Bir alanda geçmişe dönme gerekliliği

İnsanların özel yaşamlarını bir kenara bırakırsak, toplulukların, toplumların ve genel olarak insanlığın tarihinde “kilometre taşı” da sayılabilecek, unutulmaz, çok özel olaylar ve durumlar vardır. Bunlar kimileri için sevindirici ve gurur verici, başkaları içinse ziyadesiyle üzücüdür.

En basit örneği futboldan verelim: Fenerbahçe taraftarları için 6 Kasım 2002 tarihindeki 6-0’lık Galatasaray galibiyeti böyle bir olaydır; gelgelelim, bugün pek az kişi hatırlasa ve hatırlatsa bile 10 Haziran 1959 günü oynanan ve GS’nin 1-0 kazandığı bir FB maçında Metin Oktay’ın attığı gol FB kalesinin ağlarını delmiştir…

Şimdi, sorumuz şu: İnsanlık tarihi ve dünyanın siyasal gelişimi açısından bakıldığında geride bıraktığımız 20. yüzyılın “en önemli” denemese bile birilerinin içinde uhde olarak kalan, aradan yıllar geçse bile hala korkulu rüyalar gördüren; nihayet siyaset, ideoloji ve kültür gibi alanlarda ne varsa hepsini yeni baştan belirleyen olay nedir?

Bizce İkinci Dünya Savaşı’dır ve Nazileri-faşizmi ezip bu savaşı bitiren asıl gücün o dönemde SSCB’nin temsil ettiği sosyalizm olmasıdır.

6-0’lık galibiyet ya da ağları delen gol değerindedir.

***

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından (Kasım 1945) başlayan Nuremberg yargılamalarında 12 eski Nazi ileri geleni idam cezasına çarptırılmıştır. Cezaları infaz edilenlere infaz öncesinde son sözleri sorulduğunda aralarından birinin, Julius Streicher’in söylediği ilginçtir: “Bir gün Bolşevikler sizi de asacak…”

Streicher askeri kariyerden gelen biri değil, ırkçı bir ideologdu; ilginç olan, bir ideoloğun hayata veda etmesine saniyeler kala bile kafasında hala Bolşevizm heyulasının olmasıdır…

1917 Ekim devrimi tamam, ardından gelen Çin ve Küba devrimleri de tamam…

Bunlar dünya emperyalist-kapitalist sistemi için yenilir yutulur şeyler değildi elbette; ama hiçbiri dünyadaki siyasal, ideolojik ve kültürel ortamı yeniden şekillendirme bakımından İkinci Dünya Savaşı sonrası ortam kadar etkili olmamıştır.

Soğuk Savaş bu ortamda başlamıştır…

Raymond Aron, Karl Popper, Hannah Arendt, Ayn Rand, Arthur Koestler ve George Orwell gibi “ağır toplar” bu ortamda sahneye sürülmüş ve/ya da kimi eski yapıtlarıyla parlatılmıştır…

Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin merkezleri aynı ortamda kapitalizme çeki düzen verme ve “az gelişmiş ülkeler” için kalkınma teorileri geliştirme ihtiyacı duymuştur.

Nazi Almanya’sının “hiç olmazsa” Sovyetleri tepeleyememiş olmasına hayıflanan anti-komünist odaklar, teselliyi, kendi istihbarat örgütlerini “rehabilite ettikleri” eski Nazilerle birlikte yeniden yapılandırmada bulmuştur.

Batılı liberal-demokrat çevreler ve aydınlar bu ortamda eski eleştirel tutumlarından vazgeçip “kusurlarına rağmen çok partili demokrasi” fikrine angaje olmuşlardır.

***

Böyle bir konuyu gündeme getirmemizin gerekçesini de anlatmaya çalışalım:

Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin 1991’den sonra estirdiği ve geniş kesimlerde etkili de olan “liberal rüzgar” artık esmemektedir. 1991’le birlikte dillendirilen ve pek çok insanın “içini ısıtan” söylemlerden ve vaatlerden (artık sıralamaktan bıktığımız çoğulculuk, hoşgörü, yönetişim, katılım, şeffaflık, vb.) tamamen rücu edilmiştir.

Bugün Avrupa Birliği’nin patronları, ABD’nin liberal-demokrat kesimleri “demokrasi”, “seçim”, “halkın iradesi” “yasallık”, “meşruiyet” vb. diyebiliyorlarsa bunun temel nedeni, kendilerini sistem olarak zorlayacak güçlü bir alternatif henüz görememeleridir.

Böyle bir alternatif ete kemiğe büründüğünde ise başvuracakları tarihsel kesitin 1991 sonrası değil 1945 sonrası olacağı kesindir. Çünkü kapitalist sistemin siyaset, ideoloji ve kültür alanlarındaki en gelişkin ve kapsamlı cephaneliği bu dönemde oluşturulmuştur. Daha sonra üstüne konulanlar çoğunlukla boş şeylerdir ve dolu görünenleri de eninde sonunda 1945-1960 dönemindeki asıllarına dönmektedir.

***

1917, 1949, 1959, hepsine tamam…

Ama önümüzde ideolojik mücadele diye bir gündem varsa materyallerimizi 1945-1960 döneminin karşıt söylemlerinde aramamız gerekecektir.

Zamanında sosyalist sistemin üstünkörü geçiştirdiği, batı Marksizm’inin ise Sovyet karşıtlığı nedeniyle hakkını pek veremediği bir mücadele alanıdır.

Ve hepsinden önemlisi, o dönemin başat söylemleri önümüzdeki dönemde ufak tefek rötuşlar ve güncellemelerle tekrar tekrar karşımıza çıkacaktır.