Üniversite yıllarında “Osmanlı Bilim Tarihi Metinleri” dersi vesilesiyle Osmanlı Türkçesi öğrenmiştim. Benim için pek keyifli olmayan bu öğrenme sürecini biraz olsun keyifli hale getirmek için Osmanlı’nın son döneminde az da olsa örneği bulunan kimi Marksist yayınları ve TKP tarihine dair kimi belgeleri bulup okumaya çalışmak gibi bir yol gelmişti aklıma. İtiraf edeyim, belediye otobüslerinde eski harfli sosyalist yazını okurken, her halinden gericilik akan kimi tiplerin, elimdeki fotokopilere bakıp bakıp mutlu olmalarıyla epey eğlenmişliğim de vardır.
Bunları yazma nedenim şu, Osmanlıca ile ilgili süren tartışmalar gerçekten tarihe dair olsa hiç önemsemezdim. Açık söyleyeyim, Türkiye’de yükseköğrenim düzeyinde, örneğin, tarih eğitimi alıp Osmanlıca okuyamamak kabul edilemez.
Fakat bugün tartışma konusu olan Osmanlıca meselesi uzmanlaşma veya geçmişin bilgisine ulaşma meselesi değil. Tartışma bugüne ve geleceğe dairdir, en başa bu yazılmalı.
DİL VE DÜŞÜNCE
Dil ve düşünce ilişkisi, üzerine çok sayıda inceleme yapılan, üzerine konuşulması, okunması, tartışılması en zevkli alanlardan birisi.
Her insan ait olduğu toplumun diline, dolayısıyla da anlamlar dünyasına doğuyor. İnsan iletişiminin en temel unsurlarından birisi olarak tanımlanan dil, anlam üretme ve üretilen anlamları aktarımda kullanılan temel araçlardan birisi. Belki de bu nedenle toplumsal değişimin en duyarlı alanlarından biri olarak kabul ediliyor ve özellikle siyasal bilinçlenme açısından önemi genel kabul görüyor.
Tam da bu nedenlerden dolayı, dil sınıf mücadelesinin önemli alanlarından birisidir.
Basit bir örnekle devam edelim. Örneğin “işveren” sözcüğünün çok önemli bir işlevi var. Özellikle sendikal çevrelerde çokça kullanılmasıyla, kullanan sendikal çevrelerin çoğunun temel misyonlarından birisinin “iş barışını sağlamak” olması arasında kuvvetli bir ilişki var.
Patronu daha çok para kazansın diye emeğini, yaşamının bir bölümünü ve yetmediğinde ömrünü veren işçilerden söz ediyoruz. Aynı işçiler, patron veya sermayedar yerine “işveren” sözcüğüyle düşünmeye başladığında, kendisine iş verdiği için patronuna saygı duyması gerektiğini de öğrenmiş, en azından öğrenmeye davet edilmiş oluyor!
SİYASET VE DİL
Önemli dilbilimcilerimizden Feyza Hepçilingirler, Türkçe’ninyakın dönem tarihsel seyrine dair güzel bir özet yapmıştı. Hatırladığım kadarıyla aktarmaya çalışacağım. (1)
Osmanlıların Osmanlıca konuşmasından doğal bir şey yoktur, zira Türklük onlar için aşağılık bir durumdu. Türklerin diliyle bilim, sanat yapılamayacağını şiirin ise kesinlikle yazılamayacağına inanıyorlardı. Osmanlılar Batı’ya açılıp Fransa’ya ulaştıklarında, örneğin Paris’te görüp getirmek istediklerini ancak Fransızca ile birlikte taşıyabileceklerini düşünmüş olmalılar ki, dönemin aydınlarının dilinde bunun yansımalarının olduğunu biliyoruz. Fransız Devrimi’nin etkilerinden birisi de ulusçuluk tezine paralel biçimde Türkçe’nin keşfi oldu. Bu yüzden de Osmanlı’dan ve Osmanlıca’dan kurtuluşun eş zamanlı olması tesadüf değil. Türk Dil Kurumu'nun kuruluşu, Cumhuriyet’in ilk yıllarına denk gelir. Kısa bir süre sonra uydurulan “Güneş Dil Teorisi” bu dönemin ürünüdür ve bunun birkaç yıl sonra ülke siyasetinde de etkilerini gördüğümüzü eklemek gerekiyor.
Ardından Adnan Menderes ile birlikte “Küçük Amerika” devri başlar. Bu, dilde İngilizce’nin hakimiyetinin arttığı dönemdir. Ardından gelen yıllarda her mahallede milyoner hedefine ulaşılamasa da her caddede İngilizce isimli dükkanların açıldığını, özellikle Özallı yıllarda artık kimi büyük caddelerdeki tabelalarda Türkçe’nin izinin görülmediğini hatırlıyoruz.
OSMANLICA: AMERİKAN TÜRKÇESİ
Uzatmayalım, bugün Osmanlıca’nın gündeme gelmesi kısaca değindiğimiz ve mutlaka daha ayrıntılı incelenmesi gereken bu sürecin yeni bir halkasıdır.
Yeri gelmişken söyleyeyim: Osmanlıca ile “Eski Türkçe”nin birbirinin yerine kullanılmaması gerekir. Osmanlıca, Türkçe ile bilim ve sanat yapılamaz diyen saray çevresinin Arapça ve Farsça ile Türkçe’yi karıştırarak kullanmalarıyla oluşan bir saray dilidir. Halkın günlük yaşamda kullandığı dile göre çok daha karışıktır. Bilim, siyaset ve edebiyatta bir azınlığın egemenlik kurmasına da vesile olmuştur.
Öte yandan halk doğal olarak Türkçe konuşuyordu ve örneğin çok daha eskilerde yaşamış olan Yunus Emre (13. Yüzyıl); Köroğlu (16. Yüzyıl); Dadaloğlu (18-19.Yüzyıl) gibi halkın içinde yaşayan ozanlarımızın yazdıklarının kolayca anlaşılmasının nedeni budur.
Bugün AKP döneminde yaşanan siyasal dönüşümün tamamlayıcı unsuru olarak yeni bir saray dili inşa edilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Hatta daha açıklayıcı olması için, gündeme gelen bu Osmanlıca denilen dil için de Amerikan Türkçesi diyebiliriz.
BİLALOĞULLARI İMPARATORLUĞU 1 YAŞINDA!
AKP Türkiye’yi sermayenin ve emperyalizmin ihtiyaçlarına uygun olarak dönüştürmeye devam ediyor. Türkiye, özel olarak emeği ile yaşayan milyonlar için bir cehenneme dönüşürken toplumsal siyasal hayatın bir bütün olarak dinci gerici baskı altına alınması tesadüf değil.
Son Osmanlıca öğrenimi dayatması da bunun önemli örneklerinden birisidir. Tüm okulların imam-hatipleştirilmeye çalışıldığı, karma eğitimin tartışıldığı ve kaldırılmak istendiği, zorunlu din derslerinin yaygınlaştırıldığı bir dönemde olduğumuz verileriyle birlikte düşünülmeli.
Örneğin, yoksulluk ve hatta açlık sınırının altında maaş almaya mahkum edilip iş cinayetlerinde öldürülen 15 bin işçi kardeşimizle birlikte düşünülmeli.
Ve elbette 17-25 Aralık günleri arasında birinci sene-i devriyesini idrak edeceğimiz Bilaloğulları İmparatorluğunun ilanı anlamına da gelen hırsızlık ve yolsuzluk haftasıyla birlikte...
(1) Bu yazıyı da karışık bir zaman diliminde ve yollarda yazmak durumunda kaldım. Bu nedenle özür dileyerek ve elimde kitap olmadığı için kaynak aktaramadan ve aklımda kaldığı kadarıyla yazmaya çalışacağım.