırsın AKP bir “ümmet” değil, bir “yeni ulus inşası” stratejisini sürdürmektedir. 

Meseleye böyle bakınca, ideolojiler alanındaki performansların hepsinin tutarlı bir biçimde bu yeni ulusun, yani “millet”in inşasına hizmet ettiği veya ettirildiği görülecektir. Sunulan tahayyülde “millet”, geçmişin İslam geleneğinden gelen şanın ve gücün şimdiki zamana yansımış halidir. “Millet”in değerleri ve hassasiyetleri İslam dışı kaynaklardan değil, bizzat İslam’ın toplumsal ve kültürel dünyasından beslenmiştir. İslam, modernist paradigmanın suçladığı gibi geri kalmış değil, bambaşka ve orijinal bir medeniyet projesidir. İslam ve onu temsil eden medeniyet bu toprakların kime ait olduğunu açıkça göstermeli, bu medeniyetle özdeşleşenler kadar özdeşleşmeyenleri de sarih biçime işaretlemeli, böylece “millet”in inşasını yegane kaynak olarak üstlenmelidir.

Görüleceği gibi, karşımızda duran strateji, hem kültürel temsillerin hem de toplumsal değerlerin yeniden üretimi açısından tipik biçimde şarkiyatçılık barındırmaktadır. Ancak, AKP’nin özgün tarzı, bu şarkiyatçılığı utangaç biçimde taşımak yerine bir sembolik meydan okuma olarak, bilinçli biçimde temsil etmektir. Bilinçli şarkiyatçılığın ve meydan okumanın şiddeti, “millet” inşasının hızını ve kapsamını da belirleyecek bir işlev üstlenmektedir. Üstelik, bu strateji AKP iktidarı açısından o derece merkezi bir yer tutmaktadır ki, ekonomiden sanata kadar tüm alanlarda yollar dolaylı ya da dolaysız biçimde yeni ulus inşasına çıkarılmakta, her girişimden bir de bu yönde fayda sağlanmaya çalışılmaktadır.

Kendini geçmişle yüceltmiş, harcını dinden karmış, ötekinin gözündeki şarkiyatçı imgeyi arzuyla kuşanmış bir “millet” gelmektedir.

İşte, Suriye harekatı da bundan azade değil. Yukarıda saydığımız birkaç örnek bile, harekatın, ülke içindeki siyasal ve toplumsal muhalefeti kontrol altına almaktan, düzen aktörlerini bir “milli nizam” içtimasına çekmekten ve son yerel seçimlerde yaşanan hezimeti kadükleştirmekten daha fazlasını hedeflediğini gösteriyor. Harekat sırasında ve sayesinde, ulusun din içerisinde inşasının söylemsel ve toplumsal hamleleri tüm ülke sathına yayılıyor. Kadın düşmanlığından “fetih” süslü yayılmacılığa kadar yeni ulus inşasının ve “millet” tahayyülünün kodları savaş konjonktürünün çarpıcı şiddetiyle hakim hale getiriliyor. Sadece ülke siyaseti değil, ideolojiler alanı da yeni ulus inşasına uygun olarak biçimlendiriliyor.

***

Yazının başında düzen muhalefetine de değindik. Yazıyı da öyle bitirelim.

Türkiye’de düzen muhalefetinin temel ve aynı zamanda ona her kritik kavşakta AKP karşısında diz çöktüren sorunu, AKP’nin sahip olduğu stratejiye karşılık gelecek bir alternatif stratejiden yoksun olmasıdır. Diğer bir deyişle, bir yeni ulus inşası stratejisine sahip olan AKP’ye, alternatif bir inşa yaklaşımıyla karşı çıkılamaması, AKP’nin “millet” tahayyülünün sınırları ve imkanları içinde kalınması, haliyle siyasal ve toplumsal menzilinin Saray Rejimi’nin ötesine geçememesidir esas sorun.

Bu, biraz da düzen muhalefeti olmanın esasıdır zaten. 

Tarihte olduğu gibi, günümüzde de kurtuluşun ve özgürlüğün hep radikal olana, kural dışı olana, düzen dışı olana ihtiyaç duyması bundandır.