Bir Ekim Devrimi anması

“Ekim Devrimi ve Sosyalizmin Güncelliği Sempozyumu” 8 Kasım günü İstanbul’da gerçekleşti…

Ekim Devrimi’ni anma etkinliklerinin zaten her yıl yapıldığı, bu son etkinliğin üzerinden üç dört gün geçtiği, dolayısıyla bir kez daha üzerinde durma gereğinin neden duyulduğu sorulabilir.

Nedeni, daha doğrusu nedenleri şunlar: 8 Kasım etkinliği gerçekten bir “sempozyum” oldu; 1917 Ekim’ine uzanan süreç ve sonrası, konuşmacılar arasında akademiden gelen kimse olmamasına rağmen adeta “akademik” bir titizlikle değerlendirildi. Böyle bir titizlik vardı, evet, ama Ekim’e uzaktan ve “soğuk” bakış hiç mi hiç söz konusu değildi. Belki de daha önemlisi, “Ekim Devrimi’nin sönmez ışığı yolumuzu aydınlatıyor” türü sözler edilmediği gibi metalik metaforlara (çelik çekirdek-demir disiplin) başvurma gereği de duyulmadı.  

O zaman “yolumuzu aydınlatmıyor” mu?

Metalik metaforlar büsbütün değersiz mi?

Elbette değil; ancak Ekim Devrimi’nin özellikle günümüzün koşulları ve ihtiyaçları bağlamındaki güncelliğinin vurgulanması,  bu klasikleşmiş sözlerin ve metaforların ötesine geçen yaklaşımları gerektiriyordu. Sempozyum bu gereksinimin hakkını önemli ölçüde verdiği için başarılıydı ve önceki anma etkinliklerinden bu açıdan farklı bir yan taşıyordu.

***

Bu yıl anılan ve kutlanan, Ekim Devrimi’nin 97. yılıydı.

Ekim Devrimi’nin sonucu olan sistemin çöküşünden bu yana 23 yıl geride kaldı.

Şimdi, iddiamız ve vurgumuz şudur: İleride, dünyada olsun Türkiye’de olsun Ekim yolunda ve sosyalizm adına herhangi bir mesafe alınmamışken “Ekim Devrimi bu yıl geçmiştekilerden çok daha büyük bir coşkuyla kutlandı” türü haberler, gözlemler, yorumlar vb. duyarsak durup düşünmek gerekir…

Sanıldığı kadar “iyi bir şey” olmayabilir…

Dahası, şu ya da bu nedenle hakkı verilemeyen, hatta kendisinden giderek uzaklaşılan bir tarihsel pratiğin aynı zamanda “büyük bir coşkuyla” anılabilmesinde patolojik kimi yanlar olduğu bile söylenebilir.

Bir tek istisnayla: 2017 yılı, Ekim Devrimi’nin 100. yılıdır. Özel bir yıldır. Bu ülkede Ekim Devrimi’ni ve Leninizm’i sahiplenenlerin yapabilecekleri en iyi iş, bu büyük Devrim’in 100. yılını ülkeyi sosyalizme birkaç adım bile olsa yaklaştırmanın özgüveniyle ve hep birlikte kutlamaları olacaktır.

“Her zamankinden daha büyük bir coşkuyla” sözü ancak o zaman gerçek bir anlam taşıyabilecektir.

***

Sempozyum ile ilgili bir not daha:

Sunuş yapanların yaş ortalaması 45 civarındaydı. Aralarından en “eski” olanların 50, en “yeni” olanların ise 20 yıla yaklaşan mücadele geçmişleri vardı.

Dinleyicilere bakıldığında ise çoğunluğun 20’li yaşların ilk yarısında olduğu görülüyordu…

Nazım’ın hapishaneden Kemal Tahir’e yazdığı mektuplardan birinde değindiği gibi, bu mücadelede daha eski olanların “nesillerini idame ettirme” gibi bir uğraşları da vardır.

Ve bu uğraşın gerektirdiği de, genç kuşakları yapay-zorlanmış coşkularla gaza getirmek değil, coşkuyu ve kararlılığı tarihsel pratikten kendilerinin çıkarsaması ve yeniden üretmesi için gerekli ortamları oluşturmaktır.

Sempozyum, bu bakımdan da “iyiydi…”