Bir değerlendirme yazısı: Seçimler, sosyalist hareket ve TKP

Türkiye sosyalist hareketinin, teorik ve ideolojik gelişkinliğine karşılık siyasal alanın bir konusu sayılabilecek seçimler başlığında benzer “başarılar” ortaya çıkarabildiğini söylemek çok zor.
 
1960 öncesini bir yana bırakırsak, 1965 seçimlerinde yaklaşık %3’lük bir oy oranıyla Meclis’e 15 milletvekili sokarak büyük bir tarihsel başarıya imza atan Türkiye İşçi Partisi “çıkışı”, sosyalist hareketin tarihinde önemli bir yere sahip. Milli bakiye sisteminin uygulandığı, barajın olmadığı, 27 Mayıs sonrası ortaya çıkan siyasal zemin üzerinden bir toplumsallaşma yaşadığı tarihsel kesitin koşullarıyla düşünmek gerekir.
 
Fatsa’da 1979 yılında Terzi Fikri ile anılan Devrimci Yol hareketinden Fikri Sönmez’in Fatsa belediye başkanlığını kazanması, halk komiteleriyle yeni bir sosyalist yönetim anlayışını ortaya koyması, gerek sosyalist hareket için gerekse düzene bir tehdit olması açısından ayrıca belirtilmelidir.
 
Elbette başka örnekler de var. Örneğin TKP’li Beria Onger’in İstanbul’da 1979 bağımsız senatör seçimlerinde aldığı 22 bin civarında oyu böylesi bir okumayla değerlendirme içinde bulunabiliriz.
 
Bütün bu rakamları ve tarihsel örnekleri kendi bağlamından kopartarak ele almak büyük yanlışlara götürür. Dönemin siyasal dinamiklerini ve gelişmelerini, sosyalist hareketin başka örgütlenme biçimlerini ve güçlerini, sermaye düzeninin müdahaleleriyle birlikte bütün bu süreci tarihsel bir çerçevede ele almak gerekiyor.
 
Tek başına tarihsel örnekler değil güncel örnekler de var yakın geçmişimizde. Hatay’da, Tunceli’de, Artvin, Nevşehir ve İzmir gibi illerin bazı ilçelerinde sosyalistlerin yerel belediyelerde seçimleri kazandığı örnekleri hatırlatmakla yetineceğim. Hopa’da kazanılan belediye AKP’ye kaptırıldığı gibi bugün Ovacık ve Mazgirt belediyelerinde ise sosyalist yönetim anlayışı fedakarca işler yapmaya çalışıyor.
 
1980 sonrasında Kürt siyasi hareketinin seçimlerde de etkili olduğu iller ve seçim sonuçları biliniyor. Bunun yanı sıra 1999 seçimlerinde ÖDP’nin yaklaşık %1 gibi bir oranla 300 bine yakın oyu sosyalist hareket ve seçimler söz konusu olduğunda mutlaka hatırlanmalıdır. ÖDP’nin sonraki süreci ve seçim politikaları ise biliniyor.
 
1965 sonrası TİP’in seçim başarısı sonrası burjuva düzen seçim sistemini değiştirmiş, 12 Eylül sonrası Kürt siyasi hareketinin gelişimiyle birlikte bu seçim sistemi bir kez daha “elden geçirilerek” %10 gibi bir baraj getirilmiş, seçimlerde temsilde adalet ayaklar altına alınmıştı. Burjuvazinin düzeni, kendi iktidarı ve istikrarı için seçimler başlığında yaptıkları bunlardı. Seçim sisteminin de yetersiz kaldığı durumlarda 12 Eylül’de olduğu gibi neler yapabileceğini ise herkes biliyor. Bugün “ileri demokrasi” yalanları altında göz boyayan ve halkı kandıran sermaye düzeninin sarsıldığında neler yaptığını biz Haziran Direnişi’nden çok iyi biliyoruz.
 
Bütün bunlara baktığımızda sandık ve sokak ayrımına gidilebilir ve karşı karşıya konabilir. Ancak her iki siyasal düzlemin karşılıklı ilişkilerini ve bağımsız ağırlıklarını veri almadan siyaset yapılamayacağını net söylemek lazım. Bugün, seçimler daha önem kazandı ve sosyalist hareket geleceği için seçimleri birinci sıraya yazmalıdır görüşü ile buna karşı bükülen sandık boştur, sokaklarda halk hareketi ancak düzeni götürebilir görüşü arasında çin seddi aramak boşunadır.
 
Sosyalist hareket, mücadele belirlenimli değil siyasal belirlenimlidir. Bu siyasal belirlenim mutlaka mücadeleciliği kapsar ve sosyalist hareket sokak-sandık birliğini devrimci siyasal çizgisi üzerinden şekillendirir. Haziran Direnişi sonrası, bugün sosyalist hareketin neler yapması gerektiğini tartıştığımız ve yol almaya çalıştığımız bu günlerde bağımsız siyasal çizgisi ile ayrı bir yerde duran Türkiye Komünist Partisi’nin seçim deneyimlerine de ayrıca bakılması gerekmektedir.
 
80 sonrası Türkiye sosyalist hareketinin birlik denemesi olarak değerlendirdiğimiz ÖDP çıkışının örneğini yukarıda vermiştim. 2000’li yıllarda ise Türkiye sosyalist hareketinde öne çıkan hareketin Türkiye Komünist Partisi olduğunu tespit ederek başlamak lazım.
 
Türkiye Komünist Partisi, bu zaman diliminde, sosyalist solun temsiliyetini üstlenerek önemli bir odak haline geldi. AKP iktidarıyla birlikte düzende ortaya çıkan “gerici dönüşümün” yaratacağı dirençlere yönelik bir mücadele hattı şekillendirmesi bu büyümenin ve odak olmanın bam telidir. Türkiye sosyalist hareketinin genel bölmesi ise 12 Eylül faşizminden kurtuluş adıyla bu gerici yönelimi “tam boy” karşısına alacak bir siyasal perspektif içinde değildi. Kürt hareketi dahil... Kürt hareketinin kendi özgün durumu bu boşluklardan kendisini büyütmüş, sosyalist hareketin bir bölümü ise bu duruma yanaşarak varlığını sürdürme yolunu tercih etmiştir.
 
Türkiye Komünist Partisi, “Yağma yok, sosyalizm var” ve “Paranın saltanatı varsa Halkın TKP’si var” gibi örgütsel anlamda çok etkili, toplumsal açıdan ise ilgi çekici iki seçim sloganıyla kendini gösteren seçim çalışmaları yaptı. Bu dönem TKP’nin büyüdüğü ve yaygınlaştığı bir dönem olmuşken, sıkışan ve gerici dönüşümün gerilimlerinin arttığı dönemde ise toplumsal direncin ete kemiğe büründüğü bir zeminde TKP’nin siyasal niyeti ile siyasal etkisi arasında bir açı oluşmuştu.
 
Ülkenin siyasal ve toplumsal anlamda gerici dönüşümü sırasında ortaya çıkan “direncin” siyasal örgütlenmesi ile bu tepkinin oya dönüşebileceği varsayımı arasındaki açıdır bu.
 
TKP’nin 2000’li yıllarda zorladığı ve kırmaya çalıştığı toplumsallaşma sorunu, kendinden menkul bir anlama taşınan seçimlerde aranmaya başladı. “Sürüden ayrılma zamanı” ile “Boyun eğmeyen 500 bin kişi” seçim çalışmaları, büyüyen toplumsal tepkinin kapsanmasını değil, dışına düşülmesine neden oldu. Seçimlerde alınan sonuçların başarısızlığı açıktı ve bunun örgütsel sonuçları ve maliyetleri de beraber geldi.
 
Adlı adınca yazmakta beis görmüyorum. Türkiye’de AKP ile birlikte yaşama geçirilen gerici dönüşüme karşı gelişen toplumsal tepki görülmüş ancak bu tepkinin siyasal, örgütsel ve toplumsal olarak örgütlenmesi konusunda yanlış bir yöntem izlenmiştir. Bu yöntem, özü itibariyle, seçim odaklı olarak ve seçim politikası açısından “suni dengeyi kırma”ya benzetilebilir. Bu “suni denge”, “radikal” çıkışlarla ne yazık ki kırılamadı.
 
Oysa yapılması gereken farklıydı. Bir komünist partinin, bir sınıf partisinin siyaset yaparken mutlaka gerek ve yeter şartları önüne koyması, siyasal gücü ve etkisi arasındaki açıyı iyi ölçmesi, toplumsal olarak toplumun siyasallaşma eğrisi ile öncü örgütün müdahale kanalları arasındaki mesafeyi iyi belirlemesi gerekirdi. Toplumsal dinamikleri örgütlemesi, içinde devinmesi, temsiliyetini üstlenmesi, bir sınıf hareketine yaslanması, derinlemesine ve sürekli çalışmalardan ödün vermemesi başa yazılması gereken noktalar.
 
Arayışın, kısa yoldan kazanılamayacağı görüldü. Devrimci mücadele bir deneme yanılma tahtası değilse eğer, elde edilen kazanımların geliştirilmesi ve görülen yolda yapılması gerekenlerin nasıl bir strateji ile yaşama geçirilmesi önemli bir tartışmadır. Partiye dönüşmek ile örgüt gibi davranmak, kabaca söylersek...
 
Seçimlere bu şekilde bir müdahale toplumsallaşma kanalını açamaz mıydı sorusu ampirik olarak düşmüştür. Seçimlere girilmese miydi tartışması değil, nasıl olmalıydı üzerinden bir deneyim tartışması yapılmaktadır.
 
Bugün ülkemizde gerici ve emek düşmanı bir rejimde toplumsal sorunlar daha da birikiyor. Bu zemin üzerinden sosyalist hareketin toplumsal dinamikleri örgütleyecek bir perspektife ve yoğunlaşmaya ihtiyacı bulunuyor. Halkın taleplerinin temsiliyetini üstlenecek bir siyasal mücadele hattına omuz verilmesi ve bu hareketin yaratılması için güçlerin birleştirilmesi önceliklidir.
 
Bu gerek şarttır. Bunlar yapılmadan ve bu mücadele hattı örülmeden patinaj kaçınılmazdır.