Bilim eğitimi ve sonrası

"Neden anlamamakta direniyorum bilmiyorum ama sağ kesim entelektüel açıdan çok sığ, üretemiyorlar işte. Yani yine iş başa, sosyalistlere düşüyor."

İzge Günal

Hani eğitimin her alanında kalitesizlik almış başını giderken, uluslararası öğrenci değerlendirme sistemlerinde Türkiye listelerin son sıralarına demir atmışken "Bilim eğitimini konu edinmek biraz fantezi olmuyor mu?" diye aklınızdan geçerse çok yanlış olmaz. Ancak öyle bir duruma geldik ki artık bir şeyleri düzeltmek değil, en baştan kurmak gerekiyor ve bu söylediklerim sadece eğitim alanıyla da sınırlı değil, her şey bozuldu. Evet, eskiyi arar olduk son yıllarda ki o zaman da mükemmel değildi belki ama hiç olmazsa bir şeyler vardı olumlu olan.  Bilim eğitimi konusuysa böyle değil çünkü hiçbir zaman böyle bir gündemi olmadı Türkiye’nin. Bu söylediklerim hem üniversite hem de lise eğitimi için geçerli. Üstelik doğrudan bilim insanı yetiştirmek için kurulan fen lisesinde bile üstelik işin suyu çıkarılmadan önce, yani tüm ülkede sadece bir tane fen lisesi varken bile.

Bilim eğitimi derken elbette "bilim şöyle yapılır", "bilimin kuralları şunlardır" gibi ezberle yapılacak bir eğitimi değil de bilimi doğal biçimde aktaracak bir eğitimi kastediyorum. Aslında bunun en doğal şekli kişiyi bilimsel bir çalışmanın içine alıp eğitimi orada yapmaktır ama böyle bir eğitim ancak doktora düzeyinde olabilir. Daha erken dönemler için ise üç nokta üzerinden ilerlemekte yarar var:

Öncelikle Evrim. Çünkü gerek kuram gerek genel yaklaşım gerekse yöntem olarak kesinlikle bilim eğitiminin en önemli unsurlarından birisi Evrim ve Tamer Kaya’nın kitabı iyi bir çıkış noktası olabilir. Konuyu basit, moleküler genetiğe girmeden akıcı bir biçimde anlatıyor Kaya. Bir önceki kitabından da (Yaşam Evrim ve Biz) sunumlarımda çok yararlanmıştım. Kitapta Evrim kuramının bütün özelliklerini vurgulayıcı örneklerle anlattığı gibi kuramın oluşumunu yani "insanın kökenini çözme hikayesi"ni de ele alıyor ve bu öykü bilimin ne olduğu konusunda önemli derslerle dolu.

Kitapta dünyanın nasıl şekillendiği de anlatılıyor ve yine çarpıcı örnekler var. Örneğin, Wegener’in basit bir gözleminin (Güney Amerika’daki bir çıkıntının Afrika’daki bir girintiyle aynı olması) nasıl büyük bilimsel bir buluşa zemin hazırladığı gibi.

Kitapta eksik bulduğum ve katılmadığım iki nokta var. Eksik nokta, bence kitapta görsellerin kullanılmaması. Eğer kullanılsaydı bazı konuları açıklamak daha kolay olurdu diye düşünüyorum ama "Cepte Bilim" serisinden yayınlandığı, yani küçük hacimli olması gerektiği için bu durum yayıncının seçimi olabilir.  Katılmadığım nokta ise “insanın inanma ihtiyacı olduğu”. Bence bilim inanç ilişkisi ancak “Çok ilginç, inanan insanlar var, bunun nedenini araştırmak gerekir.” kadar olabilir, o kadar; daha fazla değil.

Neyse, bunlar benim görüşlerim ama Tamer Kaya’nın kitabının dizgesi Evrim eğitimi için çok uygun. Bence eğer bu konuda daha önce kitap okumadıysanız veya yeni bir okuma gereksinimi duyarsanız, işte size kolay okunabilen bir kaynak derim.

KÜNYE: Evrim. Tamer Kaya, Ginko Yay., 3. baskı,2021. Etiket fiyatı 15 TL.

Bilim eğitiminde diğer iyi bir yöntem de bilim insanlarının yaşamlarının incelenmesi, değerlendirilmesi. Bunun dedikodu tarzında olmaması için ise kitap olarak yayınlanmış biyografileri seçmek gerekir. Benim bu yazı için seçimim Ali Ekber Ataş’ın hazırladığı Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu oldu. Muğla’nın Ula ilçesinden başlayıp, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanlığına kadar uzanan bir yaşam anlatılıyor. Eğer böyle bir öykü eleştirel bir yaklaşımla okunursa, yine bilim eğitimi açısından önemli dersler çıkartılabilir. Burada kastettiğim sadece başarılar veya olumlu örnekler değil, tersi durumlar da tartışılabilir. Örnekse bana ilginç gelen iki olayı yorumsuz olarak aktarayım kitaptan: 

Türban takmak isteyen on beş yirmi kızcağızı bir gün topladım odama…’Bakın evladım, Peygamberimiz ne demiş, başınızı örteceksiniz. Örterken kumaş olacak diye bir laf var mı, yok. Saçlarınız görünmeyecek. İçerde daha önceden aldırmış olduğum yirmi beş otuz tane peruk var. Geçin her biriniz başınıza geçirin de bitsin bu iş. Türban yerine peruk takın!’ diyerek kendime göre bir çözüm geliştirdim.” (s.72)

Diğeri:

Türkiye’de bir ilk olan üniversite yerleşkesi içerisine banka şubesi açılmasını sağlamıştır…Bu azımsanacak veya önemsenmeyecek bir hizmet değil, çağdaşlaşmanın ve kurumsallaşmanın önemli bir göstergesidir.” (s.74)

Dediğim gibi, yorumlamıyorum ama bilim kurumu, bankacılık sistemi, din… Çok şey tartışılabilir bu iki kısa alıntı üzerine bile.

KÜNYE: Bilime Adanmış Bir Yaşam: Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu. Ali Ekber Ataş, Muğla ve İlçeleri Kültür ve Tanıtım Derneği Yay., 2010. Sahaflarda 4-30 TL arası.

Üçüncü önemli noktayı da dil sorunu olarak görüyorum. Yazın ve Bilim Dilimiz adlı kitapta da tartışıldığı gibi “Düşüncenin ve dilin gelişmişliği arasında sıkı bir bağlantı vardır.” Üstelik bu bağlantı kişisel düzeyde de geçerlidir. Yani dilde yetkin olanın düşüncesi de daha gelişkindir. Elbette bu iş sadece bilim eğitiminin değil, genel eğitimin bir sorunu, daha doğrusu görevidir ama ayrıca, bilimsel bir kavrama Türkçe karşılık bulma çalışması, kavramı anlama açısından çok değerlidir. Bu tip bir çalışmayı daha önce bir grupla yaptım ve yararını doğrudan deneyimlediğimi söyleyebilirim.

Yazın ve Bilim Dilimiz’de, adından da anlaşılacağı gibi, sadece bilim-dil ilişkisi irdelenmiyor; kültür-dil bağlantısı, eleştiri, deneme, öykü dili, ağız öykünmesi, anadilde eğitim gibi dilin her uzanımına değiniliyor. Anadilde eğitim derken Türkçe kastediliyor ama diğer ana dillerle, azınlıkların dilleriyle, evinde başka dil kullanılanlarla da empati yapmayı sağlıyor okuyunca. En azından ben böyle düşündüm.

KÜNYE: Yazın ve Bilim Dilimiz. Adnan Binyazar, Metin Öztekin, TDK Yay., 1978. Sahaflarda 3.5-45 TL arası.

İlginç bir nokta da daha 1970’li yıllarda, bugünleri kastederek dilin İngilizce sözcüklerin baskısına uğrayabileceği konusunda uyarıda bulunulması. Şunu anımsatmalıyım: 1970’lerde İngilizce sözcük kullanma alışkanlığı yoktu, sorun dilin Arapça sözcüklerden arındırılmasıydı.

Buraya kadar yaptığım bilim eğitimi önerilerinin iki tür getirisi olabilir: İlki kuşkusuz kişilerin bireysel gelişimi. Böyle bir eğitim alan kişinin olgulara diyalektik yaklaşacağı beklenebilir. Diğer yandan ki esas amaç budur, bilgi üretim sürecine düşünsel olarak hazır bireyler yetiştirmek. İşte tam da bu noktada bilimsel üretim yapılacak yerlerin, yani üniversitelerin, durumunu gözden geçirmek gerekiyor.  

Bu konudaki en önemli kitaplardan birisi olan Roger L. Geiger’in Araştırma Bağlantılı Bilgi isimli kitabı Küre Yayınlarından çıkmıştı. Geiger, 2. Dünya Savaşı’nın gereksinimleri olarak araştırmaya önem verilmesinden başlayarak üniversitelerin gelişimini anlatıyor. Savaşın hemen sonrasında Roosevelt, üniversite ilgili dört sorun arasında "Amerikan gençliğinin bilimsel yeteneğinin nasıl geliştirileceği"ni de koyuyordu. Hatta şunu da anımsatmalıyım: Yıllar sonra Sovyetler Birliği’nin yaşattığı "Sputnik Şoku" nun ardından ABD’nin aldığı önlemler arasında gençlere Evrim eğitiminin yaygınlaştırılması da vardı.

KÜNYE: Araştırma ve Bağlantılı Bilgi. Roger L. Geiger, Küre Yay., Çev.: Erhan Baltacı, 2020. Etiket fiyatı 69 TL. 

Bu dönem içerisinde ABD üniversiteleri gerçekten de dünya bilimsel üretiminin liderliğini ele geçirdiler. En fazla ilerlemenin görüldüğü Berkeley’in rektörü Clark Kerr’in de Üniversitenin Kullanımları kitabı yine Küre Yayınları, "Yükseköğretim Çalışmaları" dizisinden çıktı. Kerr, özellikle düşünce özgürlüğü ve akademik yükseltmelerde yüksek standart uygulamasıyla biliniyordu. Benzer yöntemle Stanford’un da bugünkü düzeyine geldiği söylenebilir. Dikkat çeken başka bir nokta ise üniversitelerin bilimsel düzeyleri yükseldikçe en iyi öğrencilerin buraları seçmesi arasındaki doğrudan bağlantıydı.

KÜNYE: Üniversitenin Kullanımları. Clark Kerr, Küre Yay., Çev.: Emrah Saraçoğlu, 2020. Etiket fiyatı 60 TL. 

Sonrası bildiğimiz gibi. Gerek Araştırma Bağlantılı Bilgi gerekse Üniversitenin Kullanımları kitaplarında ayrıntılı olarak görülebileceği gibi piyasalaşma egemenliğini hissettirmişti. Araştırma üniversiteleri, araştırma ekonomisine, araştırma endüstrisine dönüşmüştü. Kimi araştırmalar, akademik içeriğine bakılmaksızın sadece destekleyen kuruma faydası olması nedeniyle fonlanmaktaydı. Sonuçta üniversiteler sermaye ve ticari piyasalarla fazlaca içli dışlı olup geri dönüşümü çok zor olan bir yola girmişti. Buna koşut olarak akademinin entelektüel özü sürekli küçülüyordu.

Küre Yayınları "Yükseköğretim Çalışmaları" dizisinden çok önemli kitaplar çıkarttı. Sanırım kitap sayısı on civarında. Bence edinmekte yarar var ama çevirilerin iyi olmadığını söyleyebilirim. Bugün bahsettiğim iki kitabın isimleri bile bunu gösteriyor sanırım. Bu arada Kerr’in kitabının ilk bölümü 1971 yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınlarından “Üniversitenin Faydaları” adıyla İsmail Sandıkçıoğlu çevirisiyle ayrı olarak basılmıştı. Bu baskıyı sahaflarda bile bulmak güç, isteyenle paylaşabilirim.

Neyse, konuya dönersem acaba “Türkiye üniversiteleri böyle bir kaygı taşıyor mu?” veya “Gelecekte ne yapmalı?” diye düşünürken Nihat Erdoğmuş’un Geleceğin Türkiyesinde Yükseköğretim kitabını okudum. Bu tip diğer kitaplarda olduğu Türkiye’de akademinin bugünkü durumu ile ilgili yararlı veriler, grafikler içermesine karşın gelecek ile ilgili katılabileceğim bir açılımı yok. Neden anlamamakta direniyorum bilmiyorum ama sağ kesim entelektüel açıdan çok sığ, üretemiyorlar işte. Yani yine iş başa, sosyalistlere düşüyor.

KÜNYE: Geleceğin Türkiyesinde Yükseköğretim. Nihat Erdoğmuş, İlke Vakfı Yay., 2019. Sitelerinde pdf şekli var.

 Kolay gelsin.