Nâzım Hikmet Akademisi’nden (NHA) Haziran ayının son haftalarında, daha kesin bir tarihlendirme ile, akademinin final sınavları bittikten bir gün sonra ayrıldım.
O gün, o zamanki TKP yönetimi, NHA’nin Sanatçılar Sokağı’ndaki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi binasının ikinci katındaki sınıflarına ve odalarına ‘geçici olarak’(!) el koydu. Daha önce, bu mekâna ‘geçici’ olarak soL Gazetesi’nin taşınacağı söylenmişti. Gazete yönetimi sonbaharda, yani 2014/15 akademik yılı başlarken, bu odaları ve sınıfları NHA’ne iade edeceğini bildirmişti. Akademinin mekânına el konulduğunda, soL Gazetesi artık yayınına son vermişti. Gazetenin yerine haftalık soL Dergisi’nin çıkacağı bildirilmişti.
Taşınma olayı bir sabah, akademi yönetimine ve öğrencilerine haber verilmeksizin, ansızın gerçekleşti. NHA, bir sabah ansızın işgale uğradı. Akademinin eğitim için kullanılan bütün araç ve gereçleri, piyanolar dahil, kilit altına alındı. Geriye yalnızca, kötü bir şaka gibi, akademi katının girişindeki tabela kaldı: “Nâzım Hikmet Akademisi”.
Akademi’nin girişine bir nöbetçi masası yerleştirilmişti. Öğrenciler, artık imza vermeden giremiyorlardı (bugün de öyle). O koşullar altında, soL Dergisi’nin ilk sayısı çıktı. Bana, daha önce soL Gazetesi’nin soL Kitap ekinde ‘Okuma Notlarım’ başlığı altında çıkmakta olan yazılarımın dergide devam edeceği söylenmişti.
Dergi için ‘Bir Akademiyi Okumak’ başlıklı, iki bölümlük bir yazı hazırlamıştım. Bu yazıda, birkaç aydır sürdürmekte olduğum ve akademinin yeniden yapılandırılmasına yönelik kapsamlı çalışmaları özetlemeyi amaçlamıştım.
Yazının ilk bölümü, soL Dergisi’nin birinci sayısında çıktı. Ertesi hafta, ikinci bölüm baskıya hazırlanırken, akşam vakti dergi yönetiminden bir telefon geldi. Yazının sonunda yer alan ve NHA’nin yeniden yapılandırmadan sonraki işleyişine ilişkin açıklamalarımın ‘sanki bunlar gerçekleşmiş’ gibi bir izlenim uyandırdığı söylenerek, o bölümü değiştirmem rica edildi.
‘Buyurun, siz istediğiniz gibi değiştirin!’ dedim.
soL Dergisi'nin ikinci sayısı yayımlanmadı.
Otuz yıldan fazla bir zamandır köşe yazarı olduğum Cumhuriyet gazetesinde hiçbir yazım sansürlenmemişti. Ama soL Dergi için yazdığım yazının ikinci bölümüne sansür girişiminde bulunuldu.
Yazının sansürlenmemiş metnini olduğu gibi aşağıya alıyorum.
Bu satırları okuyanlar, sanırım yazımın neden sansürlenmek istendiğini anlayacaklardır…
“Nâzım Hikmet Akademisi’nin yeniden yapılanma çalışmalarını ele aldığım yazının geçen hafta yayınlanan ilk bölümünün sonunu şöyle bağlamıştım: “Böyle bir Akademi, TKP’ye ne kazandırır? sorusu, sorulamayacak ya da sorulmaması gereken bir soru değildir. Ama çok dikkatle sorulması gereken bir sorudur. Çünkü ülkemizin bugün varmış olduğu noktanın özel koşulları gereği, sorunun önce Türkiye’nin bilimsel kurumları ve bilim yaşamı açısından, dolayısıyla da şöyle sorulması gerekmektedir: Bugün NHA gibi bir kurumun Türkiye açısından önemi nedir?”
Bu soruya verilecek yanıt, aynı zamanda TKP bünyesinde böyle bir kurumun varlık gerekçesini de açığa kavuşturacaktır. Bundan beş yıl önce, NHA faaliyete geçtiğinde, akademi hakkında bilgi vermek amacıyla hazırlanan kitapçığın giriş bölümünde aynen şu satırlar yer almıştı: “Nâzım Hikmet Akademisi adıyla bir eğitim, düşün ve üretim merkezi oluşturma niyeti Türkiye’nin iç açıcı olmayan entelektüel atmosferine müdahele arayışlarının bir ürünü olarak gündemimize girmişti. Başka sorunlarının yanı sıra ve hiç kuşkusuz onların parçası olarak ‘Türkiye’nin kültür, sanat, bilim dünyasında mevcut durumla yetinmek mümkün mü?’ diye sormuştuk kendimize. – İster üniversitelere ister onların dışındaki üretim alanlarına bakalım, piyasanın ve piyasacılığın ağır kuşatması altında ülkemiz ve aydınımız geçtiğimiz zaman zarfında daha da yoksullaştı. Kültür, sanat, bilim, eğitim ticari eşyaya daha fazla indirgendi. Üniversitelere ticarethane muamelesi yapılmaya devam ediliyor. Üniversite dışındaki kurumlaşmalar ise genel olarak piyasanın ihtiyaç duyduğu elemanlar yetiştirmeye odaklanıyor. Bu ortamda, (bilimsel) ürünlerin ve (bilimsel) üretim sürecinin sağlıklı olması kesinlikle mümkün değildir. – Dolayısıyla bir kere daha vurgulamakta yarar görüyoruz. Nâzım Hikmet Akademisi ‘herhangi’ bir eğitim/öğretim kurumu değil. Ya da bir eğitim kurumu olduğu kadar, aynı zamanda bir mücadele aracı…”
Bu satırların hemen arkasından, mücadele aracı söylemi de şöyle açıklanmış : “Peki, neye müdahele etme arayışındayız? – Hemen ve özetle söylersek, çağımızda her türlü gericiliğin anası olan veya ebeliğini üstlenen piyasaya … Nâzım Hikmet Akademisi en baştan, gericiliğin ve piyasanın saldırısı altındaki bu entelektüel ortamın dönüştürülmesi şiarıyla yola çıkmıştı…”
NHA tanıtım kitapçığında bundan beş yıl önce yer alan satırlar, o zamanki Türkiye’nin kültürel ortamına ve yüksek öğretim kurumlarının durumuna ilişkin yetkin düzeyde bir çözümleme niteliğindedir. İşin acı yanı ise, aradan geçen beş yıl içerisinde kültür ve eğitim alanında olup bitenlerin bu çözümlemenin doğruluğunu katlamış oluşudur. Günümüzde sayıları – özel vakıf üniversiteleri ile birlikte – yüz seksene yaklaşmış olan Türk üniversitelerinin büyük çoğunluğu, toplumun bütününü ilgilendiren ve etkileyen en yaşamsal sorunlar ve bunalımlar konusunda bile herhangi bir politik, başka deyişle eleştirel tutum almaktan aciz, sessiz kalelerden başka bir şey değildir. Bu arada yabancı dilde eğitim yapmayı bir ayrıcalık ve üstünlük sayan özel üniversiteler, bugün dünyada ancak eskiden sömürge olan ülkelerde varlığını sürdüren bu eğitim biçimiyle öğrencilerini kendi kültürlerine giderek artan ölçüde yabancılaştırmakta olduklarının farkına varmamakta ya da varsalar bile bunu önemsememektedirler. Bugün bu üniversitelerden hiçbirinin uluslararası alanda kayda değer herhangi bir bilimsel ilerlemeye veya buluşa imza atmamaları ise, bu kurumlarda öğrencilere eleştirel düşünmenin yollarının gösterilmesi bir yana, eleştiri sözcüğünün bile neredeyse sakıncalı görülmesinin doğal bir sonucudur. Bu yüzden ülkemizde bilim, değerli gelişmekte ve yapılmaktadır. Öte yandan ülkemizin resmi eğitim politikasında egemenliğini sürdüren bir olgu, yani genç kuşaklara nasıl düşünmeleri gerektiğinin öğretilmesi yerine neleri düşünmeleri gerektiğinin ezberletilmesi yöntemi, varlığını yüksek öğretim kurumlarında da algılatmaktadır.
Bu koşullar altında, Türkiye Komünist Partisi’nin bünyesinde yer alan Nâzım Hikmet Akademisi, bütünüyle eleştirel düşünme temeline dayanan, eleştirel düşüncenin hazırlık sınıfından başlayarak bütün bölümlere ortak bir zorunlu ders niteliğiyle okunduğu ve dolayısıyla bütün bilgilere tartışma yolu ile ulaşmanın sağlandığı bir izlence ile, şu anda ülkemizin bütün üniversitelerine örnek olma gibi bir işlevi üstlenebilecektir. Şu anda sürdürülmekte olan ve NHA’nin yeniden yapılandırılması hedefine yönelik çalışmaların tamamlanmasıyla, 2014/2015 akademik yılında kurumda bütün bölümlerin öğrencilerine ortak ve bir yıl süreli bir hazırlık sınıfı açılacak, bu sınıfın programı Felsefeye Giriş, Kültür Tarihi, Mitoloji, Bir Dil Olarak Plastik Sanatlar, Siyasi Tarih ve Başlangıcından Günümüze Eleştirel Düşüncenin Gelişmesi gibi temel derslerden oluşacaktır. Bundan böyle Nâzım Hikmet Sanat Akademisi adını taşıyacak olan kurumda öğrenciler, iki yıllık normal eğitim dönemine ancak kendilerine ortak bir bilgi temeli sağlayacak hazırlık sınıfı derslerinde başarılı oldukları takdirde başlayabileceklerdir.
TKP’nin diyalektik düşünceye ağırlık tanıyan bir yapılanmaya sahip böyle bir kurumla Türkiye’nin kültür ve eğitim yaşamına müdahele etmesi, oluşturması gereken kültür ve sanat politikasının da doğal kaynaklarından biri olabilecektir…”
Bana gelince, eski NHA’de ‘kapının önüne konulan’ eski öğrencilerimle birlikte, son aylarda oluşturduğum ‘Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’nin (ACKA) çatısı altında toplandık. O özgür çatının altında, bir zamanlar NHA için planlamış olduğum eğitimi gerçekleştirmenin tatlı heyecanını yaşıyoruz…