Bir Migros işçisinin mektubu…

Aslında biz işçi olarak hep birlikte beraberlik içinde birlikte hareket edersek güçlüyüz. Ama bunu yapamıyoruz.

Maalesef ki günümüzde hat safhada olan ekonomik kriz ile biz işçiler nasıl baş etmeye çalıştığımızı, işsiz kalmamak için neleri göz ardı ettiğimizi ne koşullar altında çalıştığımızı bir Migros çalışanı olarak, yaşadığım birçok olayı anlatıp sizlerle paylaşmak isterim. Her ne iş olursa olsun herkes bir hayal ile başlar: yükselmek ve emeğinin karşılığını almak. Amaçları her görüşmede ne kadar onlar bizi seçiyormuş gözükseler de aslında bizim onları seçmemiz için süslü püslü tam da bizim duymak istediklerimizi anlatıp etkilemek isterler bizi.  Çünkü onların bize her zaman ihtiyaçları var. Ekonomik kriz yüzünden üniversite mezunu olup en güzel bölümü bitirmiş ve işsiz kalıp bir market işçi alımı görüşmesinde olmak aslında nasıl bir durumda olduğumuzu anlatıyor. Emeğimizin karşılığı olan şeyleri bize öyle bir vaatlerle anlatıyorlar ki yol+yemek+sigorta+dolgun maaş+prim vesaire vesaire. Ama zaten olması gereken de bu değil mi? Emeğimizin karşılığı, ama onlar hep bunu bir lütufmuş gibi altın bir tabakta sunuyorlar.

Artık öğrendik ki, bizi bölmek onların oldukça deneyimli olduğu bir şey. Her iş ortamında bir gruplaşma vardır. Müdürün daha çok sevdiği veya diğer çalışanlarından kayırdığı birisi. Buna işbirlikçi de diyebilirsiniz müdüre yaranmaya çalışmak da veya çalışma ortamında olan şeyleri müdüre yetiştirmek. Hep bu tarz kişiler vardır ve bu tabii ki müdürün hoşuna gider ve onu diğer çalışanlarından ayrı tutar. Tam da böyle bir mağazada çalışıyordum. Müdür sürekli o kayırıp ayrı tuttuğu çalışanın ağzının içine bakıp ne isterse onu yapıyordu. Aralarında bir çıkar ilişkisi vardı kısaca. En kötüsü de diğer çalışanlar ne yaparsak yapalım yaranamıyorduk. O süreçte sürekli müdür tarafından mobbinge maruz kalıyordum. Ve benimle birlikte 4-5 çalışan arkadaşım daha aynı durumdaydı. Müdür hiçbir zaman çalışanın derdini dinlemezdi ve çözüm üretmeyen üretemeyen biriydi, hep tehditlere maruz kaldık. Tehditler sürekli "evine uzak bir mağazaya gönderirim, çalışma notuna düşük puan verip attırırım canımı sıkmayın " tarzındaydı. Bir iş arkadaşımızın mağaza kameraları ve müşterilerinin en yoğun olduğu zamanda müdürden karnına doğru bir yumruk yemişliği bile var. Aynı zamanda kadın çalışanlara yönelik uygulanan fiziksel ve psikolojik taciz de göz ardı edilemeyecek kadar fazladır.  Bu da Türkiye'de hem kadın hem de işçi olmanın karşılığında ödediğimiz bedellerinden biridir. Bazı arkadaşlarımıza depoda küfürler sarf edilmesi ve o kişinin işi bırakması için psikolojik dayatma da vardı. Öyle bir dayatma ki bu, kısaca anlatayım.  O gün sabahçıydım kasadan müşteri alırken müdür geldi ve beni aşağıladı, ağladım. Bir taraftan ürünleri kasadan geçerken diğer taraftan hıçkırarak ağlıyordum sonra müdür istediğini alınca çekip gitti odasına o sıra müşterinin beni teselli ettiğini hatırlıyorum. "Ağlama, her yerde var böyleleri" dediğini unutamıyorum. 5 arkadaş, içlerinde sendika temsilcisi olan bir arkadaşımız da dahil, müdür hakkında bölge müdürüne dilekçe yazdık. Müdürün istediği hiç sesini çıkarma her dediğini yap. Boyun eğ. Yapmazsan eğer kendi olduğu konumunu kullanıp seni başka mağazaya ve en kötüsü senin ekmeğin ile oynayıp kolaylıkla işten attırabiliyordu. Dilekçemizde anlattık derdimizi, birkaç gün sonra gelen bölge müdürü birimizi bile çağırıp bizimle konuşmadı. En azından bir kişiyi çağırıp "derdinizi anlatın çözelim" diyebilirdi. Olay, Migros’ta örgütlü satılmış sarı sendikaya kadar gitti. Bir hafta sonra sendikadan 3-4 kişiyi yalandan geldi. Bu süreçte o bir hafta boyunca bize işkence gibi geçti. Geldiler, dinler gibi yapıp "biz halledeceğiz merak etmeyin "diyerek gittiler. Biz mutluyduk bu sözler karşısında çünkü bu kadar şeye rağmen o müdürün işten atılmasını bekliyorduk haklı olarak. Ama biz bunu bir umutla beklerken 5 kişiyi başka mağazaya göndermekte buldular çözümü. Bazılarımız bu haksızlığa dayanamadı çıktı ve maalesef ki bazılarımız mecburiyetten hâlâ çalışmak, bu durumlara katlanmak zorunda kaldı.

Her zaman en üst yöneticiye de gitsen derdini anlatsam hep birbirlerine kollarlar, çünkü sen aşağı sınıfsındır, sömürürler en kolayı budur. Ve anladım ki ezilen hep biz işçiler oluyoruz. Mesela yıllık izin hakkın sana tanımış bir hak ama istediğin ayda çıkamazsın. Plan hiç bir zaman yapamazsın. İstediğin gün kadar kullanamazsın. Neden? Çünkü hep bir eleman eksikliği vardır ve genelde iki işçinin yapması gerekeni tek işçiye dayatırlar. Envanter olduğu zaman bir gün sonra dinlenmen lazımken eleman yoksa çağırırlar mağazaya. Sen yemekteyken ve kasa yoğunken kasada başka çalışanlar geçiyor onun hatası yüzünden çıkan eksi para maaşından kesiliyor. Yemekler plastikte gelir çünkü senin sağlığın umurlarında değildir. Eleman eksikliği mi var hemen mesaiye bırakırlar sana sormak bile yok. Sen işçisin kölesin çalışmak zorundasın her denilen şeye tamam demek zorundasın. Vaat ettikleri şey ise mesai ücreti değil, fazla çalışmanı sana  ek izin saati olarak veririz diyorlar.  Peki ne oluyor? Aradan zaman geçince de sistem o mesaiye otomatik siliyor ve bu sefer neden söyleyip kullanmadın diyorlar. Söylediğin zaman ise hep aynı laf "eleman yok". Aslında çözümü çok basit eleman almak ama bu sefer maliyeti kurtarmıyor oluyor. Sen zaten iki kişinin yapması gereken şeyi yapıyorsun bunu biliyorlar. Bu yüzden çoğu arkadaşımız hasta ben dahil. Bel fıtığı, omurga kayması gibi seni günlük hayatta da etkileyen hastalıkların çıkıyor ortaya. Ama bu onları ilgilendirmiyor bile. Kaç kere belim tutuldu diye izin istedim vermediler haliyle ağlayarak akşama kadar çalışıp taksiyle eve gitmek yerine hastaneye gitmişliğim vardır. Doktor rapor yazar, işe geri geldiğinde asık bir süratle karşılarlar üstüne şöyle derler dalga geçer gibi "iyi yatıp dinlenmişsindir" ama ne kadar canının yandığını düşünmezler bile sen onlar için insan değil bir kölesin. Parasını alıyor çalışacak daha fazla çalışsın düşüncesindeler. Hâlbuki sen zaten emeğinin karşılığını alamıyorsun ki senin emeğinin karşılığı o değil zaten. Covid-19 zamanı insanlar Covid-19 ile baş etmeye, kendilerini korumaya çalışırken sen mağazaya gelen hasta müşterilerle temas edip hasta olduğunda ve bu durum sürekli yaşandığında kendine dikkat etmiyorsun olur. Kışın o karda soğukta araba beklersin dakikalarca saatlerce grip olursun kendine dikkat etmiyorsun olur. Çünkü müdürün altında şahsi arabası vardır ve senin durumunu bilmez, anlamaz ama konuşur buna hakkı var sanır. Vermek yerine hep almak isterler kısaca. Çalış ama hak ettiğini alma diye uğraşırlar. Vardiyaları, maaşları ve diğer söyledikleri verdikleri vaatler baştan aşağıya kandırmadan ibaret.

Aslında biz işçi olarak hep birlikte beraberlik içinde birlikte hareket edersek güçlüyüz. Ama bunu yapamıyoruz. Sürekli bastırılıyoruz. Kimse sesini çıkarmasın, çıkartamasın diye. Bize dayatılan bu tabuları yıkmalıyız. Artık "DUR" demeliyiz. Hiçbir şekilde emeğimizin karşılığını hiçbir yerde alamıyoruz. İstiyorlar ki hep biz verelim onlara ama susalım da bir taraftan hakkımızı istemeyelim susalım. Susmamalıyız sesimizi duyurmalıyız birlik olmalıyız biz işçiyiz, emekçiyiz. Tüm bunlara karşı bir olalım, birlik olalım. Türkiye İşçi Partisi saflarında örgütlenelim.