Bir de cinsel taciz sorunumuz var!

Türkiye’deki kimi ilerici ve sol partilerde ortaya çıkan “taciz” olayları son dönemde medyada sıkça yer buldu.

Söz konusu olaylar “cinsel taciz” olarak tanımlanıyor ve öyle biliniyor.

Başka bir vesileyle gene Türkiye’nin gündeminde olan “İstanbul Sözleşmesi” (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) cinsel taciz fiiline ilişkin bir madde içeriyor (Madde 40). Buradaki tanıma göre cinsel taciz, cinsel içerik taşımak üzere muhatabınca istenmeyen, sözlü, sözlü olmayan ya da fiziksel bir davranıştır. Bu tür davranışlar, özellikle baskıcı,  düşmanca, aşağılayıcı, küçük düşürücü ya da saldırgan ortamlar yaratarak kişinin onurunu zedeleme amacına yöneliktir ya da fiilen bu sonucu verir.

Sözleşmelerde yer alan tanımların ötesine geçersek, kritik olan nokta, böyle durumlarda failin niyetinin değil mağdurun durumu nasıl algıladığının esas alınacak olmasıdır. “Cinsel taciz” olarak tanımlanan fiiller büyük çoğunlukla tek yönlü olduğundan bu son söylenen genellikle “kadının beyanı esastır” diye bilinir.

Konu kuşkusuz çeşitli boyutlara sahiptir.

Meramımızın anlaşılması için özellikle “basit” örneklerden hareket edeceğiz. 

***

Mağdurun duruma ilişkin algısının esas alınacak olması, vaki bir şikâyet üzerine olayın her durumda ve koşulda araştırılması zorunluluğuna işaret eder. Başka bir deyişle mağdurun beyanının esas alınması, kendi başına, ortada bir ihlal olduğu ve faile yaptırım uygulanması gerektiği anlamına gelmez.

Örneğin “failin” bir kişiye akşam yemeğe çıkmayı teklif etmesi ya da “çok güzel olduğunu” söylemesi söz konusu kişi tarafından bir tür taciz olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda “mağdur edildiğini” düşünen kişi faile kendisinin verdiği yanıtı yeterince caydırıcı saymıyorsa belirli yerlere şikâyette bulunabilir.

“O yerler” böyle bir beyan üzerine konuyu gündeme almak zorundadır; bu konuda herhangi bir tartışmanın olmaması gerekir.

Ne var ki, örneklenen bu durumda yapılabilecek tek iş, “faile”, kendisi ne düşünüyor olursa olsun,  bu tür teklif ve sözlerin mağduru rahatsız ettiğini ve tekrarlanmaması gerektiğini hatırlatmak olabilir.  Bir insana, sadece ve sadece bir başkasını yemeğe davet ettiği ya da o insanı beğendiğini söylediği için “cezai yaptırım” uygulanmasının saçma bir tasarruf olacağı herhalde açıktır. 

Yeter ki yemek teklifine ya da komplimana, Sözleşme’nin 40. Maddesinde belirtilen “ortamlar” eşlik etmesin.

***

Şimdi, asıl konuya gelebiliriz.

Bizim hiç anlayamadığımız husus, sosyalist, sol, ilerici vb. örgütlerde “böyle şeylerin” olmasına şaşıranların ve “neden oralarda da oluyor” diye soranların çıkmasıdır.

Görüldüğü kadarıyla pek çok kişi, belirli örgütlere katılan insanların “tanım gereği” kimi olumsuzluklardan arındıkları ya da örgütün bu insanları “dönüştürmüş” olması gerektiği düşüncesindedir. Bize göre büyük ölçüde naif ve apolitik bir düşüncedir. Sosyalizmin ilk evresi nasıl kapitalizmin “doğum lekelerini” taşırsa (Marx); kapitalist bir toplumdaki örgütlerin de insanlarıyla, o toplumun doğumun da ötesindeki pek çok lekesini taşıması kaçınılmazdır. 

“Islah-ı nefs”, siyasal örgütlerin üyelerine yönelik olarak gündeme alabilecekleri bir konu olamaz. En fazla, insan ilişkilerinde istenmeyen, kaçınılması gereken tutum ve davranışlar konusunda genel eğitimler verilebilir; insanlardan birtakım etik ilkelere ve kurallara uymaları istenir. Bunu izleyen özel bir “takip ve denetim” işlevi olamaz. Bundan sonrası, ihlal olaylarının üzerine titizlik ve kararlılıkla gidilmesinden ibarettir.   

O halde, cinsel taciz gibi durumlarda sorgulanması gereken, belirli örgütlerde  “böyle şeylerin” nasıl olabildiği değil, beyan üzerine herhangi bir soruşturma yapılmaması, iddianın gerçek olduğu hallerde olayın örtbas edilmesi ve faile herhangi bir yaptırım uygulanmamasıdır.

Yok, eğer olay örtbas edilmediği, tersine üzerine gidildiği, soruşturma yapıldığı ve sonuçta yaptırım uygulandığı halde sular bir türlü durulmuyor, “(…) gibi örgütlerde böyle şeyler nasıl olur” yakınmaları üstelik kampanyaya dönüştürülerek sürüp gidiyorsa, burada durup düşünmek gerekir.

Siyasal örgütler, siyasal hedeflerinin yanı sıra (hatta onların öncesinde) insanları ıslah edecek, dönüştürecek, Rahmetov tipi “yeni insanı” yaratacak, bu arada örneğin “erkeği öldürecek”, vb. vb. ortamlar olarak görülüyorsa, o zaman hep birlikte “örgüt fetişizmi” yapalım olsun bitsin…