Bir AKP bilançosu: Ücret, milli gelir, tüketim

Bir kriz konjonktürünün eşiğinde olduğumuz anlaşılıyor. Bu tür dönemeçler, ekonominin gelişim doğrultusunda sert virajlara yol açabilir. Geçmişe dönük bilançolar da böyle dönemlerde anlamlı olur.  

İlk Bilanço: Bağımlılık içinde durgunlaşma 

Geçen hafta bu köşede AKP ekonomisinin bir özet bilançosunu çıkardım: Zaman içinde artan dış kaynak girişlerine ve cari işlem açıklarına rağmen, sermaye birikimi oranı düşük kalmakta; büyüme hızı da gerilemektedir. 

Sağlıksız bir sentez söz konusudur: Artan bağımlılık → düşük sermaye birikimi → durgunlaşma… 

AKP iktidarı (2003-2015) yıllarında Türkiye’ye toplam yabancı sermaye girişlerinin dolarlı milli gelir toplamına oranı %6,9’dur. 

Bu kaynak akımı, yani “dış tasarruflar”, ekonominin yurt içi tasarruf oranlarını “kovalamış”; aşağı çekmiştir. Düşük sermaye birikim oranı değişmemiş, ekonomi durgunlaşmış; yüksek dış açıklar  süregelmiştir.

Peki, bu “sağlıksız sentez”in olumlu katkıları olmamış mıdır? Astronomik dış kaynak girişleri kimlere yaramıştır?     

Sorular, makro-ekonomik değişimlerin bölüşüm yansımalarına uzanıyor. Bugün bu konuya odaklanalım ve ikinci bir bilanço çıkaralım. 

Kişi başına milli gelir, tüketim, ücret… 

AKP yılları içinde gerçekleşen değişimlere, kişi başına gelir ve harcama türlerini birlikte izleyerek bakalım.

2003-2015’te yurt içi tasarruf oranının düşmesini yukarıda vurguladık. Bu, kamusal ve özel tüketimin artması anlamına da gelir. AKP’li yılların ekonomisini bir de bu açıdan değerlendirelim. Bu toplama giren “kamusal tüketim” devletin cari giderlerini; bu arada eğitim, sağlık, sosyal güvenlik türü harcamaların tümünü kapsar. Böylece kişi başına toplam tüketimin seyri, ortalama hayat düzeyinin değişimi üzerinde bir fikir vermiş olur. 

Bu iki bilgi Türkiye ortalamalarıdır. Toplumumuzun iki büyük emekçi sınıfını oluşturan işçi ve çiftçi sınıflarının gelir türleri, ücretlerden ve tarım sektörü katma değerinden oluşur. Bu iki gelir türünü de kişi (daha doğrusu işçi ve çiftçi) başına belirleyebiliyoruz. 

Tabloda bu hesaplamalar, AKP iktidarının 2004-2013 yılları için veriliyor. On yıllık dönemin tümünde gerçekleşen yıllık (ortalama) değişim oranları yer alıyor. İlk satır cari fiyatlarla, ikinci satır sabit (enflasyondan  arındırılmış) fiyatlarla düzenlenmiştir. 

İlk sütun toplam (özel ve kamusal) tüketim harcamalarının, ikinci sütun milli gelirin kişi başına seyrini (on yıllık ortalama büyüme hızlarını) veriyor. Üçüncü sütun işçi başına (saatlik) ücretlerin yıllık değişim oranıdır. Son sütun ise, tarım sektörü katma değerinin tarımsal istihdama bölünmesinden elde edilen çiftçi başına gelirlerin ortalama büyüme hızıdır.

AKP iktidarının on yıllık bir bilançosunu, tabloyu kullanarak çıkaralım. Beş belirleme yapabiliyoruz: 

(1): Tüketim milli geliri aşıyor

Kişi başına toplam tüketim ve millî gelir verilerini, harcamalara göre gayri safi yurt içi hasıla istatistiklerinden (eski seriden) alıyoruz. 

Tablonun ilk iki sütunu gösteriyor ki, 2004-2013 döneminde ortalama büyüme hızları bakımından kişi başına tüketim harcamaları, kişi başına milli geliri aşmıştır. Her yıl, cari fiyatlarla 1,9, sabit fiyatlarla 0,8 puanlık açılma söz konusudur.

Bu bulgu, AKP iktidarının tümünü kapsayan makro-ekonomik verilerle tutarlıdır. AKP iktidarının hemen öncesindeki beş yılda toplam tüketim harcamalarının milli gelire oranı %80,2’dir. Son beş yılın (2011-2015’in) ortalaması ise %84,9’dur.    

Milli gelirin yatırımlara ayrılan bölümü ise, AKP iktidarı boyunca hemen hemen değişmemiştir. On üç yıl içinde değişmeyen (%20 oranına takılan) yatırım ve artan tüketim oranlarının birlikteliği nasıl gerçekleşti? Yükselen cari işlem açıkları ile… 

Milli gelirde yatırımların ve tüketim harcamalarının  paylarını toplayın, milli gelir aşılacaktır. Aradaki fark (yaklaşık olarak) cari işlem açığının milli gelire oranını verir.  

AKP iktidarını, “dış bağımlılık içinde durgunlaşan ekonomi” bilançosuyla değerlendirmek, bu nedenle eksik kalmaktadır. Madalyonun diğer yüzü de vardır: Dış kaynak girişlerinin beslediği tüketim artışları …

(2): Milli gelir artışlarından emekçi payları düşmüştür.

Tekrar tabloya dönelim ve iki büyük emekçi sınıfın işçi ve çiftçi başına gelir (ücret ve tarımsal gelir) artış oranlarını (sütun 3-4) kişi başına milli gelirin büyüme hızı (sütun 2) ile karşılaştıralım. 

Hem cari, hem sabit fiyatlarla karşılaştırma  aynı sonucu veriyor: Kişi başına yıllık milli gelir artışları, ortalama işçi ve çiftçi gelirlerini aşmıştır. Ücretlerin, kişi başına çiftçi gelirlerinin gerisinde seyrettiği  ayrıca belirleniyor. 

İşçilerin ve köylülerin ücretlerle ve tarımsal gelirlerle ifade edilen göreli durumları gerilemiştir.  Kimlerin lehine? Varlıklarını kâr, faiz, toprak ve gayrimenkul kiraları, gelire dönüştürülen servet artışları ile sürdüren sınıflar, katmanlar lehine… Adlarını koyalım:  Burjuvazi, toprak ağaları, rantiyeler ve kâr-emek karışımı gelirlerle geçinen küçük burjuvazi, serbest meslek erbabı… 

(3): Emekçiler yoksullaşmamıştır.

Bölüşümün bozulması, ortalama işçilerin ve çiftçilerin gelir düzeylerini düşürdü mü? 

Bu kez tablonun sabit fiyatları (satır 2) üzerinde odaklanalım. Görülecektir ki, kişi başına ücretler ve çiftçi gelirleri AKP iktidarı boyunca ortalama %1,4 ve %2,1 oranında artmıştır. 

Farklı ifade edelim. Bu dönemde ortalamalar açısından emekçi sınıflar mutlak yoksullaşma ile karşılaşmadılar. Bu saptama, bu sınıfların üretim sürecinden kopan, örneğin işsiz öğelerini kapsamaz. AKP döneminde ortalama işsizlik oranının, 1990’lı yıllara göre artmış olduğunu hatırlatalım.

(4): Emekçilerin tüketimi gelirlerini aşmıştır.

Tablo, cari ve sabit fiyatlarla kişi başına işçi ve köylü tüketimindeki büyüme hızlarının (yüzde 12,8 ve 3,7’nin) gelir artışlarını fazlasıyla aştığını ortaya koyuyor. 

Tüketimin sınıfsal dökümünü yapamıyoruz. Ancak, toplam istihdam içinde ücretlilerin ve köylülerin payları %80’i aşmaktadır. Tüketim harcamalarındaki artış oranının bu iki sınıf için de  geçerli olduğunu bu nedenle rahatlıkla kabul edebiliriz. 

Böylece, Türkiye’nin emekçi sınıfları açısından AKP’li yılların bilançosunu özetleyelim. 

Ortalama işçi veya köylünün milli gelir artışlarından payı gerilemiştir; ama gelir düzeyleri yükselmiş; yoksullaşma söz konusu olmamıştır. Bu iki sınıfın ortalama tüketim artışları, gelirlerinin üzerinde seyretmiştir. 

(5): Kazanımların maliyetleri fark edilmemiştir.

Yukarıda açıkladık: Toplam tüketim artışlarının milli gelirin büyüme hızını aşması, dış kaynak akımlarıyla (cari işlem açıklarıyla) mümkün olur. Peki, bu gelişimin ortalama işçilere, köylülere taşınması nasıl gerçekleşmiştir?

Kısa yanıt şudur: Gelirleri aşan özel tüketim borçlanma ile mümkün olmuştur. Kamusal tüketim artışları da ek vergilemeyi gerektirmiştir. 

Finansallaşma, tüketimi besleyen kredilerin artmasına yol açmış; emekçi sınıfların borçluluğu tırmanmıştır. Serdal Bahçe ve Ahmet Haşim Köse’nin bulguları göstermektedir ki dönem sonunda işçi ve köylü sınıflarını kapsayan geniş bir kesitin borçları, varlıklarını aşmıştır. Bugünlerde Türkiye’nin emekçileri tipik bir borç tuzağı içine savrulmuş durumdadır. 

AKP iktidarı, neoliberal programlarında büyük öncelik taşıyan kamu dengesini ısrarla gözetmiştir. Artan sosyal harcamalar (kamu tüketimi); tüketim ve ücretler üzerindeki vergi yükü yükseltilerek karşılanmıştır 

Ekonomik ve sosyal politikaların bu bileşkesi, AKP iktidarının sürekliliğini açıklayan etkenlerden biridir: Borçlanma olanaklarının hızla genişlemesi (finansallaşma) iktidarın katkısı; borç tuzağında debelenme ise emekçinin kişisel basiretsizliği olarak algılanır.

Sosyal yardımlarda, sağlık hizmetlerindeki artış, hükümetin yoksulları gözetmesidir. Vergi yükünde bunları fazlasıyla aşan tırmanma? Bordrolara ve tüketim harcamalarına yüklenen bir vergi sisteminde emekçiler kendilerini vergi mükellefi olarak görmemektedir. Peki, bu eksik ve yanlış algılamalar niçin giderilemiyor? Gelir düzeylerinin arttığı bir ortamda bölüşüm bozukluklarına karşı duyarlılık, etkili bir sınıf muhalefetinin varlığına; sol siyasetin halk sınıflarına taşınmasına bağlıdır.    

Finansallaşmanın, borç tuzağının, eşitsizlikleri artıran bir maliye sisteminin sınıfsal eleştirisi de sol siyasetin emekçilere etkili boyutlarda taşınmasına bağlıdır.