Bilim politikası kitapları

Şöyle bir düşündüğümde en çok ilgimi çeken üç konunun bilim, politika ve kitaplar olduğunu gördüm. Hâl böyle olunca bilim politikası kitaplarının en sevdiğim alan olması kaçınılmaz gibi; zaten yazılarım da eninde sonunda buraya kayıyor. Aslına bakarsanız bir yandan geleceğe yönelik olması, diğer yandan tarih okumaları gerektirmesi konuyu gerçekten ilginç kılıyor.

Geleceğe yönelik olması bilimden, güne ait olması ise politikadan kaynaklanıyor. Tarih zaten her yerde. Bilim politikasında temel amaç, bilgi üretimini artırmak ve bununla birlikte bilimi ülkenin yaşamında maddi bir güç haline getirmektir. Bu açıdan bakıldığında bilim politikası oluşturabilmek için ülkenin bağımsız olması gerektiği ortaya çıkar (işte yine bir politik alan). Bunun tersi de doğrudur: Eğer özgün bir bilim politikanız yoksa bağımsız değilsiniz demektir. Diğer yandan bilim sadece bir üretici güç değil, aynı zamanda bir üstyapı kurumu olarak önemli bir ideolojidir de. Gerçekten ayakları yere basan bir bilim politikasında hurafelere, dogmalara yer olmaz.

İlginçtir, Türkiye’nin ilk resmi bilim politikası 1984 yılında, 12 Eylül hükümetlerince yapılmak istenmişti. Öncesinde hükümet programları, 1960 sonrasında ise beş yıllık kalkınma planlarında yer alan kısa paragraflarla bu iş idare ediliyordu. Tahmin edilebileceği gibi 1984 yılında oluşturulan metin dikkatle incelendiğinde Türkiye ile bir ilgisi olmadığı görülür, ülke ismini kapatsanız kimse nereye ait olduğunu anlayamaz bile. Ne kadar Türkiyeli ise, o kadar Belçikalı veya Nijeryalıdır.

Bunca sözden sonra şu soruyu yanıtlamalıyım: Peki, bilim politikası nasıl yapılmalı?  Üç etkeni göz önüne alarak derim. Önce evrensel olarak her bilim dalının gittiği yer, daha doğrusu önüne koyacağı olası sorular, sonra ülkenin özgün durumu ve buna bağlı olarak gereksinimleri ve son olarak var olan bilim insanlarının ilgi alanlarına bakmak ve hepsinden yaratıcı bir bileşim oluşturmak gerekir. Doğal olarak bunların tümü tarihsel süreç içerisinde ele alınmalıdır. Elbette bu yazdıklarımın özgün olduğunu söylemiyorum, bilindiği gibi dünyada ilk kez bilim politikası kavramının ortaya atıldığı SSCB’de temel bileşenler arasında bu üç etken de bulunuyordu.1 Aslında bu bir tesadüf değildi çünkü bilim politikası için öncelikle bilimin toplumsal bağını kurmak gerekiyordu. Garip gelecek ama 1931 yılında Londra’daki bir kongreye SSCB adına katılan Boris Hessen’in “Newton’un Principia’sının Toplumsal ve İktisadi Kökleri” bildirisine dek bilimi üstün zekalı kişilerin yaptığı görüşü egemendi. Hessen, Newton’un girişiminin yapısını esas olarak tüccar sermayesi devrinin pratik gereksinimlerinin şekillendirmiş olduğunu göstermişti. Elbette burada Newton sadece bir örnekti ama Londra’da ve ulusal gurur kaynakları olan Newton’un seçilmesi bildirinin çarpıcılığın artırıyordu.

KÜNYE: Newton’ın Principia’sının Toplumsal ve İktisadi Kökleri. Boris Hessen. Yordam Yay., 2019. Çev.: Ümit Şenesen, etiket fiyatı 16 TL.

 Bir süre önce Cem Eroğul bu sayfalarda Hessen’in kitabını geniş bir biçimde ele aldığı için2 ayrıntılarına girmeyeceğim ama Hessen’in kitapta yine çok yerinde bir saptamayla “Bilim sadece sosyalist toplumlarda gerçekten bütün insanlığa aittir.” diyerek konuyu özetlediğini belirtmeliyim; zaten ben de bu yüzden “Bilim politikası geleceğindir.” demiştim.  Somut örneğini yaşıyoruz: Korona virüs salgını karşısında Avrupa kapitalizmi çok kötü bir sınav veriyor. Yetişmiş insan gücü, donanım, para vs. her şeye sahip olmalarına karşın kontrol edemiyorlar.

Bir toplumdaki bilim insanlarının ilgi alanları, başka bir ifadeyle, o toplumdaki bilim geleneği de önemli bir etkendir politikayı oluşturmada. Bu açıdan bakıldığında sadece genel olarak dünya bilim tarihi değil, ayrıca özel olarak o toplumun bilim tarihi de okuma konuları arasında olmalıdır. Örnek olaraksa Yavuz Unat’ın “Tarih Boyunca Türklerde Gökbilim” kitabı gösterilebilir. Kitabı okuduğunuzda bilim ve uygarlık merkezinin, bu arada elbette gökbilimin de, 12. yüzyılın sonlarından itibaren Ortadoğu İslam Dünyası’ndan daha kuzeye, Türk coğrafyasına doğru, kaydığını görüyorsunuz. Aslında ticaret yollarının yer değişimi ile ilgili bir süreçtir bu. Ticaret yollarının değişimi, gökbilime gereksinimi olan coğrafyayı da değiştirir ve bilim merkezi oraya doğru kayar fakat Unat’ın kitabında bu bağlantıyı, gökbilim-toplumbilim bağlantısını açıklıkla ortaya koymaması okumayı zorlaştırıyor ve arka arkaya, daha çok kişiler üzerinden giden, bilgi yığını halini alıyor. Bu açıdan “Tarih Boyunca Türklerde Gökbilim” baştan sona okunacak bir kitap olmaktan çok elde bulundurulup, gerektiğinde ilgili bölümlere bakılacak bir kaynak niteliğinde.

KÜNYE: Tarih Boyunca Türklerde Gökbilim. Yavuz Unat. Kaynak Yay., 2008. Etiket fiyatı 20 TL.

Bunca tarihi bilginin üzerine Atatürk Araştırma Merkezi ve Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen Türkiye’de Bilgi Üretimi ve Bilim Politikaları Sempozyumunda sunulan bildiriler arasından seçilenlerin bir araya getirildiği hacimli (1112 sayfa) kitabı okumaya başladım. Son sözümü ilk söyleyecek olursam “İslami bilim” kavramını meşrulaştırma girişimi olduğunu düşünüyorum. İşte yorumsuz olarak bazı alıntılar:

-“İslami bilimlerin oluşumunda ve sonradan modern bilimlere dönüşümünde rol oynayan etmenler” (s.57).

-“Bilim materyalist bir dünya görüşüne yol açmaktadır… Tanrıyı yansıtan insan varlığının önemini inkar etmek demektir” (s.80).

-“Nefsî benliğinin ötesinde bir varlık katına erişememiş yalınkat canlının iştahlarının ictimâileştirilmesiyle, etnosentirik maddî bir atıf çerçevesi oluşturulmuş, tüm akli, ahlaki, dinî ve bedîi kavram ve değerler ona göre değerlendirilir ve yorumlanır olmuştur” (s.141).

-“Ak Parti’nin getirdiği değişimlerin toplumun hayatını kolaylaştırdığı da bir gerçektir” (s.166).

-“İktidarın bu üretkenliğine, sağladığı imkanlara karşın üniversiteler ne yapıyor?” (s.167).

-“Bilim iki damardan yürümektedir. İlki tevhidi düşünce merkezli ilim, ikincisi akla dayalı materyalist gelenekten gelen bilim” (s.759).  

KÜNYE: Türkiye’de Bilgi Üretimi ve Bilim Politikaları. Atatürk Araştırma Merkezi Yay., 2018. Yaygın dağıtımı yok. Merkezden alınabilir, etiket fiyatı 170 TL.

Ne diyeyim? Örnekler çoğaltılabilir ama genel olarak bildirilerin çoğunun bilimsel bildiri özelliklerine bile sahip olmadığını söyleyebilirim; hipotezlerini kanıtlama yoluna gitmiyorlar, giderlerse onu kanıtlayacak veriler sunmuyorlar, vardıkları sonuçlar da sunduklarından farklı!

Haksızlık etmeyeyim, gerçekten iyi bildiriler veya İslami bilim kavramını meşrulaştırmaya yönelik olmayan bildiriler de var ama bence bunlar kamuflaj görevi görüyorlar. Bu tip toplantılara katılmamak, destek olmamak, bilim dışı girişimleri yalnız bırakmak gerek.

Daha fazla alıntı yapmayayım diyorum ama şuna bile rastladım: “Alfabe değişikliği sonrasında yeni alfabeye göre okur-yazar olma amacı gereğinden fazla önemsenmiş ve hak ettiğinden daha fazla üzerinde zaman harcanmıştır”. Evet, okuma yazma bilmek yetmez; bunun daha ötesine gidebilmek gerekir ama okuma yazma bilmeden de hiçbir şey olmaz. İnsaf!

Daha önce sanırım yazmadım; ben evden, daha doğrusu kitaplığımdan bir süre uzaklaşacak olursam yanıma okuma programımdan en kalın ve en sıkıcı olduğunu düşündüğüm kitapları alırım. Örneğin, bir seferinde sözlük almıştım. Burada amacım; götürdüğüm kitapları bitirip, kitapsız kalma kaygısı yaşamamam. İşte “Türkiye’de Bilgi Üretimi ve Bilim Politikaları” bence boyut ve içerik olarak bu duruma uygundu.

Dediğim gibi bilim politikası kitapları ilgi alanımın en başında yer alır ama her zaman doğru seçimi yaptığımı söyleyemem. Ama işe bir de olumlu yönden bakalım: İyi ki Hessen’i tekrar okumuşum.

    

1Günal İ.  Ekim Devriminin bilimin gelişmesine etkisi. Marksist Manifesto, özel sayı, Kasım 2017, s. 157-64.

2Eroğul C. Bilimsel bir araç olarak Marksizm.https://ilerihaber.org/icerik/bilimsel-bir-arac-olarak-marksizm-103862.html