"En ağır can kaybının saldırganların hedeflerinden Bataclan konser salonunda olduğu anlaşılıyor. Fransız yetkililer konser salonunda yaklaşık 100 kişinin öldüğünü duyurdu. Rehin alınan bazı kişiler ise polis operasyonunda kurtarıldı. Kentin diğer kesimlerinde düzenlenen saldırılarda ise en az 40 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. Ancak toplam sayı net olarak resmi makamlarca teyit edilmiş değil. Altı bölgede düzenlenen saldırılara karışanların zanlıların hepsinin öldüğü söyleniyor. Ancak saldırganların sayısı konusunda da net bilgi yok. 'Sorumlulara karşı acımasız bir mücadele yürüteceklerini' söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, ülke genelinde olağanüstü hal ilan etti ve Fransa'nın sınırlarını kapattığını açıkladı."[1]
Bu haberi hatırlıyor musunuz? Özellikle son birkaç yıldır neredeyse her haftaya / güne bir saldırı / patlama düştüğünden soruyorum: Hatırlıyor musunuz? Nazım'a “Hangi şaraba benzer? / Paris. / İlk bardağı içersin / buruktur, / ikincide dumanı vurur başına, / üçüncüde mümkünü yok masadan kalkmanın. / Garson bir şişe daha getir! / Ve artık nerde olsan, nereye gitsen / Paris’in ayyaşısın iki gözüm,” dizelerini yazdıran; Grande Arche, Zafer Anıtı, Şanzelize, Concorde Meydanı, Louvre Müzesi, Eyfel Kulesi, Moluen Rouge ve nice görkemli mekânlarıyla kültür, sanat, moda ve romantizm şehri Paris'te yüzü aşkın sayıda insanın katledildiği günü, ortalığı kana bulayan teröristleri durdurmaya V. yüzyılda Attila'yı şehri yıkmaması için ikna ettiğine inanılan Azize Geneviève'nin ve şehrin füsunkâr gücünün yetmediği günü anımsıyor musunuz?
13 Kasım 2015'ten bu yana yaşanan türlü sıkıntılar, patlamalar, kayıplar unutturmuştu bunu bana. Lakin elime aldığım bir kitap o kanlı günü ve acının mekânsızlığı ile zamansızlığını anımsattı yeniden. "Nefretimi Alamayacaksınız"ın hem yazarı hem de kahramanı olan Antoine Leiris'in acısının, korkularının, aşkının, kaybının bizimkilerden farklı olmadığını gördüğümde sevginin de nefretin de evrenselliğini hissettim yüreğimde. Çok sevdiği eşi Hélène’i o kanlı gecede yitiren Antoine'in on yedi aylık oğulları Melvil için nasıl ayakta durduğunu, hayatına devam etmek için ne denli çabaladığını okudukça içim ürperdi.
"Hayır, sizden nefret ederek size bu hediyeyi vermeyeceğim. Aslında hak ediyorsunuz ama eğer nefretinize öfkeyle cevap verirsem, sizi bu hale getiren cahilliğe yenilmiş olurum. Korku duymamı istiyorsunuz, bu şehirde yaşayan diğer insanlara güvensiz gözlerle bakmamı istiyorsunuz,
özgürlüğümü güvenliğim uğruna feda etmemi istiyorsunuz. Kaybettiniz. Oyuncu hâlâ oyunda. (...) Oğlumla birlikte iki kişiyiz ama dünyadaki tüm ordulardan daha güçlüyüz. Ayrıca size ayıracak vaktim de yok, uykusundan uyanan Melvil'le ilgilenmem gerekiyor. Melvil henüz on yedi aylık, her gün olduğu gibi yemeğini yiyecek, her gün olduğu gibi oyun oynayacağız ve bu çocuk hayatı boyunca mutlu ve özgür olarak size hakaret edecek. Çünkü hayır, onun da nefretini alamayacaksınız." (Leiris 2016: 53-54)
Sade ama oldukça akıcı bir üslupla yazılmış olan kitap acının en saf halini ortaya koyarak evrenselliğe ulaşıyor. "Yürekten bağlı oldukları yıldızın yardımı olmadan, birbirlerini tek başlarına büyüten bir baba - oğulun hikâyesi," (Leiris 2016: 42); "Bir daha asla doğmayacak Ay'ın hikâyesi," (Leiris 2016: 73) bu topraklarda yankılanıyor; anasını, bacısını, kardeşini, aşkını, evladını benzer kötülüklerle yitirenlerimizin hanelerine ayna tutuyor.
Ah, kayıplarımızın acısını en derinimizde saklı tutarak emperyalistlerin dünya halklarının başına bela ettikleri gruplara, bu örgütleri mali, askeri, siyasi, lojistik açıdan besleyenlere ve şakşakçılarına, timsah gözyaşları dökenlere karşı ayakta duracağız. Nitekim geride kalan çocuklar Leiris'in söylediği gibi hayatları boyunca mutlu ve özgür olarak onlara hakaret edecek.
*Nefretimi Alamayacaksınız, Antoine Leiris, Çev: Melisa Leclère Muratyan, Kafka Kitap, Kasım 2016
[1] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151113_paris_saldiri